Alexis Kalk, Siyaset Dergisi için yazdı: “Urfa öz savunması Mıkırtiç Yotyeğbayryan liderliğinde 1915 Eylül’ünde başladı. Kasım ayına gelindiğinde Ermeni mahallesindeki 2300 evden sadece 50’si ayakta kalmıştı. Bugün Nusaybin 1915 Urfa’sı kadar uzak mı bizlere? Oysa hâlâ şehirler yıkılıyor, insanlar sürülüyor ve katlediliyor.”
ALEXİS KALK
Deyrizor çöllerinde naneler biter
Nanenin kokusu cihana yeter
Bu ayrılık bize ölümden beter
Dini bir uğruna giden Ermeni
***
Yürüye yürüye geldik Arap köyüne
Aç kala kala düştük bizler evlere
Mevlâm Ermeni’ye sabırlar vere
Dini bir uğruna giden Ermeni
***
Tuzsuz olur Arabistan fıstığı
Taştanmış Ermeni’nin yastığı
Böyle miymiş Osmanlı’nın dostluğu
Dini bir uğruna giden Ermeni
***
Suvağın dağında bir sele mişmiş
Ermeni muhacir tifoya düşmüş
Kuvveti olanlar Sincar’a kaçmış
Kuvveti olmayan çöllerde kalmış
***
Yol verin jandarmalar biz gideceğiz
Anamız babamız biz bulacağız
***
Sabahtan kalktım da güneş parlıyor
Çeçenler oturmuş mavzer yağlıyor
Ağama baktım ki yaman ağlıyor
Dini bir uğruna giden Ermeni
***
Ermeni Ermeni sefil Ermeni
Ermeni’nin yoktur asla dermanı
Ermeni’nin yoktur asla dermanı
Padişahtan gelmiş kırım fermanı
Bundan 102 yıl önce çöl yollarında söylenen, 1939 yılında Vartan S. Shapazian tarafından kayda alınan ve Sarkis Çerkezyan’ın hışırtılı sesinden internete düşen kaydıyla pek çok kişiye ulaşan bu Ermeni türküsü sadece 1915’i anlatıyor diyebilir miyiz? 102 yıl önce anlatılan coğrafyaya bugün baktığımızda ne görüyoruz? Belki de en önemlisi, gördüklerimizde bizlerin sorumluluğu ne?
102 yıl önce, 102 yıl sonra
Bundan 102 yıl önce Edirne’den Van’a bir halk binlerce yıldır yaşadığı topraklardan zorla söküldü. Direnme potansiyelini ortadan kaldırmak için erkekler genellikle bulundukları yerleşim yerleri yakınlarında askerlerce infaz ediliyorken kadınlar, yaşlılar ve çocuklar yollara sürülüyordu. Devletin güdümündeki çetelerin, kolluk kuvvetlerinin, eşkıyaların, açlığın, susuzluğun ve hastalıkların elinden kurtulabilenler için vaat edilen ise Suriye Çölleri’nin ölüm tarlalarıydı. Soykırım konvoylarının nihai hedefi olarak Osmanlı’nın bir çöl vilayeti olan Der Zor yani Deyru’z-zur belirlenmişti. Der Zor bir halkın öldüğü ve dirildiği yerin adı oldu.
2014 yılında IŞİD, Der Zor’da Ermeni Soykırımı kurbanları anısına yapılan kiliseyi yıktı. Bugün hâlâ Der Zor’un büyük bir bölümü IŞİD denilen soykırımcı çetelerin kontrolünde. Türküde gücü yetenlerin sığındığı Sincar’da (Şengal) ise IŞİD 2014 yılında Ezidi Halkına soykırım uyguladı. 102 yıl önce Ermeni kadınlar ve çocuklar köle pazarlarında satılırken bugün Ezidi kadınlar ve çocuklar aynı kaderi paylaşıyor.
Urfa öz savunması Mıkırtiç Yotyeğbayryan liderliğinde 1915 Eylül’ünde başladı. Kasım ayına gelindiğinde Ermeni mahallesindeki 2300 evden sadece 50’si ayakta kalmıştı. Bugün Nusaybin 1915 Urfa’sı kadar uzak mı bizlere? Oysa hâlâ şehirler yıkılıyor, insanlar sürülüyor ve katlediliyor.
