İlke Tv yazarlarından Mehmet Horuş’un kaleme aldığı gözlem yazısında, Birleşmiş Milletler’in çevre ve iklim konulu zirveleri, ekolojik kriz derinleştikçe güven kaybediyor. COP27’nin Mısır, COP28’in Dubai, COP29’un Azerbaycan’da yapılmasının ardından, petrol zengini ülkelerin ev sahipliğinde yürüyen bu zirveler kamuoyunda birer “PR gösterisi” olarak anılmaya başlandı. Bu tabloya karşı, 2025’te Brezilya’nın Amazon kıyısındaki Belem kentinde düzenlenecek COP30, iklim mücadelesinde “yeni bir meşruiyet arayışı” olarak görülüyor.
1992’de Rio Zirvesi’nde imzalanan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin 30. yılında COP yeniden başladığı ülkeye döndü. 6 Kasım’da BM Genel Sekreteri António Guterres’in açılışıyla başlayan zirvede, tıpkı önceki yıllarda olduğu gibi, yetersiz önlemler ve finansal vaatler ön planda. Brezilya Devlet Başkanı Lula da Silva, toplantıyı “Hakikat COP’u” olarak tanımlarken, Amazon’un sembolik mekânı Belem, hem iklim hem de sosyal adalet mücadelesi açısından dikkatleri üzerine çekti.
Ancak Brezilya, bir yandan Amazon’un büyük kısmını barındırırken diğer yandan petrol üretiminde ilk 10 ülke arasında yer alıyor. Lula’nın duyurduğu “Tropical Forests Forever Facility” projesi, ormansızlaşmayı azaltma iddiasıyla yatırım fonu oluşturmayı hedefliyor. Fakat ülkelerin indirim taahhütleri, maliyet hesaplamaları ve yatırım planları, COP’ların giderek bir “ekonomi zirvesine” dönüşmesine neden oluyor. En çok sorulan soru ise yine aynı: “Zengin ülkeler iklim krizine karşı ne kadar fon ayıracak?”
Bu sorgulama, Belem’de düzenlenecek iki ayrı zirveyle yeni bir dönüm noktasına ulaştı. Resmî BM zirvesine paralel olarak gerçekleştirilen Halkların Zirvesi, yalnızca protesto değil, alternatif bir politik çizgi öneriyor. Çağrı metninde, “Ataerkine, kapitalizme, sömürgeciliğe ve ırkçılığa karşı; halkların, doğanın ve toplumsal çeşitliliğin ortak savunusunu büyütme” vurgusu öne çıkıyor. Halkların Zirvesi, sahte iklim çözümlerine karşı dayanışma ve enternasyonal bir mücadele hattı inşa etmeyi amaçlıyor.
Türkiye’den İklim Adalet Koalisyonu temsilcilerinin de katılacağı Belem buluşması, resmî diplomasi ile halk hareketleri arasındaki farkı derinleştiren yeni bir deneyim olacak. Ayrıca, 2026’da COP31’in Antalya’da yapılma olasılığı da Türkiye açısından bu tartışmaları daha da yakıcı hâle getiriyor.
Sonuç olarak, Belem’deki bu iki zirve, yalnızca iklim politikalarının değil, dünya adaletinin geleceği açısından da kritik bir ayrışmayı temsil ediyor: Sermaye merkezli “resmî hukuk” mu, yoksa yaşamın kendisini savunan “halkların hukuku” mu kazanacak?
