Almanya’da kurulu Barış Araştırmaları Derneği (QAD) 22 Kasım Cumartesi günü Bonn’da düzenlediği “Birlikte Yaşamı Şekillendirmek: Türkiye’de Çözüm Süreci ve Gelecek Perspektifleri” konferansında Ertuğrul Kürkçü’nün “Ortak Demokratik Yaşamın İnşasında Riskler ve Olanaklar” başlığı altında yaptığı sunumun metnini ve video kaydını aktarıyoruz.
***
Sunucu: Şimdi ikinci konuşmacımız Ertuğrul Kürkçü’ye söz vermek istiyorum. Kendisi Türkiye’de demokratikleşme, toplumsal hareketler, barış süreçleri ve siyasal dönüşümler üzerine hem düşünsel hem siyasal üretimi olan çok önemli bir isimdir. Uzun yıllar parlamentoda ve sivil toplumlarda barış, hak ve özgürlükler için mücadele verdi. Üç dönem milletvekili seçilmiş, DEM Partinin öncülü olan Halkların Demokratik Partisi HDP’nin eş başkanlığını yapmış ve halen de Onursal Başkanıdır. 2013’te başlayan ve 2015’te Dolmabahçe Mutabakatı’nın ardından biten çözüm sürecinde de milletvekilli HDK eş sözcüsüydü. Ertuğrul Kürkçü, Türkiye devrimci hareketinin önde gelen isimlerindendir. Bugün oturumumuzda Türkiye’de çözüm sürecinin kırılgan geçiş dönemi, riskler, fırsatlar ve demokratikleşme imkanlarını anlatarak tartışmamıza güçlü bir katkı sunacaktır. Şimdi sözü kendisine veriyorum.
Devletin tek merkezli inisiyatifleri ve Kürt hareketinin çok eksenli yapısı
Ertuğrul Kürkçü: Bu toplantı, bir ilk toplantı olarak -onlar açısından- ve bizim de QAD’la beraber burada ilk bir araya gelişimiz olarak çok uygun bir kimya, çok iyi bir düzenleme ve hem heyecanlı konuşmalara hem serinkanlı akla izin veren ve hepsine eşit muamele eden, iyi bir yönetimle sürüyor. O yüzden ben de burada onurlandım çağırdığınız için. Tekrar teşekkür ediyorum.
Şimdi ben, kendi yaptığım kategorizasyona göre daha çok bu kuru ve soğuk aklı temsil etmeyi düşünüyorum. Hem yaş itibariyle -artık “seksen yaşında” da DEV-GENÇ olamayacağıma göre- böyle bir rol daha yerinde. Ama bence ihtiyacımız olan da biraz bu hengamenin gerisine çekilip başımıza ne geliyor diye bakmak. Çünkü biraz bence de tam olarak ne olduğunu göremediğimiz, teşhis koyamadığımız ve buna rağmen yeni bir pencerenin açıldığını bilmemiz, fakat hâlâ stratejik bir plan sahibi olamayacak kadar yeni özgül koşulları pratikte tanımıyor olmamızdan doğan bir gerilim var. Bugün çözüm süreci olarak adlandırılan gündem, aslında bize şundan ötürü yabancı değil. Biz bununla ilk defa karşılaşmıyoruz. Ben beni bildiğimden beri hep bir “geçiş sürecinde”yizdir. Hep “bir şey çözülecektir”, “o çözülecektir”, “bu çözülecektir”. Ama Kürt meselesiyle ilgili de, özellikle Öcalan’ın mücadeleyi sevk ve idareye başladığından beri çatışma ve müzakereyi bir arada götüren stiliyle beraber ilk 1993’te tanık olduk: Özal dönemi görüşmeleri. Baklava yerken öldü ama zehirlenip öldüğü için bu işin son bulduğu söylendi. O öyle kesildi. 2010 müzakereleri akamete uğradı. Onun ancak Fethullahçıların servis ettiği kayıtlarının bir bölümünü biliyoruz. Diğerinin içinde yaşadık. Şahsen, benim için böyle. Ve bir gün Sırrı Süreyya’nın mizansenini yaptığı fotoğraf çekimini arkadan yönettikten sonra Tayyip Erdoğan iki gün sonra “Bu ne ya, ben bunu tanımıyorum.” dedi ve o süreç de öyle bitti, fakat bunları biliyoruz.
