Almanya’da 6 Kasım 2024 tarihinde çöken trafik ışığı koalisyonunda SPD ile geriye kalan Bündnis 90/Die Grünen (Yeşiller) Partisi, onlarca yıldan beri bir zamanlar protesto hareketi olan kökenlerinden uzaklaşarak Alman devletinin ve neoliberal ekonomik sistemin merkezi bir dayanağı haline gelmiştir.
Seksenli yılların başında nükleer enerjiye, militarizme ve ekolojik yıkıma karşı özgürleştirici bir hareket olma iddiası ile mücadeleye başlayan bu parti, bugün kapitalist statükoyu yöneten ve güvence altına alan, sistemin en büyük savunucularından biri haline gelen bir partiye dönüşmüştür. Bu gelişim tesadüfi değildir; aksine, sistemin gücüne ve baskılarına boyun eğen ve sistem eleştirisini kademeli olarak terk eden bir partinin mantıksal sonucudur.
Bu dönüşümün nasıl başladığı, devam ettiği ve sonuçlandığı konusunda önemli ip uçları veren bir yazı daha önce Siyasi Haber’in şu sayfalarında yayımlanmıştı: https://siyasihaber10.org/yesiller-ne-idiler-ne-oldular/ Bu partiyi daha iyi anlayabilmek için bu yazının da ayrıca okunması tavsiye edilir. Bu yazının yayımlanmasından sonra 2,5 yıl kadar bir vakit geçti ve elbette bu partinin karakterini tekrar gösteren yeni gelişmeler ortaya çıktı ve bunlar şöyle sıralanabilir:
1. Yeşiller ve Kapitalizmin “Yeşil Dönüşüm” Aldatmacası
Yeşiller, trafik ışığı koalisyonu içinde de sürdürülebilir olduğu iddia edilen bir “sosyal-ekolojik dönüşümü” savunmaya devam ettiler. Ancak bu dönüşüm, kapitalizm ile çevre tahribatı arasındaki temel çelişkiyi, kapitalizmin doğa talanına dayalı olduğunu göz ardı etmektedir. İklim politikaları, emisyon ticareti ve “yeşil teknolojilere” yönelik sübvansiyonlar gibi serbest piyasa mekanizmalarına dayanmaktadır ve kendileri aslında sadece yeni “yeşil” sanayi sermayesinin oluşmasını desteklemektedirler. Oysa çevre/klima krizinin kökenindeki asıl sorun, kâr odaklı ekonomik sistemin kendisidir.
Yeşillerin sundukları aldatmacaların en net örneği, Ukrayna savaşını bahane ederek Rus gazından/enerjisinden bağımsızlaşmak ve Putin’e zarar vermek iddiasıyla, LNG (sıvılaştırılmış doğal gaz) gibi fosil enerji kaynaklarının genişletilmesini dev alt yapı yatırımları ile yoğun şekilde teşvik etmeleridir. Burada sadece LNG terminalleri hızla inşa edilmekle kalmamış, aynı zamanda bu fosil enerji kaynaklarına toplamda Rus gazına harcanandan daha fazla bütçe ayrılmıştır. Bu durum, Yeşiller’in kendi iklim politikası hedeflerini ciddiye almadıklarını, kendilerinin ne kadar tutarsız ve ikiyüzlü olduğunu tekrar göstermiştir. LNG için kullanılan Fracking(1) nedeniyle oluşan büyük çevre tahribatı, sıvılaştırma ve taşımadan kaynaklanan yüksek CO₂ emisyonları ve uzun vadeli fosil yakıt altyapısına bağımlılık, jeopolitik sembolik politikalar uğruna göz ardı edilmiştir.
2. Yeşillerin Ekonomik Durgunluğa ve Sosyal Bozuklukları Hızlandıran Gelişmelere Olan Katkısı
Yeşiller aldıkları önlemler ile sadece ekonomide durgunluğu ve gerilemeyi devreye sokmamışlardır, aynı zamanda toplumsal eşitsizlikleri derinleştirmiş ve temel sosyal alanları ihmal etmişlerdir.
