Her 25 Kasım’da kadınlar olarak erkek ve devlet şiddetine, cinayetlere, eşitsizliğe karşı adalet için sokaklarda buluşuyoruz.
Ancak mücadelemizde hala gerektiği kadar konuşulmayan çünkü devletin mutlak kontrolü altında, gizli kapıların ardında tuttuğu bir durum var: Cezaevlerinde yaşanan şiddet.
Kadın tutsakların maruz kaldığı tecrit, işkence, cinsel taciz ve sağlık hakkı ihlalleri, toplumsal cinsiyet temelli şiddetin aslında en ağır, en kök salmış biçimini oluşturuyor.
Bu şiddetin tarihsel kökleri çok daha eski olmakla beraber, en bilinenlerinden biri 19 Aralık 2000’deki “Hayata Dönüş Operasyonu”nun bir parçası.
Sorumlular yargılanmadı
Yirmi cezaevine eş zamanlı düzenlenen bu askeri operasyon, açlık grevindeki siyasi tutukluları F-Tipi denilen tecrit sistemine zorla geçirmek amacıyla yapıldı. Otuz kişi bu kasıtlı ‘’operasyonda’’ öldürüldü, yüzlercesi yaralandı.
Bayrampaşa Cezaevi’nin kadın koğuşlarında yaşananlar ise bu operasyonun planlı bir imha girişimi olduğunu gösterdi. Kadınların üzerine gaz bombaları atıldı, koğuşlar ateşe verildi, kapılar dışarıdan kilitlendi.
“Açın kapıyı!” çığlıkları arasında yanarak ölen kadınların hikayesi, bu ülkenin adalet tarihine kazınmış sayısız utançtan biri olarak yazıldı.
O günden bugüne şaşırtıcı olmayan bir şekilde hiçbir sorumlu yargılanmadı.
Bu ülkede cezasızlık, bir devlet refleksi hâlinde biz kadınların kabusu olmaya devam ediyor.
Cezasızlık teşvik ediyor
Bu refleks, yıllar sonra Kandıra Cezaevi’nde Garibe Gezer’in ölümüyle yeniden kendini gösterdi. Mardin Dargeçit’teki sokağa çıkma yasaklarının ardından 2016 yılında tutuklanan Garibe Gezer, Kandıra 1 Nolu F Tipi Kapalı Cezaevi’nde, 2021 yılında işkenceye, cinsel saldırıya ve ağır tecride maruz bırakıldı. Hücresine gönderildi, günlerce yalnız tutuldu, psikolojik olarak kasıtlı olarak çöktürüldü. Cezaevi yönetimi iddiaları reddetti, savcılık elbette ki dosyayı kapattı.
Resmî kayıtlara “intihar” olarak geçen ölüm, sistematik şiddetin daha doğrusu devlet eliyle işlenen cinayetin güncel bir göstergesiydi. Ancak adaletsizlik, ölümle de son bulmadı: 9 Aralık 2021’deki şüpheli ölümüne rağmen, Yargıtay 3. Ceza Dairesi 29 Mart’ta Gezer hakkında daha önce verilmiş olan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını onadı. Bu onama, devletin siyasi düşmanlığının ve adalet mekanizmalarını araçsallaştırma refleksi olduğunu gösteren, emsali görülmemiş bir adımdır.
Garibe Gezer, 19 Aralık’ta kapısı kilitlenen kadınlardan biri olsa bile erkek devletin kadın bedenine yönelen politik düşmanlığı biçim değiştirse de özü aynı kaldı.Bugün de tablo farklı değil.
Cezaevlerinde şiddet devam ediyor
F-Tipi ve T-Tipi cezaevlerinde kadın siyasi tutsaklar hâlâ çıplak aramalara zorlanıyor.
Reddedildiğinde disiplin cezalarıyla, tehditlerle karşılaşıyorlar.
Ayakta sayım dayatması, kelepçeli sevk uygulaması, kişisel eşyaların keyfi biçimde engellenmesi — tümü bir teslimiyet ritüeline dönüştürülmüş durumda.
Birçok cezaevinde temel sağlık hakkı dahi fiilen ortadan kaldırıldı.
Kronik hastalığı bulunan kadınlara ilaçları verilmiyor, hastane sevkleri kasıtlı olarak geciktiriliyor.
Bazı vakalarda reçeteli ilaçların “temin edilemediği” gerekçesiyle tamamen kesildiği, kadınların tedavilerinin yarım bırakıldığı rapor ediliyor.
İHD’nin verilerine göre, son beş yılda onlarca kadın mahpus, tedavi edilmediği için yaşamını yitirdi.
Bu ölümler, ihmalle ya da kazayla değil, politik bir tercih sonucu gerçekleşiyor.
Devlet, cezaevlerini yalnız birer “güvenlik” alanı olarak değil, kadın kırımı laboratuvarları olarak işletiyor.
Kadın tutsaklar için bu, hem bedensel hem simgesel bir savaş anlamına geliyor: direnme iradesini yok etme, susturma, izimizi silme savaşı.
“Biz buradayız.”
Ancak bu savaşın karşısında bir direniş hattı var.
Zindanlardan dışarıya gönderilen mektuplarda, aynı cümle tekrar ediyor:
“Biz buradayız.”
25 Kasım, yalnızca evlerde, sokakta öldürülen kadınların değil, cezaevlerinde sessizleştirilen kadınların da günü olmalı.
Çünkü devlet şiddetiyle kadın düşmanlığı birbirini besliyor; biri bitmeden diğeri sona ermiyor. Devletin şiddetine baş kaldırmadıkça sokaklardaki erkekleri dönüştüremeyeceğimizin farkına varmalıyız.
Garibe Gezer’in hücresindeki sessizlik, kadınların tecrit odalarına ses oluyor, Hacer Arıkan’ın koğuşunda onu yakan ateş bu sefer bizim meşalelerimize ışık oluyor.
Cezasızlık politikası sürdükçe 19 Aralık’ın yarası kapanmayacak, yeni Garibe’ler öldürülecek.
Bu yüzden 25 Kasım, bir yas günü değil, hesap günüdür.
Kadınların yaşam hakkını, onurunu ve direnişini korumak hepimizin boynunun borcudur ve biz bu borcu da bedelini de ödemeye hazırız.
08.11.2025