Şimdi yaşadığımız süreç bu bakımdan bir ada da sahip değil. Hepimiz kendi olduğumuz yerden adlandırıyoruz. Biz öyle olmasını istediğimiz için “çözüm süreci” diyoruz ama rejim buna, resmi söylemde “terörsüz Türkiye” diye polisiye, buyurgan bir tek yanlı yaklaşım getiriyor. Yani ayrı şeyler konuşuyoruz, ama aynı şeyi yapıyormuşuz gibi. Ama kim yapıyor onu bilmiyoruz. Bu arada bir makine var, durmadan çalışıyor. Bu makine bize diyor ki “Aslında şu oluyor, biliyor musun?” “Hadi ya, nereden biliyorsun?” “Aslında şu bana söyledi.” Abdülkadir Selvi oradan yazıyor, öteki buradan yazıyor. Bazı fısıltılar geliyor ve biz de düşünüyoruz ki aslında bir şey, arkada bir esas plan var. Bizim gördüklerimiz bunların bir perdeye yansıması. Esas plan işliyor. Var mı plan, yok mu? Aslında bunu da tam olarak bilmiyoruz. Fakat olmadığını da söyleyemeyiz. Çünkü bir hayat da yürüyor. Şimdi bütün bunun içerisinden baktığımızda ben […] karşımızda devletin tek merkezli inisiyatifleriyle Kürt hareketinin çok eksenli yapısı arasında oluşmuş kırılgan bir geçiş alanında bulunduğumuzu tespit ediyorum. Yerimiz burasıdır. Henüz bir çözüm alanında değiliz. Müzakerelerin hepsi bilfiil yürümektedir. Elde ne bir yürüyüş haritası, ne bir aşamalar dizisi, ne varılacak nihai hedef, ne de bunun doğruluğunun bize kanıtlanacağı göstergeler hakkında müşterek bir zemin sunulmuş değildir. o açıdan devlet bu, bizim “çözüm” dediğimiz süreci, kendi belirlediği araçlarla ve kendi kavram setiyle tek yanlı bir siyasal mühendislik olarak yürütüyor.
Bunun karşısında en dinamik mekanizma Kürt siyasi hareketinin bütünselliği. Bu, bana sorarsanız, -yani ben öyle diyorum, sormasanız da diyeceğim ama bana öyle geliyor ki- gerek savaş gerek müzakere tecrübesiyle, gerek zaten milli yaşantıları enternasyonal olan, yani dört parçada birden yaşayan, yaptıkları her şey enternasyonal sonuçlar veren, o yüzden dünyayla herkesten, Türklerden ve belki Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden de daha çok ilişki içerisinde olan bu mücadele halindeki topluluğun, milletin, politik önderliği burada, seyrin ne tarafa doğru gideceğini görerek oraya daha fazla yatırım yapıyor ve aslında başladığından başka bir yerdeyiz: Hatırlayın, Bahçeli’nin teklifi şundan ibaretti. “Silahları bırakın gelin, hapishanede size yer hazırladık, orada yatacaksınız, adaletin kollarında şifa bulacaksınız.” Sonra? Sonrasını da o biliyor. Onun totaliter programı! Derhal “Dokuz Işık” programını güncelledi ve attı ortaya. Hatırlayacaksınız bunları: “Türkiye’de sadece bu program olacak. Bütün partilerin programı böyle olacak. Aynı tasaları ve aynı kıvançları yaşamayanlar zaten bu milletten olmayacak” v.b. Bu cenderenin, bu Prokrustes yatağının içine bütün bu hayatı sokma cesaretiyle başladı. Fakat bugün başka bir yere geldik: Şimdi “denize atlayacağım, adaya yüzeceğim” diye konuştuğu bir noktaya taşındı mesele. Demek ki aslında bu geçiş süreci etkilenebilir, yönetilebilir. Aslında bu tıpkı harp gibi ya da genel olarak tarihin oluşumu gibi: Biri bir şey söyler ya da biri bir şey, bir kuvvet uygular, öbürü başka bir kuvvet uygular. Netice, hiç kimsenin gitmek istemeyi baştan planlamadığı yerdir. Bu bileşke istikametinde hayat sürer.