* Aşırı Bürokrasi ve Düzenleme Takıntısı: Yeşiller, özellikle küçük ve orta ölçekli işletmeleri (KOBİ’leri) ağır şekilde zorlayan yeni düzenlemeler getirmiştir. Enerji dönüşümü, tedarik zinciri yasası ve çevre standartlarına yönelik aşırı bürokratik engeller, yatırımları zorlaştırmış ve yenilikleri engellemiştir.
* Yatırım Düşmanı Politikalar: Sürekli değişen siyasi kararlar (örneğin, ısıtma sistemleri ve elektrikli mobilite ilgili belirsizlikler) hem şirketleri hem de bireyleri güvensizliğe sürüklemiştir. Rus gazından ani bir çıkış yapılırken sürdürülebilir alternatifler oluşturulmadan, elektrik ve doğalgaz fiyatlarında kontrolsüz artışlar yaşanmıştır. Kendilerinin sayesinde değişen vergi ve enerji politikaları yüzünden sanayinin bir bölümü yurtdışına kaymıştır. Bu nedenlerden dolayı altyapı, üretim ve yeni teknolojilere yönelik yatırımlar ertelenmiş veya en azından olumsuz olarak etkilenmiştir.
3. Yeşillerin NATO, ABD, militarizm ve savaş hayranlığı
Yeşiller, bir zamanlar barış yanlısı bir hareketken, bugün NATO’nun en agresif savunucularından biri haline gelmiştir. Eskiden silahsızlanma ve diplomatik çözümler talep eden parti, bugün militarize edilmiş bir dış politikanın en kararlı destekçileri arasındadır. Bu dönüşüm tesadüfi değil, aksine ideolojik ve jeopolitik etkilerin bilinçli bir sonucudur. Bu dönüşümün temelinde şu faktörler yer almaktadır:
* Transatlantik Ağların Etkisi: Yeşiller’in önde gelen birçok politikacısı, agresif bir NATO politikasını teşvik eden, ABD odaklı transatlantik düşünce kuruluşları ve ağlarla yakından ilişkilidir. Yeşillerin dış politikasının NATO’ya endekslenmesini sağlayan bu organizasyonlar, en başta Rusya ve Çin’e karşı tek taraflı bir düşman imajı yaymakta ve Almanya’nın askeri varlığını artırmasını savunmaktadır. Burada think tank olarak en belirgin kuruluş, Almanya’da Yeşillerin içinde önemli ve belirleyici bir rol almış olan Ralf Fücks ismindeki şahsın kurmuş olduğu “Liberal Modernite Merkezi” dir (Zentrum Liberale Modern)(2). Kendisi, partinin ideolojik yöneliminin şekillendirilmesinde kilit bir rol oynamaktadır. Katı bir transatlantik çizgi benimseyen bu merkez, agresif bir jeopolitik ajandanın en önemli aktörlerinden biridir.
* Jeopolitik Çıkarlarla Uyumlu İdeolojik Dönüşüm: Yeşiller, barışçıl köklerini terk ederek kendilerini ABD ve NATO’nun güvenilir bir müttefiki olarak konumlandırmıştır. Bu, silah sevkiyatlarını koşulsuz desteklemelerinde, barış müzakerelerine karşı duydukları şüphede ve silahlanma projelerine verdikleri destekte açıkça görülmektedir.
* Silah Sanayisinin Ekonomik Çıkarları: Yeşiller’in birçok politikacısının silah sanayisiyle bağlantılı kuruluşlarla olan yakın ilişkileri, ekonomik çıkarların dış politikalarını şekillendirdiğini göstermektedir. Daha saldırgan bir dış politika benimseyerek Alman silah sanayisine yeni pazarlar açmakta ve jeopolitik etki alanlarını güvence altına almaktadırlar.
4. Yeşillerin Çin Karşıtı Politikası – İlkel Retorik ve Tehlikeli Gerginlikler
Yeşiller’in dış politikasındaki en dikkat çekici yönlerden biri, Çin’e karşı giderek daha düşmanca bir tutum benimsemeleridir. Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock’un saldırgan ve provokatif açıklamaları, Almanya’nın Çin ile ilişkilerini önemli ölçüde kötüleştirmiştir.
