HDP hak ettiği bir ilgiye mazhar olmuş durumda. Temeli Kürt halk hareketiyle Türkiye’nin diğer ezilenlerini ve emekçilerini yan yana getirerek ortak bir demokrasi yürüyüşü, odağı yaratmak olan strateji yavaş yavaş vücut buluyor.
Çatı Partisi Girişimi olarak çalışmaları başlattığımız süreçte (2008), bugün HDK/HDP içerisinde olan olmayan pek çok siyasi yapı ve birey bu projenin hayata geçemeyeceğini düşünmüştü. Bu kesimler ya başından itibaren çalışmaya katılmamış ya da düşük profilli bir katılım sergilemişlerdi. Ne mutlu ki bugün Türkiye siyasi arenasında sermayenin seçenekleri dışında başka bir yoldan yürünebileceğine dair umut yaratmayı başaran bir noktaya gelebildik.
Elbette çok farklı siyasi dengeler ve bağlamlar içerisinde bugünün HDP’si, siyasette 1960’ların Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) yarattığı etkiye benzer bir etki yaratıyor. TİP, ezilenler ve emekçiler için sermayenin sağ (Adalet Partisi) ve sol (CHP) seçenekleri dışında bir umut/yol yaratma girişimiydi, bugün de HDP aynı misyonla siyaset sahnesinde.
TİP’le HDP arasındaki en temel fark, birincisinin kurucu ve taşıyıcı motoru Türkiye’nin aydınları, işçileri ve devrimcileriyken, HDK/HDP’nin kurucu ve taşıyıcı motorunun Kürt Özgürlük Hareketi (KÖH) olmasıdır. Bu tespiti yaparken elbette kendimizi yok sayıp, tek taraflı kurulup gelişecek bir hareketin asla HDK/HDP olamayacağı gerçeğini yadsımıyorum. Türkiye’nin sosyalistlerinin, feministlerinin, ekolojistlerinin, Alevilerinin, Ermenilerinin, Araplarının, Lazlarının olmazsa olmaz bir rolü vardır HDK/HDP’de. Ancak bu taşıyıcı gücün Kürt Özgürlük Hareketi olduğu gerçeğinin üzerini örtmez.
Öyle görünüyor ki, TBMM’de işçilerin ve ezilenlerin temsilinin önünü kesmek için TİP’in meclis dışı kalmasını sağlamak üzere 1969 seçimleri öncesinde geliştirilen barajlı nispi temsil sistemi ve 12 Eylül 1980 darbesinden sonra uygulanmaya başlanan yüzde 10 seçim barajı, önümüzdeki seçimlerde HDP tarafından yıkılacak ve tarihin çöplüğüne gömülecek.
Ama biz meselenin başka bir boyutunu ele alalım. Ayrıntılı bir analize girişmeden kabaca tariflersek TİP kuruluşundan itibaren aşama aşama işçi sınıfı temsilcilerinin, sosyalistlerin, aydınların, devrimci gençliğin ve Kürtlerin buluştuğu bir adres olmuştu. Şayet TİP bu bileşenini koruyarak siyasi hayatını sürdürebilecek bir perspektif ve pratik geliştirebilseydi bugün bambaşka bir siyasi tablo içerisinde olacağımızı söylemek hiç de temelsiz değildir.
Türkiye Sosyalist Hareketinin ilk kez kitlerle buluşabildiği süreç olarak tarifleyebileceğimiz TİP süreci ne yazık ki sürdürülemedi. TİP önderliği eski tüfek sosyalistlerin birikimlerini, işçilerin ve köylülerin hareketlenişini, Kürtlerin dirilişini ve gençliğin cüretini içselleştirip kapsayamadı. Bu kesimler de TİP’i parçalamak yerine önderliğini ele geçirecek taktiksel/stratejik pozisyon alamadılar. Bu konuda Kıvılcımlı’nın özel çabalarını saymazsak neredeyse tüm dinamikler ayrı ayrı kendi yollarının taşlarını döşedi.
Şimdilik HDK/HDP yükseliş çizgisini sürdürüyor olsa da benzer bir eşikle karşı karşıya kalacağımızı öngörmek için elimizde yeterince veri mevcut. Bu dönem popüler olan “HDP güzellemelerinin” tersine bizleri bekleyen riskleri ve görevleri işaret etmeye çalışacağım.