Kürt Siyasal Hareketinin çok eksenli yapısı
Ben özgürlük hareketinin bu bileşkeyi daima özgürlük, ortak yaşam, birlikte kurtuluş ve genel olarak bu ışınları dünyaya yayma arzusuyla hareket ederek mümkün mertebe bükebildiğini düşünüyorum. Fakat burada da bir tane dinamik yok. Yani [şöyle]:
İmralı-Öcalan ekseni. Bence en mühim olan budur. Tecrit altında olsa da hareketin stratejik, moral ve ideolojik merkezi burası. Yani sırf takdir ettiğim için öyle olduğunu söylemek istemiyorum. Öyle olduğu için takdir etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Çünkü hatırlayın İmralı kapıları açılıncaya kadar kimsenin ağzından “S harfi” çıkmıyordu, bırak sosyalizmi… Kimse komün kurmuyordu, bırak komünizmi, K harfi yasaktı, LGBTİ diyemezdin vesaire vesaire. Klasik geleneksel hayat modern kurtuluş mücadelesinin üzerine çökmüş[tü] ve boğuyordu, bir pencere açıldı ve birçok şey değişti. O yüzden burası mühim. Eleştiriler: Sonsuzca eleştiri olabilir. Fakat bundan daha yüksek bir imkân bugün için, yönseme açısından yoktur.
İkincisi, Kürt Özgürlük hareketi bir başka düzeydir. Dört parçada bölgesel baskılara rağmen etkisini sürdüren esnek stratejik aktör burada.
[Üçüncüsü], fakat bunlara rağmen artık önemi göreli olarak artan ve neredeyse hepsini örtme istidadı gösteren, fakat bunu nasıl yapacağı hakkında yeterli kanaate sahip olmayan legal alan, DEM ve bileşenleri alanı. Bu, geniş bir toplumsal alanda baskılar, kapatma riski ve temkin kültürü nedeniyle kendi hareketini kendisi sınırlayan bir noktada.
Ve nihayet [dördüncüsü]en önemli dinamik -Özgür biraz önce ona değindi- Batı metropollerindeki yeni genç Kürt kimliği. Bana göre bundan daha yüksek bir servet yok. Çünkü hem geleneksel asabiyyenin içinde hem modern, hem kentli ama kentin en yırtıcı dinamiği, hem aydınlanmış hem de öbür yandan, bütün müktesebatı, tarihi, tevarüs etmiş. Böyle bir kuşak, böyle bir yapı var, ve bu aslında ne DEM’in içinde tamamen, ne hareketin bir parçası -ama tarih ve sosyoloji bunların gelerek buraları ele geçirmesini mecbur ediyor. O yüzden, burası şimdiden düzenlenebilirse bizim açımızdan bütün bu süreçleri tanzim edebilecek bir yeni dinamik ortaya çıkacak. Dolayısıyla öbür özneyi de tam olarak bilmiyoruz.
Asimetrik gerilim
Fakat bütün bunlar içerisinde sezgimiz, görgümüz, tarih bilgimiz ve nihayet işte içinde yaşadığımız toplumun bize kazandırdığı konumlanmalar dolayısıyla buradan sonuç almaya çalışıyoruz. Şimdi ben buna dayanarak demek istiyorum ki, bu asimetrik gerilim hala, yani başta devlet ve Kürt hareketi arasındaki bu asimetrik gerilim, bu geçiş dönemini kırılgan, hale getiriyor. O nedenle ben teklif ediyorum ki, tartışmamızın hareket noktasını gerçekleşmesi ileride mümkün olacak büyük harfle Barış mimarisinden -çünkü bunun dinamiklerini [henüz] tam olarak bilmiyoruz- hareketle yapmak değil, tam da bugün içinden geçmiş ve geçmekte olduğumuz geçiş döneminin somut risk ve olanakları üzerinden başlatmamız doğru olur. O nedenle bu geçiş dönemini ayakları üzerinde, öbür aşamaya vardırmak, sağlam ve gürbüz olarak bu geçiş döneminin içinden çıkabilmek, barışın da demokratizmin de güvencesi olacak.