* Çin’i “Sistemsel Rakip” olarak tanımlamak: Baerbock, Çin ile dengeli ve eşit düzeyde diplomatik ilişkiler kurmak yerine, ülkeyi “Batı demokrasileri” için bir tehdit olarak niteleyerek sabit bir düşman imajı oluşturmuştur.
* Çin’i Rusya ile kıyaslamak: Baerbock, Çin’i Rusya ile aynı seviyede bir tehdit olarak tanımlayarak, dünya ekonomisinin ikinci büyük gücüyle ilişkileri daha da gerginleştirmiştir.
* Çin Yönetimine Küçümseyici Açıklamalar: Xi Jinping hakkında yaptığı “diktatör” ifadesi uluslararası alanda diplomatik bir skandal olarak görülmüş ve diplomatik bir krize yol açmıştır.
* ABD Çıkarlarına Hizmet Eden Bir Politika: Baerbock’un Çin politikası, yalakalık yaptığı ABD’nin jeopolitik stratejileriyle paralellik göstermekte, çok kutuplu bir dünya düzenini dikkate almak yerine, Washington’un saldırgan konfrontasyon çizgisini takip etmektedir.
Elbette Rusya, Çin ve daha birçok başka emperyalist emelli ve azgın bir kapitalizmin hüküm sürdüğü ülkelerde demokrasinin, insan haklarının ihlal edilmesine karşı tavır geliştirmek gerekir. Fakat bu, demokrasi havarisi kesilip, dünya jandarması ABD’nin kuyruğuna takılıp ahlak zabıtası gibi yorumlarda bulunan “Batı demokrasilerinin” görevi olamaz. Bu “Batı demokrasilerinin” tavrı, hırsızın aniden “hırsızı tutun” diye bağırmasına benziyor. Bunlar ve Yeşiller ilk önce yürüttükleri kapitalist sistemle açtıkları gaddarca savaşların, on yıllardan beri ve sürekli milyonlarca insanı nasıl katlettiklerinin, gezegendeki milyarlarca insanı nasıl sefalete sürüklediklerinin, bu süreçler içinde demokratik yapılanmaları ve insan haklarını nasıl boğduklarının hesabını versinler, kendi ülkelerindeki pislikleri temizlesinler.
5. Yeşiller Partisindeki Beceriksiz Önderlik – Balık Baştan Kokar
Yeşiller partisinin uyguladığı politikaların berbat ve tiksindirici seviyede seyir etmesinin nedeni sadece politik görüşlerinde yatmamaktadır. Baerbock’un şahsı da bu durumu ayrıca katmerleştirmektedir. Baerbock’un Dışişleri Bakanı olarak böyle bir görev seviyesine uygunsuzluğu birçok açıdan dert yaratmış ve hatta çok sık olarak mizah konusu bile olmuştur. Kendisi, diplomatik yetkinlik göstermek yerine, düzenli olarak patavatsız, ilkel, düşüncesiz ve amatörce açıklamalarıyla dikkat çeken bir şahıs. Hemen şu özellikleri ve örnekler akla geliyor:
* Diplomasi ve nezaket eksikliği: “Rusya’ya karşı bir savaş yürütüyoruz” açıklaması, Almanya’yı resmen savaşın bir tarafı olarak ilan ettiği için uluslararası alanda, hatta NATO içinde bile, bir kargaşaya neden olmuştur. Buna benzer başka davranışları ve açıklamaları ile, diplomatik alanda züccaciye dükkânının içinde tepinen hem şapşal hem de agresif bir fili andırmaktadır.
* Genel bilgi eksikliği: Baerbock, resmi ziyaretler sırasında da defalarca siyasi bağlamlar hakkında cahil olduğunu göstermiştir. Kendisi örneğin, coğrafi konumları, siyasi aktörleri karıştırmakla, sık bir şekilde iki kelimeyi bir araya getirememekle, uluslararası sahnede yaptığı gaflarla, dikkatsiz açıklamalarıyla utanç yaratmıştır.
* Aşırı öz güven ve narsisizm: Baerbock çoğu zaman gerçeklere dayanan argümanlar ya da sağlam temellere dayanan kavramlar ortaya koymadan kendini ahlaki bir lider olarak sunmakta. Röportaj ve konuşmalarındaki davranışlarıyla çoğu zaman kibirli ve kendini beğenmiş biri olarak karşımıza çıkıyor.