Soykırımla yüzleşme
Bir çembermişçesine dönen tarih önümüze yine katliam, sürgün ve soykırım gerçeğini bıraktı. Bu yakıcı gündemden, bu gerçeklikten kaçış artık mümkün değil. Ya bu gerçeklikle layıkıyla yüzleşip hesaplaşacağız ya da bir soykırım ve katliamlar düzeninde yaşamayı kabul etmiş olacağız. Toplumumuzun geçmişindeki üstü örtülmüş, gizlenmiş, ötelenmiş tüm insanlık suçlarıyla hesaplaşmanın gelecek inşasındaki önemini yadsımak artık ancak bu tarz bir düzen talebiyle örtüşebilir. Dolayısıyla kendini sol, sosyalist, demokrat, devrimci vb. olarak addeden kişi ve kurumların konuyu bu çerçevede değerlendirmesi, soykırım meselesini anlamak için zaman ve emek harcaması elzem bir hal almıştır. Nitekim bu kısır döngü içerisinde sıkışıp kalmamızda topluma öncülük etmesi beklenen bu kesimlerin yıllara yayılan kolaycı tavrı, çeşitli yanılgıları ya da ihmalleri oldukça etkili olmuştur. Artık bu döngüyü kırmanın önemini anlamalı, geçmiş deneyimleri irdelemeli, suçları gerektiği şekilde mahkûm etmeli ve sorumlularından hesap sormalıyız. Yeni soykırım ve katliam girişimlerine karşı örgütlü, ivedi ve etkili tepki vermeliyiz.
Sol ve soykırım
Solun soykırım meselesine ilgisinin oldukça gecikmeli olarak gelişmesi toplumun soykırımlara yaklaşımının devlet tarafından kolayca belirlenmesine yol açtı. Bu sayede devlet katliamcı, asimilasyoncu ve soykırımcı politikalarını halklar üzerinde pervasızca uyguladı, yarattığı suç ortaklarını nesiller boyu koruyup kollayabildi. Hrant Dink ve gazetesi Agos’un çabaları ve diaspora Ermenileri’nin faaliyetlerinin artması ile birlikte Ermeni Soykırımı 1990’lı yılların ortalarında Türkiye gündeminde yer bulmaya başladı. Fakat pek çok sol yapı ve çevre Hrant’ın katline dek meseleye ilgisiz kalmayı sürdürdü. Hrant Dink’in katledilmesi ile birlikte sol içerisinde konuya ilgi artmış olsa da özellikle kurumsal manada uzunca bir süre soykırım meselesinin etrafından dolanıldı ve can alıcı sorular sorulmadı. Yine de bu dönemde yapılan pek çok panel, söyleşi, haber ve yayın meseleyi toplumun gündemine sokmuş ve tarihi gerçeklerin ilk defa geniş kesimler ile buluşmasını sağlamıştır.
Bu dönemde sol kendi tarihini de başka bir gözle yeniden incelemeye koyulmuş, Ermeni Soykırımı içerisinde kendi tarihinin izlerini bulmuştur. Mustafa Suphiler’den öncesine miyop bakan “resmi” sol tarih yazımı Paramaz ve yoldaşları, Krikor Zohrab, Zabel Yesayan, Sose Mayrig, Mari Beyleryan gibi onlarca isimle yeniden tanışmak durumunda kaldı. Böylece soykırımın sadece insanları yok etmediğini, insanlarla birlikte büyük bir bilgi, kültür ve deneyim birikimini de yok ettiğini geniş kesimler doğrudan idrak etmiş oldu.
Ermeni Soykırımının 100. yılı ise tüm bu çalışmaların yoğunlaşmasına ve bir nevi kurumsallaşmasına vesile oldu. Pek çok siyasi parti ve örgüt, resmi veya yarı resmi yayın organlarında Ermeni Soykırımını etraflıca işledi. Önceki dönemlerle kıyaslanmayacak kadar fazla panel, sohbet, program ve yayın bu dönemde gerçekleşti.
Kuşkusuz onlarca yıllık gecikmişlik birkaç yıllık çaba ile kapatılamaz fakat çok önemli bir yol kat ettiğimizi ifade etmemiz gerekiyor. Yalan duvarında ilk delik açıldı ve tarih gerçek bir hesaplaşmayı bizlere dayatıyor. Bu manada KÖH’ün Şengal’de Ezidi Halkına açtığı koridor tüm bu soykırım döngüsünü kıran tarihi ve örnek bir müdahale oldu. Bugün zor bir dönemden geçiyor olsak da soykırımlar ile yüzleşmenin ve hesaplaşmanın geleceğin inşasında en önemli araçlarımızdan birisi olduğunu aklımızdan çıkarmayalım ve mücadeleyi kararlılıkla sürdürelim.