Somut teklif: İstisna hukuku
Şimdi bu şartlar muvacehesinde bizim karşımızda rejimin somut olarak koyduğu bir tek plan var: 1928 tarihli 1239 sayılı Şark Mıntıkasında Ceraim Takibatı ve Cezaların Tevili Kanunu”, yani “Şeyh Said İsyanı” denilen “isyan”dan sonra, Kürt vilayetlerine özgü ayaklanma bastırma eksenli bir bölgesel istisna hukuku. Şimdi denecek ki, “adam diyor ki, yani, hani tarihte böyle bir kanun olmuştu, tabii ki öyle yapmayacak.” Nereden biliyorsunuz? Ben kimse kefil olmasın derim, bir. İkincisi şu, ben de biliyorum, “bir istisna hukukunu meşru göstermek için zamanında yapmıştı, şimdi de yapabilir meclis”, diyor. Bunu anladık. İyi de ya aklına gelecek olan şey sadece 1239.01 versiyonunu mu yapmak olabilir? Bunca yaşanmışlıktan, 2013-15 deneyiminden, 2010 müzakerelerinden, onun öncesinden, kırk yıllık savaştan, elli, altmış, yetmiş bin insanı toprağın altına gömmemizden çıkartılacak sonuç, bir istisna hukuku maddesi olabilir mi?
Şimdi bu, özgürlük ve güvenlik perspektifleri arasında taraflardan birisinin özgürlük perspektifini mümkün olduğu kadar germeye, ötekisinin ise güvenlik eksenini mümkün olduğu kadar korumaya, çubuğu o tarafa büktürmemeye çalıştığı bambaşka bir ilişki -bir barış müzakeresi iklimi böyle olmaz. Ama çatışmamanın koşullarını sağlamak ve bunu her iki taraf için de bir imkân haline getirmek önemlidir. Bu fırsatı reddetmediği ve bundan bir imkân türetmeye çalıştığı için ben Öcalan’ın yapılabilecek en önemli şeyi yaptığını düşünüyorum. Ve bunun ne pahasına olduğunu düşünün. Bu kırk yıl boyunca yaratılmış olan bütün mücadele mekanizmalarını teorik olarak ve politik olarak hurdalığa çıkartmak ve onun yerine sadece kendine ve sadece yaratmış olduğu birikime güvenerek şimdi yeni bir mücadele hayatına atılma perspektifiyle bunu ikame etmek -Bu, çok, çok önemli ve bu bir istisna hukukunun, bilmem neyin, yönetebileceği bir durum değil. O yüzden başka bir yere akmak gerekecek.
DEM Parti’nin dönüşüm imkanları
Burada en önemli mekanizma, DEM Parti. DEM Parti’nin kendisi değil, bu partiyi oluşturan kavramsallık ve tecrübe.
Hepimiz biliyoruz ki, artık her şey değişince DEM Parti de aynı şey olamaz, o da değişecektir. Fakat, halen, iki vitesli değil, bence tek vitesli olarak hareket ediyor: Yani merkezin dış sesi olarak davranıyor. Ama, çözümün toplumsallaşabilmesi için hem süreçle uyumlu[luk], sürecin gerektirdiği temkin [gerekli] -çünkü bilmiyoruz-; hem de toplumsal muhalefet üretebilen kapasite. Şimdi birincisi mükemmelen uygulanıyor. Ben bundan daha temkinli bir parti görmedim hayatımda. Ama onda da haklılar. Çünkü bu onların seçtiği bir varoluş tarzı değil. Kuvvetlerin karşılıklı münasebetinin dayattığı zorunlu rol. İkincisine geldiği zaman sıra, bu rolden ama çıkmayı düşünmek lazım.
DEM Parti’nin sosyalist bileşenlerinin istisnai önemi
Burada en önemli şey, DEM Partisi açısından, bu hareketin de yeni yönelimiyle birlikte, sosyalist bileşenlerin stratejik rolünü artırmak ve bunu genişletmek ve yeni benzer faktörlerle tamamlamak olabilir. Çünkü bu [bileşenler] Türkiye’de kadın, gençlik, işçi, LGBTİ+, ekoloji ve kent hareketleriyle doğrudan temasta olan örgütsel damarları barındırıyor. Ancak bu potansiyel bugün genellikle atıl durumda. Bu bileşenlerin yeniden harekete geçirilmesi, DEM’in zorunlu ve gerekli temkinli parlamenter hattıyla toplumsal enerjiyi birleştirecek tamamlayıcı köprü işlevi görebilir. Böylece DEM çözümle uyumlu kalırken aynı zamanda toplumsal muhalefetin görünür ve etkin bir parçası haline gelebilir. Bu model, rejimin “DEM bizimle yürüyor” propagandasının etkisini büyük bir hızla ve kuvvetle bertaraf eder. Bunları yalanlamaya gerek yoktur böyle olduktan sonra. Zaten bu yalan söylenemez hale gelecektir.
