Sinan Gorgan’ın yazısı: Bizim mahalledeki, bizim sokaktaki ve bizim evdeki 6-7 eylül
Bu anı yazısının, şimdiye dek yazdığım en “politik” yazılardan biri olduğunu, öncelikle kulağınıza fısıldamak isterim.
Saf türk varlığının” inkarı gibi olan kozmopolit soy ağacımın yanı sıra, aile geçmişimdeki olaylar zinciri, bu anlama gelmek üzere “özel tarihim” aslında benim ilk siyasi okulum olmuştur.
Ben, Peralı’yım aslen.
Hacımimi mahallesinde doğdum ve 6 yaşına kadar orada büyüdüm.
Evimizin bulunduğu sokakta, bizim evin tam karşısında, yüksek bir duvar vardı.
(Siz bu bu binayı Uğur Yücel/ Şener Şen’in “Muhsin bey” filminden tanıyor olmalısınız)
Sonrasında, okulumu yakındaki “Firuzağa ilk okulu”nda okuyacağım Tophane ve Cihangir arasındaki yeni beton yapı dairemize taşındık, dedem ve babannem ile birlikte.
Ama aklım, gönlüm hep eski mahallemizde kalmıştı.
Eski mahallemizi bu denli sevmem, benim orada, bir çocuk olarak çok sevilmem, ilgi görmem, adeta “el üzerinde” tutulmam nedeni ile idi.
Bunun konumuzla şöyle bir özel bağlantısı var ondan dolayı anlatıyorum.
Ahşap cumbalı evimizin arka bahçesinde, bir kalın dal ve gövdeli kiraz ağacı ve bir de biz çocuklar için ideal saklanma ve oyun yeri olan damı saçaklı kömürlük vardı.
Sabahları bizim bahçede, öğleden sonraları ise, “öğlen yemeklerimizi efendi gibi yememiz” şartına bağlı olarak, hak edilmiş olarak, onların bahçesinde oynardık.
Meri teyze, Alex’in annesi, bize oyunlar gösterirdi, öğretirdi.
Akşam üstleri, bizim evin önünde, cumbanın yağmur korunaklı çıkıntısı altında, mahallenin bazı kadınları, kaldırımın üstüne kilim serer, sandalyeler koyar, toplaşırlardı.
Babannem, rumca bilirdi. Kendisinin, Girit göçmenlerinden olduğunu, bu nedenle, bu dili bu denli iyi bildiğini söylerdi.
Kapı önü, cumba altı akşamüstü sohbetlerinin müdavimlerinden başlıcası, bizim ahşap evin alt katında, hemen girişte oturan “Madam Sara” idi.
Sabahları Alex’le bizim bahçeye çıkarken hep onun odasının önünden geçmek zorundaydık.
Madam Sara ile ilişkim derindi.
Ben uykuya daldıktan sonra, o beni kucağında üst kata ve yatağıma taşırdı.
Güllü teyze’yi hatırlıyorum. Küçük ve narin, zayıf bir kadıncağızdı. Süryani olmalıydılar.
Pazar günleri hep “nana moskuri” (Nana Mouskouri, yunanlı şarkıcı) böreği (üçgen börek, şimdiki ismiyle,” hafif hanım böreği”) yemek için ve çaya, biz onlara giderdik.
Pazarları, bu ziyarete, dedem kürt Hamdi de hep gelirdi birlikte.
Erzurumlu idi.
1905 rus savaşında sonra Horasan’a sonra da Erzuruma gelip yerleşmişlerdi.
Kürtler arasında bu yönü ile kabul gördüğünden, Kuruçeşme sahilindeki eski kömür depolarında “kürekçi” olarak çalışan 600 kadar, muhtelif yörelerden gelmiş kürdün ”çavuşu” idi.
Herhalde ikiside sultan Abdülhamit kuşağından oldukları için olsa gerek.
Ailenin gençleri, aralarında, Hamdi’lerden konuştuklarında, onlara duyurmadan “koca kulak Hamdi” geldi, “koca burun Hamdi” gitti diye konuşur, aralarında eğlenirlerdi.
8 yaşında idim artık.
Eski mahallemizi özlemiştim.
Sınıfta başarılı idim ya, kırmadı, adeta ödül olarak, bir kez daha beni eski mahallemize götürdü.
Onların evlerini Afyon Karahisar’dan yeni göç eden aileler almıştı.
Yeni göçmüşler, adeta bir iç mahalle kurmuşlardı.
“Mahalle daha harap görünüyordu gözüme şimdi.
Evlerinde tanımadığım birileri oturuyordu şimdi.
Ona yine uğradık. Beni uzun zamandır görmemişti.
Küçük hediyeler, şekerler…
Annemin kanserden genç yaşta ölümü sonrasında ile oluşan drama hali nedeni ile, mahallemizde neredeyse herkes tarafından şımartılmaya alışıktım aslında.
O yıllarda, ailesi Ankarada olduğu için İTÜ’deki eğitimi nedeni ile, bizim evde kalan, babaannemin yeğeni, Ünal ağabey (onun durumu da ayrı bir derin gavur hikayesi) anlattı bana bu ilginin sebebini, sonradan.
Kürt Hamdi”ye olan saygı idi, bu ilginin nedeni aslında.
Kurtarmak?
Kürt Hamdi, elinde yabancayı sallayarak,” burası müslüman mahallesi, giremezsiniz” diye bağırmış, sonrada havaya bir kaç el ateş etmiş idi.
Hatta bir başka efsaneye göre, dedemin ellerinde çift tabanca varmış.
Kürt Hamdi’nin cüreti ve cesareti, sokağımızı da, bakkal Mimi’nin dükkanını da talandan kurtarmıştı.
Muhtemelen, 6/7 Eylül talancıları bizim sokağın özelliğini bilemiyorlardı, çünkü bu güruhun bir kısmı / çoğu başka illerden ve yörelerden devşirilmiş idi.
Oysa sokağın sonunda, Rum ilk okulu vardı. Hala var mıdır, açık mıdır bilemiyorum?
Büyüdüm orta okula başladım.
35 kişilik sınıflar. Üç yakın arkadaş edindim, onlarla kaynaştım hemencecik.
1976 sonrasında ise, solculaşmaya başlamıştım. Yoğun kitap okumalar falan.
Az gelişmişlik sürecinde Türkiye”. Okumaya başladım.
Osmanlıda kurulan yabancı şirketlerin çalışanları ve yöneticileri hep azınlık hristiyanlardan olurmuş”, diyordu Yeresimos.
Babaanem kem küm etti, lafı dolandırdı, somut bir cevap vermedi, veremedi.
Mezarlık işleri, ölüm kağıdının çıkarılması bana kaldı.
Aradım taradım evde, yok, yok!
“Saklamış.
Neyse buldum ya.
Defter tipi, biraz buruşmuştu ve yıpranmıştı kağıdı. Açtım, göz attım.
Adı: Evadoksiya
<span style=""font-family:" trebuchet="" ms,sans-serif;"="">Evadoksiya? Benim babannem? Güzide?