* Diplomasi yerine tırmandırma politikası: Kendisi, değinilmiş olan Rusya ve Çin’e yönelik agresif dış politikasına ilaveten, genelde bir arabulucu ve diplomat olarak hareket etmek yerine, diplomatik kanalları neredeyse hiç açık tutmayıp çatışmaları körükleyen bir politika izlemiştir.
Sonuçta, kendisinin bütün bu zaafları, provokasyonları, gerilimler yaratması, var olan gerilimleri körükleyip jeopolitik durumu daha da kötüleştirmesi, onu belki de Almanya tarihindeki en berbat dışişleri bakanı haline getirmiştir.
Elbette Yeşiller içinden gelme, züccaciye dükkânında tepinen başka “filler“, medyayı meşgul eden başka sivrilmiş isimler de var. Bunlardan biri, Anton Hofreiter isimli bir “kanaat önderi”. Kendisi Rusya’ya karşı Leopard panzerlerinin acilen yollanması gerektiğini “Panzer, Panzer, Panzer“ diye böğürmekle isim yapmış bir şahıs. Bu agresif ve panzer uzmanı olma gibi açıklamalarıyla kendisine “Panzer Toni“ lakabı bile takılmış. Rusya’ya karşı sınırsız bir agresyon ile başlangıçta Baerbock ve başka Yeşil önderleri bile korkutan bu “Panzer Toni“ parti içinde “sol“ kanatta yer alıyor.
“Panzer Toni“ nin bu saldırganlığı parti içinde bulaşıcı ve sonuçta hep bir ağızdan, kendisi, Baerbock, Ekonomi ve İklim Bakanı Robert Habeck (kendisi hala ayrıca başbakan yardımcısıdır) ve daha birçok Yeşiller partisinden tanınmış şahıs Almanya’ya ait uzun menzilli Taurus füzelerinin Ukrayna’ya teslim edilmesini sürekli dayatmışlardır. Bilinmektedir ki, Taurus’un kullanımı Rusya’nın asimetrik ya da nükleer seçeneklerle Almanya’ya bile karşılık vermesine yol açabilir. Fakat bu büyük tehlike, görüldüğü gibi Yeşillerin pek umurunda değil. Aslında parlamentoda Yeşiller ve muhalefetin oylarıyla SPD’ye karşı Taurus’un Ukrayna’ya teslim edilmesi kararının çıkması mümkün. Fakat önümüzdeki 23.02.2025 tarihinde yapılacak olan parlamento seçimlerinde Yeşiller partisinden başbakan adayı olan Habeck geriye kalan koalisyonu dağıtmamak için bu girişimi şimdilik ertelemiş durumda, yani yeni oluşacak bir hükümette bu konuyu tekrar destekleyeceğini şimdiden beyan etmiş durumda.
Bütün bunlara ilaveten Yeşillerin eleştiriye tahammülsüzlükleri de giderek artmaktadır; Baerbock ve Habeck’in kendilerine yönelik en ufak eleştirilere karşı açtıkları dava süreçleri bunun en tipik örneklerindendir. Federal Meclis’ten gelen bir listeye göre, hükümet üyeleri 2021’den bu yana vatandaşlara karşı 1.400’den fazla suç duyurusunda bulunmuş. Burada Habeck ve Baerbock özellikle dikkat çekici: Habeck tek başına, özel bir hukuk bürosu üzerinden şimdilik 805 rapor hazırlamış. Baerbock’un ise 513 vakası var. Bu rakamlara ulaşmak için ne kadar kendini beğenmiş ve narsist olmak gerekiyor? Bu bir güç göstergesinden ziyade, kendilerini eleştirilerden uzak tutma stratejisinin bir parçasıdır. Bu, siyasi yetersizliğin bir ifadesidir ve burada mesaj bellidir: kendi görüşlerini paylaşmayan herkes kriminalize edilecektir. Hakkında ne düşünürsek düşünelim, Almanya Başbakanı Olaf Scholz ile bir karşılaştırma yapıldığında farklı bir yaklaşım ortaya çıkıyor. Scholz bütün hükümet süreci içerisinde tek bir suç duyurusunda bile bulunmamıştır. Onun tavrı: Önemli bir siyasi pozisyona sahip olan herkes eleştiri ve hatta düşmanlıklara hemen mahkemeye başvurmadan dayanabilmelidir. Siyasetçiler demokrasilerde kimin egemen olduğunu unutmamalıdır.