Tüm gücümüz ve inancımızla HDK/HDP’nin yaşarkalabilmesi ve gelişmesi için çabalarken eleştirel davranmamızın altında yatan tek neden HDK/HDP’ye verdiğimiz önem ve TİP pratiğini aşmaya duyduğumuz büyük ihtiyaçtır. Yoksa bugünün gerçekliği içerisinde sosyalizm davamızın HDK/HDP’yle verdiğimiz mücadelenin içerisinden serpilip gelişeceğine ilişkin en ufak bir şüphe taşımıyoruz.
HDP mevcut yapısıyla bir sınıflar ve kimlikler koalisyonudur. Hakim sınıf/blok (merkezinde finans-kapitalin olduğu oligarşi) ve hegemon kimlikler (Türk”çülük”, erkek”lik”, Müslüman/Sünni”cilik”) dışındaki tüm halk sınıfları ve direniş kanalları HDK/HDP paradigması içerisinde kendisine yer bulabilmekte.
Her ne kadar programatik olarak kapitalizmi aşma perspektifi olan, anti-tekel, devrimci demokratik bir paradigma kabul edilmiş olsa da HDK/HDP’nin bugüne kadar öne çıkan pratiği ve (ağırlıklı) söylemi, ufku kapitalizm içi dönüşümlerle sınırlı “radikal demokrasi” çerçevesinde kaldı.*
Kabul etmek gerekir ki bugünkü dengeler içerisinde bu sınıflar koalisyonunun hegemon sınıf ideolojisi işçi sınıfınınki değil. HDK/HDP’yi destekleyen kitlenin ezici çoğunluğu Türk, Kürt, Arap ve tüm halklardan işçiler, işsizler, yoksul köylüler olsa da hakim politika proletarya sosyalizmi değildir. Buna rağmen HDK/HDP Türkiye ve Kürdistan işçi sınıfı açısından önemli bir mücadele mevzisi olma özelliğini sürdürmekte, hatta mevcut siyasal atmosferde içerisinden gelişebileceği yegâne habitatı sunmaktadır.
Durumun böyle oluşunda bir halk koalisyonu olan Kürt hareketinin kendi özgün yapılanmasını (BDP) kapatarak bütün bağlamlarıyla beraber doğrudan HDK/HDP’nin içine konumlanması ve tüm siyasi varoluşunu/gerilimlerini/taktiklerini boylu boyunca HDP’ye taşımasının büyük etkisi var şüphesiz.
KÖH’ün bu kararıyla HDK/HDP hem Kürt Halk hareketinin bütün sınıfsal çelişkilerinin/çatışmalarının hem de KÖH’ün ideolojik konumlanışının realize olduğu alan haline gelmiştir.
Bir yanda Kürt burjuvaları/liberalleri/milliyetçileri HDK/HDP içerisindeki diğer liberal akıntılarla buluşarak siyasal hatta daha güçlüce etki etmeye çabalıyor; diğer yanda ise KÖH’ün hakim ve belirleyici devrimci konumlanışı proletarya sosyalizmiyle rezonansta olsa da, Marksizm/Leninizm’le arasında koyduğu mesafe ve radikal demokrasi stratejisi, mevcut koalisyon içerisinde proletarya sosyalizminin hegemonya mücadelesinde elini zayıflatıyor.
Hoşumuza gitmese de gerçeklik bu! Durumun gerçekçi tahlilini yapmak, bu tablodan kaçmak anlamına gelmez. Aksine, tam da bu tablonun içerisinde ne yapacağımızı tespit etmemiz gerekiyor. Mücadeleyi hangi koşullar içerisinde sürdüreceğinize siz karar veremezsiniz. An’dan önceki gelişmeler size mücadele edeceğiniz koşulları hazırlar ve siz bu gerçeklik içerisinden sürece müdahil olup değiştirebilirsiniz. Elbette “somut duruma” hangi kulvardan müdahale edeceğinizi siz seçersiniz. Ama verili durumu arzularınıza göre değiştiremezsiniz.
Biz verili gerçekliğe HDK/HDP kanalıyla müdahale etmenin en doğru strateji olduğuna sonuna kadar inanıyoruz. Ancak bu tercihin iç mücadelelerini de yadsımıyoruz. Sözünü ettiğimiz gerçekliğin tanınmaması, daha düşük dozdaki çelişkilerle esas olarak uyumlu bir organik yapılanmanın olduğunun sanılması, bu çelişkilerin doğru biçimde ele alınmasını olanaksız kılacağından, çelişkilerin yıkıcı boyutlar kazanmasına zemin yaratılmış olur. Bunun için kimi zaman şiddetli boyutlara ulaşabilecek çelişkilerin olduğunun baştan doğru tespiti, bunların doğru yöntemlerle ele alınmasının ve parti için yıkıcı olamamalarının ön koşulunu oluşturur. Bu, partinin bütünlüğünü koruyarak ilerleyebilmesi açısından son derecede önemli bir noktayı oluşturur.