Küresel ve enternasyonalist boyut
Nihayet bir küresel ve enternasyonalist boyut meselesi var. Burada birincisi, küresel güç dengesi Türkiye’nin elini güçlendirirken -başka arkadaşlarımız da söyledi- demokratikleşme taleplerini gündemin gerisine itiyor. Enternasyonal dayanışma eksikliği, küresel solun zayıf kurumsallaşması, Türkiye’deki demokratik geçişi destekleyecek ağların sınırlı kalmasına yol açıyor. Ve bir olanak var. Kürt meselesinin küresel görünürlüğünü, insan hakları ve dekolonizasyon eksenli dayanışmalarla içeride ve dışarıda yeni inisiyatiflerle, hayata geçirmek mümkün.
Demek ki geçiş süreci sadece iç dinamiklerin değil, bölgesel ve küresel güç ilişkilerinin ritmine de bağlı. Fakat birinci saydıklarımız, devletler, bizim için olumsuz bir dış koşul yaratırken, şimdi her yerde yükselen savaş, diktatörlük, faşizm karşıtı, özgürlükçü, ekolojist, genel olarak her türlü hürriyeti kapitalizmden özgürleşmekle ilişkilendiren bu yeni dalga, bizim uluslararası en önemli dayanağımız olabilir ve bu bizi bir yeni enternasyonal çağrısının sınırına getirebilir.
Kent uzlaşısını yeniden inşa gerekliliği
Kapatırken, en önemli iç meselelerden birisi olarak bence DEM Partinin büyük başarısı, onun eliyle yürütülmüş olan bu kent uzlaşısının dayanaklarına rejimin yönelttiği vahşi saldırı karşısında sadece buna karşı itiraz etmekle kalmamak, aynı zamanda barışın toplumsallaşmasının en canlı damarına yönelik bu saldırı karşısında genç nüfusla kurulacak yeni bağlar açısından, [onu] aşağıdan yeniden kurma çabası içerisine girmek gerekir.
Burada [konu] Cumhuriyet Halk Partisi yönetiminin ne yaptığı, ne ettiği değil, canhıraş bir biçimde diktatörlük altında kendi hayatlarını, kimliklerini, kadın kimliklerini, emekçi kimliklerini, öğrenci kimliklerini, yurttaş kimliklerini korumak için büyük bir mücadele veren, her dakika mücadele veren insanlarla Kürtlerin onur savaşı arasında tarihi bir bağ olduğunu bir kere daha yeniden gündemleştirmek. Bu, -Özgür’ün de anlattığı gibi- aşağıdan olacak bir şey. Ama bu “aşağısı” aslında özgürlükçü hareketlerin, partilerin alanı. O yüzden bize, bizim mücadele tarzımıza yeni bir görev daha çıkıyor.
Demokratik geçiş adımları: Geçiş eşiğinde somut ve gerçekçi imkânlar
O nedenle ben, bu iklimde, bu şartlar altında, iddia ediyorum ki geçişin kırılganlığını azaltan, toplumsal güveni büyüten, DEM’i yeniden toplumsal özneye dönüştüren, çözümün toplumsallaşmasının somut temelini oluşturan eşik adımlar ile yürüyebiliriz. Ve bunların hiçbirisi makro değişiklikler gerektirmez. Yeni anayasalar, hatta yeni kanun bile gerektirmez. Yerel demokrasi adımları, çok dilli belediye hizmetleri…
Aynı kanunlar varken çok dilli belediye hizmetleri verebiliyorduk biz. Kent konseylerinde Kürt ve Alevi temsilinin kurumsallaşması, cemevlerinin belediye bütçelerine erişiminin sağlanması, kayyım pratiğinin sonlandırılması, kayyımların geri çekilmesi vesaire… Böyle devam edebilirim.