6. Annalena Baerbock’un “Feminist Dış Politika” Söylemi Bir Aldatmacadır
Baerbock’un nereden uydurduğu belli olmayan “feminist dış politika” uygulama iddiası, hem teorik hem de pratik olarak büyük çelişkiler içermektedir. Feminist bir dış politika, teorik olarak eşitlikçi, barışçıl, insan haklarına duyarlı ve militarizme karşı bir yaklaşımı ifade etmelidir. Sağlıklı bir politik bilinçleşme sürecinden geçmiş bir beyin, feminist dış politika dendiğinde, çatışmaların çözümünde en azından adaleti, diyaloğu, diplomasiyi, barış süreçlerini, genelde yaşama saygıyı öne çıkaran bir konsepti algılar ve bunun için bir empati duyar. Ancak Baerbock’un izlediği dış politika bu prensiplerin tam zıddı bir çizgide ilerlemektedir. İşte bu iddianın ne kadar gerçek dışı olduğunu gösteren somut örnekler:
a. Ukrayna Politikası: Feminist Değil, Militarist Bir Yaklaşım
Yeşiller partisi ve Baerbock, Ukrayna savaşının başından itibaren en saldırgan militarist politikalardan birini izlemiş ve savaşı tırmandıran bir aktör haline gelmiştir. Ukrayna’ya ağır silah ve Leopard tanklarının gönderilmesi için ısrarcı olmuştur. Almanya’nın Ukrayna’ya verdiği askeri desteğin yetersiz olduğunu savunarak daha fazla silah gönderilmesini teşvik etmiştir. Almanya’nın askeri sanayisini genişleten, NATO çıkarlarına hizmet eden ve savaşın şiddetlenmesine neden olan bir politika izlemiştir.
b. Gazze Politikası: İnsan Hakları ve Feminist Değerlerle Çelişen Sessizlik
Baerbock’un feminist dış politika iddiası, İsrail’in Gazze’de yürüttüğü savaş politikaları karşısındaki tavrı nedeniyle de tamamen geçersizdir. Feminist dış politikanın temel ilkelerinden biri, sivillerin ve özellikle de kadınların ve çocukların korunmasını esas almasıdır. Ancak Baerbock ve partisi İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği ağır bombardıman ve sivil katliamlarına açıkça destek verdi ya da en azından ses çıkarmayarak meşrulaştırdı. Kadınlar ve çocukların öldürülmesine karşı herhangi bir ciddi diplomatik baskı uygulamadı; İsrail’e karşı en ufak bir yaptırım dahi gündeme getirmedi. İsrail’in Gazze’de kadınları, çocukları ve sivilleri hedef almasına karşı uluslararası bir bağımsız soruşturma talep etmedi. Gazze’deki kadınların yaşadığı insani felaketi görmezden geldi; yüzlerce kadın patlayan bombaların arasında narkozsuz sezaryen doğumdan geçti, yüzlerce başka kadın doğum sırasında ve sonrasında sıhhi nedenlerden dolayı can verdi; binlerce çocuk annesiz büyüyecek; paramparça olmuş vücutlarıyla sağ kalabilmeyi başarmış binlerce kadın, kız ve çocuk hayatları boyunca özürlü kalmaya mahkûm olmuş durumda.
