2013 yılı, Türkiye’nin yakın siyasi tarihindeki en umutlu dönemlerinden biriydi. Kürt sorununun silahsız ve demokratik yollarla çözülmesi için başlatılan “çözüm süreci”, hem iç siyasette hem de bölgesel dengelerde yeni bir sayfa açılabileceği izlenimi yaratmıştı. Ancak bu sürecin birkaç yıl içinde çökmesi, sadece Türkiye’nin iç barışını değil, bölgedeki tüm siyasi denklemi de etkiledi. Bugün hala o dönemin yankıları, Suriye’nin kuzeyinden Ankara’daki tartışmalara kadar her alanda hissediliyor.
Çözüm süreci: Umuttan korkuya dönüş
Çözüm süreci, devlet ile PKK arasında yıllar süren çatışmanın ardından gelen bir “müzakere dönemiydi.” Ancak süreç, şeffaflık eksikliği, karşılıklı güvensizlik ve iç siyasetteki hesapların gölgesinde kaldı. 2015’te çatışmalar yeniden başladığında, Türkiye yalnızca Kürt sorununda değil, demokratikleşme yolunda da ciddi bir gerileme yaşadı.
Sürecin çöküşü siyasetin kutuplaşma üzerinden yeniden şekillenmesine neden oldu. Barış dilinin yerini milliyetçi retorik, katılımın yerini otoriterleşme aldı. Kürt meselesinin demokratik çözüm ihtimali ortadan kalktıkça Türkiye’de genel anlamda demokrasi de daraldı.
Suriye denkleminde SDG/YPG’nin rolü
Aynı yıllarda Türkiye sınırının hemen ötesinde başka bir dinamik şekilleniyordu: Suriye iç savaşı. IŞİD’e karşı savaşın en etkili aktörlerinden biri haline gelen Suriye Demokratik Güçleri (SDG), özünde YPG öncülüğünde kurulan bir yapı, uluslararası meşruiyet kazandı. ABD’nin de desteğiyle Suriye’nin kuzeyinde fiili bir özerklik alanı doğdu.
Bu durum Ankara tarafından bir güvenlik tehdidi olarak algılandı. Ancak bu algının arkasında, aslında çözüm sürecinin başarısızlığıyla iç içe geçmiş bir travma yatıyordu: Türkiye, kendi Kürt sorununu demokratik zeminde çözemediği için, sınırın öte yanında ortaya çıkan Kürt özerkliğine karşı da sert bir refleks geliştirdi. Eğer çözüm süreci başarıyla sonuçlansaydı, Türkiye belki de bugün Suriye’nin kuzeyinde düşman değil müttefik bir Kürt yönetimiyle komşu olacaktı.
Ahmed el-Şara’nın Beyaz Saray ziyareti ve yeni bölgesel dönemeç
Kasım 2025’te Şam yönetiminin başkanı Ahmed el-Şara’nın Beyaz Saray’a yaptığı ziyaret bölgedeki dengeleri yeniden tartışmaya açtı. El-Şara, ABD Başkanı ile yaptığı görüşmede “güvenlik ve ekonomik alanlarda ortak çıkarların yeniden tanımlanabileceğini” vurguladı. ABD cephesinde ise bu görüşme, “Suriye’ye yeniden doğuş şansı verme” adımı olarak değerlendirildi.
Bu diplomatik açılım, sadece Suriye-ABD ilişkileri açısından değil, Türkiye’nin bölgesel konumlanışı bakımından da kritik öneme sahip. Çünkü Ankara, yıllardır Suriye sahasında hem askeri hem siyasi olarak belirleyici olmaya çalışıyor. El-Şara – Trump görüşmesi Türkiye’nin bu denklemdeki rolünü yeniden düşünmesi gerektiğini işaret ediyor.
Mazlum Abdi’nin (SDG Komutanı) bu görüşmeyi “bölge halkları açısından umut verici” olarak nitelemesi de dikkat çekici. Bu yorum, ABD’nin Suriye politikasında Kürt aktörlerin rolünü koruma niyetinin devam ettiğini gösteriyor. Türkiye açısından ise bu durum, çözüm sürecindeki başarısızlığının dış politikadaki yankılarından biri olarak okunabilir.
ABD’nin, SDG/YPG tam katılımıyla Suriye’nin yeniden inşasında entegrasyon arayışına girmesi Türkiye için hem güvenlik hem de diplomasi açısından yeni bir sınav anlamına geliyor. Ankara’daki siyasi iktidarın bu süreçten tamamen dışlanmaması ancak içeride demokratik meşruiyet kazanarak uluslararası planda elini güçlendirmesiyle mümkün.
Demokrasi eksikliği: Kapanmayan dönem
Türkiye’de demokratik standartların düşüşü, çözüm sürecinin çöküşüyle aynı döneme denk geldi. Medya özgürlüğünün daralması, muhalefetin kriminalize edilmesi ve yargı bağımsızlığının zayıflaması, sadece Kürt sorunuyla ilgili olanları değil, tüm toplum kesimlerini etkileyen bir otoriter dönüşüm yarattı.
Bu tablo, Türkiye’nin dış politikadaki esnekliğini de sınırladı. Kendi meşruiyeti zayıf bir rejimin Suriye gibi karmaşık bir denklemde güvenilir bir aktör olabilmesi güçleşti. Bugün Ankara’nın SDG ile doğrudan temas kuramaması aslında içerdeki demokratik eksikliğin bir yansımasıdır.
Sonuç: Barışın anahtarı hâlâ aynı yerde
Çözüm süreci başarısız oldu, Suriye parçalandı, Türkiye ise demokraside geri gitti. Ancak temel gerçek değişmedi: Kürt sorunu askeri yöntemlerle çözülemez. Esas olan sınırın berisindeki eşitsizlikleri ortadan kaldırmaktır. Sınırın ötesindeki meşru silahlı güçlere karşı savaşmakla kalıcı güvenlik de sağlanamaz.
Ahmed el-Şara’nın Beyaz Saray ziyareti, bölgedeki tüm aktörlere yeniden hatırlattı ki, barış ve meşruiyet birbiriyle bağlantılı iki kavramdır. Türkiye, içeride demokratikleşmeden dışarıda kalıcı istikrar da inşa edemez.
Barışın anahtarı hâlâ aynı yerde duruyor:
Silahların değil, siyasetin masasında.