Bu noktada canlı sunumda zaman sınırı nedeniyle atlamak zorunda kaldığım konferans sekretaryasına ilettiğim metindeki şu bölümü, video kaydında olmamakla birlikte önerinin geçiş mantığının anlaşılmasına ve sunumun tutarlılığına katkısı açısından metne ekliyorum
Çatışma çözümü literatüründe “düşük riskli reformlar” olarak bilinen alanı gündeme müdahale bağlamında Demokratik Geçiş Adımları olarak adlandırıyorum. Çünkü bunlar:
- geçişin kırılganlığını azaltan,
- toplumsal güveni büyüten,
- DEM’i yeniden toplumsal özneye dönüştüren,
- çözümün toplumsallaşmasının somut temelini oluşturan
eşik adımlar.
Bugün yüksek riskli politik alanlar kapalı; buna karşılık Demokratik Geçiş Adımları mevcut mevzuat dahilinde uygulanabilir tek demokratik koridor olarak öne çıkıyor.
Bu adımlar dört başlıkta somutlaşabilir:
(1) Yerel demokrasi adımları
- Çok dilli belediye hizmetleri
- Kent konseylerinde Kürt ve Alevi temsilinin kurumsallaşması
- Cemevlerinin belediye bütçelerine erişimi
- Kayyım pratiğinin sınırlandırılması ve mevcut kayyımların geri çekilmesi
(2) Kültürel ve dilsel adımlar
- Kürtçeye talebe bağlı zorunlu ders statüsü
- Üniversitelerde Kürt dili bölümlerinin güçlendirilmesi
- Kürtçe kültür-sanat faaliyetlerinin kamusal teşviki
- Medyada çok dilli yayıncılığın genişletilmesi
(3) Kent ve sosyal politika adımları
- Kürt mahalleleri için özel dönüşüm ve hizmet programları
- Çok dilli sosyal hizmet merkezleri (kadın, gençlik, kreş)
- Bölgesel istihdam destekleri
- Ayrımcılık karşıtı yerel ombudsman mekanizmaları
(4) Güven artırıcı mikro-siyasal adımlar
- Cezaevlerinde hakların genişletilmesi ve infaz yakma uygulamalarının son bulması
- Şeffaf veri paylaşımı
- Bağımsız bir izleme/değerlendirme komisyonu
- Süreç gelişmelerinin kamuoyuyla düzenli paylaşılması
Bu adımlar hep birlikte ve eş zamanlı uygulamaya sokulmaları halinde, DEM’i yeniden aktive edebilecek güçlü siyasal manivela işlevi görecektir. Çünkü hareketin en canlı olduğu alanlar —kadın örgütleri, gençlik ağları, kent ve kültür hareketleri— tam da bu adımların doğal temas bölgesidir.
Bunlar gözünüzün önüne gelebilir. Şimdi bunlara hız veren, arada geçen, bu yukarıda cereyan eden, bizim gölge olarak görebildiğimiz şeyler olup biterken, aşağıda temeli sahici, kendi dinamikleri içerisinde zaten sürdürmeyi sağlamak ve buradan bir yeni zemin oluşturmak. Bunların aynı zamanda hep birlikte uygulamaya sokulması çok güçlü bir siyasal manivelaya bizi kavuşturabilir.
Ana riskler ve olanaklar
Fakat burada geçiş mimarisinin yokluğu, istisna hukuku, kent uzlaşısının tasfiyesi, DEM’in edilgenleşmesi, bölgesel kırılganlıklar, ekonomik kriz, milliyetçilik döngüsü ve CHP belediyelerine saldırı geçiş sürecinin ana riskleridir.
Olanaklar, DEM için genişleyen manevra alanı, sosyalist bileşenlerin mobilizasyon potansiyeli, Batı metropollerindeki genç Kürt kitlesi, demokratik geçiş adımları, uluslararası demokratik dayanışma olanakları ve DEM’in iki vitesli siyaset modeline geçme ihtimali, bunlar da bizim bu süreçten kaynaklanan olanaklarımız.
Son, cümlemi söylersem, demokratik geçiş adımlarını doğru işletir, sosyal adalet ve gençlik alanlarına da teşmil edebilirsek çözümün toplumsallaşması için sağlam bir temel kurabiliriz. Bu alanın ihmali, sürecin daha başlamadan çökmesi riskini ima eder. Kürt özgürlük hareketinin büyük fedakarlığıyla açılan bu geçiş hattını ortak demokratik yaşamın kalıcı temeline dönüştürmek; hepimizin tarihsel sorumluluğu buradan başlıyor.
Serkeftin hevalno,
Berxwedan jîyane.