c. Kadın Hakları Konusunda Çifte Standart: İran, Suudi Arabistan ve Katar’a Karşı Tutarsızlık
Feminist dış politika, evrensel kadın haklarını savunmayı ve kadınlara karşı ayrımcılığı önlemeyi gerektirirken, Baerbock bu konuda tamamen çifte standartlı bir yaklaşım sergilemektedir. Kendisi İran’da kadınların zorla başörtüsü takmasına karşı çok sert açıklamalar yapmış ve İran rejimine karşı yaptırımları savunmuştur. Ancak benzer politikaları uygulayan Suudi Arabistan ve Katar’a karşı sessiz kalmıştır. Hem Suudi Arabistan’a hem de Katar’a gittiğinde, kadın hakları konusunda tek bir eleştiri getirmemiştir. Halbuki feminist bir dış politika, kadın hakları ihlallerine karşı evrensel ve tutarlı bir tavır almayı gerektirir. Burada bu iki ülkeyi otokrasinin/monarşinin egemen olduğu rejimlerin yönettiğini hatırlatmak gerek. Burada sadece baş örtüsü takma dayatması söz konusu değil. Yani bu rejimlerin politik yapılanmasında kadınların ne derecede politik kararlarda söz hakkına sahip olduğu konusu da elbette başka önemli bir ayrıntı. Fakat bu ayrıntı da kendisinin ve partisinin umurunda değil. Bu bağlamda ayrıca hatırlayalım: Putin’in Ukrayna’ya olan saldırısından sonra Robert Habeck, Baerbock’dan çok daha önce LNG (sıvılaştırılmış doğalgaz) sağlamak için Katar’a ziyarette bulunmuştu. Bu ziyareti sırasında Katar ticaret bakanının elini sıkarken Habeck’in neredeyse kamburu çıkana kadar domalıp yalakalık yapması hala belleklerimizde. Başka hatırlatılmaya değer bir nokta tam da FIFA Dünya Kupası maçlarının yapıldığı günlerde Habeck’in bu ziyareti gerçekleştirmiş olduğudur. İşlerine geldiği zaman insan haklarını ve onurunu savundukları iddiasında bulunan Habeck ve Yeşiller hiç mi duymadılar, stadyumların inşaasında köle gibi sömürülen binlerce emekçinin iş yeri kazalarında nasıl can verdiğini? Her zamanki alışılmış manzara, bu ülkeler karşısında Baerbock, Habeck ve Yeşiller, demokrasi ve kadın haklarını siyasi, ekonomik ve diplomatik çıkarlarına göre kullanmaktadır.
Sonuçta Baerbock’un feminist dış politika iddiası, tamamen propaganda amaçlı bir kavramdan ibarettir. Bu politika militaristtir, feminist dış politika iddiasına rağmen, savaşın yayılmasına neden olan politikaları desteklemektedir. İnsan hakları açısından çifte standartlıdır, kadın haklarını ve insan haklarını sadece Batı’nın jeopolitik çıkarlarına uygun düştüğünde savunmaktadır. Batı’nın emperyalist politikalarına hizmet etmektedir, feminist kavramları kullanarak Batı’nın savaş politikalarına ideolojik bir kılıf hazırlamaktadır. Feminist değerleri içselleştiren bir politika değil, batı merkezli çıkarları korumaya yönelik bir manipülasyon aracıdır.
7. Yeşiller ve Göç Politikası İkiyüzlülüğü: “Açık Kollar”dan Avrupa Kalesi’ne
Yeşiller on yıllardır kendilerini insan hakları, mültecilerle dayanışma ve Avrupa’nın baskıcı izolasyonist politikalarına karşı çıkan bir parti olarak tanıttı. Ancak uygulamada, Avrupa Birliği’nin dünyadaki en sert iltica ve izolasyon rejimlerinden birini geliştirmesinde kilit rol oynadılar. Baerbock ve özellikle trafik ışığı hükümetindeki Yeşiller, mülteciler için feci sonuçlar doğuran göç politikasında dehşet verici bir çifte standart sergilemiştir.
a) GEAS reformu: Yeşiller’in AB Sınırlarında İnsanların “Ölmesine Göz Yumulmasındaki” Rolü
Son yılların en büyük göç politikası skandallarından biri, Yeşiller’in Aralık 2023’te kabul edilen Ortak Avrupa Sığınma Sistemi (Gemeinsame Europäische Asylsystem – GEAS)(3) reformunu onaylamasıdır. Pratikte bu reformun anlamı şunlardan başka bir şey değildir:
* Koruma arayan kişilerin AB sınırlarındaki kamplarda gözaltı benzeri koşullar altında toplu olarak tutulması.
* Daha hızlı ve daha az doğrulanabilir prosedürler yoluyla daha sert sınır dışı uygulamaları.