Seçimlerden başarıyla çıkacak bir HDP önümüzdeki süreçte daha belirgin iç hegemonya mücadelelerine zemin olacaktır. Bundan endişelenmek değil, bu durumun bir dağılmaya neden olmamasını sağlayacak yaklaşımları geliştirmek ve yaygınlaştırmak gerekir. İşte HDP’nin TİP’i aşacağı en önemli nokta tam da budur.
İçerisinde barındırdığı farklı sınıfsal, kimliksel mücadelelerin birbirini çeken/iten gerçekliğini kavramak, bunların ister istemez bir hegemonya mücadelesi içerisinde olacağını kabullenmek ve bu bütünlüğü hakim sınıf ve kimliği yerle yeksan edinceye dek koruyacak bir kavrayışa sıkı sıkıya sarılmak. İşte proletarya sosyalistlerinin bir yandan egemenlere karşı devrimci mücadeleyi yükseltirken diğer yandan içinde hareket etmek zorunda olduğu verili koşullar tam da budur.
HDK/HDP’nin sınıfsal ve ideolojik dokusu, yakalamaya başladığı toplumsal karşılık ve bu durumun yaratacağı yeni girdiler “kanatlı” bir parti yapısını kaçınılmaz kılmaktadır. HDK/HDP’nin topluma nasıl bir kurtuluş yolu sunduğuna ilişkin paradigmalar ve bunun güncel, pratik, taktiksel ve ideolojik yansımaları daha da çatallanacak, farklılıklar görünür hale gelecektir. İşte tam da o noktada parti içi kanatlaşmalar/bloklaşmalar kaçınılmaz, hatta zaruri olacaktır. Bu noktada özenle üzerinde durulması gereken, çoğulculuk fikriyatının sağlam bir biçimde içselleştirilmesi ve kanatlar arası gerilimin partinin bölünmesine ya da paralize olmasına izin vermeyecek bir koalisyon fikriyatı etrafında parti bütünlüğünün korunmasının bilince çıkarılmasıdır.
Seçimlerden sonraki süreçte bu gerçeklikle daha açıktan yüzleşeceğiz.
HDK/HDP’nin Marksistleri, proletarya sosyalistleri durumun idrakinde olmalı ve şimdiden buna uygun bir konumlanma içinde olmalıdır.
Lafı dolandırmadan söyleyelim, memlekette devrimci mücadelenin önünün açılmasını isteyen, ezilenlerin ve sömürülenlerin egemenler karşısında pozisyon kazanmasını isteyen, bugünün somut konumlanışları içerisinde HDP’den yana tavır almalıdır. HDK/HDP’nin içersinde olup olmamak, politik konumlanışına ilişkin eleştiriler/kaygılar barındırmak durumu değiştirmez.
Verili konumlanışlar içerisinde açıktan ya da gizliden CHP’yi işaret etmek, kimi eleştirileri gerekçe ederek HDP’nin karşında bir pozisyon almak, hiçbir toplumsal karşılık yaratamamışken boykot kalkanının ardına sığınmak ülkede ve bölgede devrimci mücadelenin yükselişine değil, gerilemesine hizmet edecektir.
Kürdünden Alevisine, sosyalistinden feministine, Arabından, Ermenisine, ekolojistinden hayvan hakları savunucusuna, işçisinden köylüsüne toplumsal muhalefetin önemli bir kesiminin desteğini alan HDP’yi desteklemeye değer görmemenin ne gibi bir gerekçesi olabilir?
Bize göre böyle bir “körleşme”nin nedeni ya kendinden başkasını devrimci görmeyen sekterizmdir, ya Kürt Özgürlük Hareketiyle birlikte mücadele sürdürmeyi imkansız kılan şovenizmdir, ya da gerçekten devrimci mücadeleyi yükseltme perspektifi olmayan konformizmdir!
30 Mart 15 / Basel
* Radikal demokrasi, devrimci demokrasi meselesi üzerine Yaşayan Marksizm’in Mart 2015 tarihli 3. sayısı incelenebilir.