* Genel retlere olanak tanıyan toplu prosedürler yoluyla bireysel sığınma hakkının zayıflatılması.
* “Geri itmelerin” (Pushbacks) yasallaştırılması – uluslararası hukuku ihlal ederek göçmenleri sınırlarda zorla geri itme uygulaması.
Kendisini bir insan hakları politikacısı olarak tanıtan Baerbock, sığınma hakkını fiilen ortadan kaldırmasına rağmen bu reformu onayladı. Yeşiller reformun özünü desteklediği için “en kötü sıkılaştırma önlemlerinin engellendiği” argümanı ucuz bir bahane. Bir zamanlar insancıl bir iltica sistemi için mücadele eden Yeşiller, şimdi bir tecrit ve hapsetme rejiminin şekillenmesine böylece yardımcı oldular. İnsanları işkence, savaş ve zulümden korumak yerine, AB’nin göçmenleri savunma ve haklarından mahrum etme politikasına katıldılar. GEAS reformu, bireysel sığınma hakkını güvence altına alan Cenevre Mülteci Sözleşmesinin kurumsallaşmış bir şekilde göz ardı edilmesinden başka bir şey değildir. Şu noktada da Yeşillere ait iki yüzlü politika tekrar kendisini gösteriyor: GEAS, bürokrasi olmaksızın koruma almaya devam eden Ukraynalı mülteciler için geçerli değildir – bu, asıl meselenin “idari basitleştirme” değil, ırkçı göç politikası olduğunu göstermiyor mu?
b) AB Sınırları: Geri İtmeler (Pushbacks) ve Sistematik Şiddet Konusunda Yeşil Sessizlik
Yeşiller kendilerini “insanlığın partisi” olarak sunarken, AB’nin dış sınırlarındaki acımasız uygulamalar konusunda sessiz kalmaktadır:
* Yunan, Hırvat ve Polonya polisi, göçmenlerin geri itilmesi, dövülmesi ve yasa dışı olarak alıkonulması da dâhil olmak üzere ciddi insan hakları ihlalleri gerçekleştirmektedir.
* Avrupa sınır koruma ajansı Frontex(4) sayısız kaybolma, şiddet eylemi ve geri gönderme olayına karışmıştır.
* Moria gibi kamplar aşırı kalabalık, insanlık dışı ve hukuka aykırıdır – yine de AB bu uygulamada ısrar etmektedir.
Baerbock ve Yeşiller tüm bu gelişmeleri kabul etmiş ve bunlara karşı hiçbir zaman tutarlı bir şekilde protesto gösterisinde bulunmamıştır. Bunun yerine, sembolik ifadeler ve muğlak insan hakları beyanlarıyla sorumluluklarından kaçmışlardır. Örneğin geri itmelere karşı gerçek bir eylem yok, Yeşiller insanların sistematik olarak AB dışına itildiğini biliyor, ancak bunu kabul ediyorlar. Sivil deniz kurtarma için koruma yok, Sea-Watch gibi STK’lar kriminalize edilirken, Yeşiller sivil deniz kurtarmayı korumak için herhangi bir önlem almadı. Frontex’e karşı suskunluk devam ediyor, Frontex’in insan haklarına aykırı olan rolü Alman vergi mükelleflerinin parasıyla finanse edilmeye devam ediyor – Baerbock bunu tartışmaya bile açmadı.
c) Almanya Sınırları İçinde Baskı: Yeşiller’in Kısıtlayıcı Yasaları Onaylaması
Yeşiller sadece AB düzeyinde değil, aynı zamanda Almanya’da da göç yasasının sıkılaştırılmasına büyük katkıda bulunmuştur.
* Mülteciler için Ödeme Kartının(5) uygulamaya konulması: Sığınmacıları nakit paradan mahrum bırakan bu önlem, koruma arayanların damgalanmasına ve kontrol edilmesine hizmet etmektedir. Yeşiller bunu desteklemiştir.
* Daha katı sınır dışı yönetmelikleri: Trafik ışığı hükümeti, Yeşiller’in de onayıyla, sınır dışı edilmeden önce gözaltı süresinin uzatılması da dahil olmak üzere, sınır dışı işlemlerini kolaylaştırmaya karar verdi.
* Sosyal yardımlar için engeller arttırıldı: Bir zamanlar “herkes için eşit haklar” çağrısında bulunan Yeşiller, sığınmacılara sağlanan yardımlarda kesinti yapılmasına razı oldu.
Bir zamanlar “sınır dışı kültürünü” ve “adaletsiz yasaları” protesto eden Yeşiller, şimdi kendileri kısıtlayıcı bir göç politikası izliyor. Trafik ışığı koalisyonunda iktidarı korumak için ilerici bir iltica politikası şansını feda ettiler. Koruma arayanlarla dayanışmak yerine, neoliberal idari politikalar izliyorlar.
d) Gerçek Değişim Yerine İkiyüzlülük ve Sembolik Siyaset
Yeşiller kendilerini açık sınırların ve insanlığın partisi olarak sunmaktan hoşlanıyorlar, ancak pratikleri bambaşka olan şu şeyleri gösteriyor:
* Baskıcı AB göç politikasına reelpolitik uyum.
* Sınırlarda tecrit, sınır dışı ve polis şiddetine karşı koyma eksikliği.
* On yıllardır iltica haklarına getirilen en kötü kısıtlamaların onaylanması.
Yeşillerin göç politikası ileriye dönük hümanist bir politika değil, aksine Avrupa’daki sağcı söyleme teslimiyet anlamına geliyor.
Sonuçta Yeşiller artık mültecilerin partisi değil, sınır rejimlerinin partisidir. GEAS reformu, kendi değerlerinin iflasının tarihi bir ilanıdır. Yeşillerin “insanlığı” sadece boş bir slogan – pratikte, koruma arayanlar için daha fazla bölümlendirme ve daha fazla hak mahrumiyeti anlamına geliyor.
Bilanço
Eylül 2024 sonunda Yeşiller Gençlik Kolları, partinin militarist, göçmen düşmanı, neoliberal politikalarını, iklim krizine olan duyarsızlığını protesto ederek toplu halde istifa etmişti. Bu, parti içinde halen idealist ve radikal muhalif bir damardan bazı çevrelerin var olduğunu gösteren nadir ve doğru bir siyasi duruştur. Ancak bu durum, hem parti hem de sistem içinde kalınarak bir dönüşüm sağlanamayacağını da göstermektedir. Yeşiller, sistem karşıtı bir güç olma özelliğini çoktan kaybetmiş ve mevcut düzeni istikrara kavuşturmak için kullanılan bir araç haline gelmiştir. Yeşiller, kökenlerindeki sistem eleştirisini terk etmiş, kapitalizmin ve emperyalizmin bir aracı haline gelmiştir. Onların bugün sunduğu her politika, söz verdikleri gibi bir “değişim” için değil, sistemin sürekliliğini sağlamak için tasarlanmış kozmetik hamlelerden ibarettir. Çevre, sosyal ve göç politikaları dar bir neoliberal çerçevede kalmaktadır. Özellikle savaş yanlısı dış politikaları, ekonomik beceriksizlikleri, dış politikadaki fırsatçılıkları ve ABD ile İsrail’e karşı bağımlı yaklaşımları endişe vericidir. Yeşiller içinde toplumsal düzende köklü bir değişim arzulayanlar, Yeşiller’in yalan dolu retoriğine aldanmamalı ve parti dışında gerçek bir sistem eleştirisi geliştirmeli, alternatif bir siyaset inşa etmelidir.
Dipnotlar:
(1) https://eko.kapadokya.edu.tr/duyarsiz-kalma/kaya-gazi-cikarmanin-sonuclarini-biliyor-musunuz/
(2) https://www.nd-aktuell.de/artikel/1186811.gruene-denkfabrik-zentrum-liberale-moderne-rechtsliberale-geopolitik.html
(3) https://duvaryazisi.org/2024/04/14/avrupa-ortak-iltica-sistemi-geas-oylandi/
(4) https://dergipark.org.tr/tr/pub/adaletdergisi/issue/84587/1473002
(5) https://www1.wdr.de/radio/cosmo/programm/sendungen/koeln-radyosu/aktuelles/almanyada-yeni-uygulama–multecilere-para-yerine-kart-100.html