Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, şimdiye kadar yüzden fazla kişi ve kuruluşu dinledi. Diyarbakır ziyaretinin ardından çalışmalarının bu etabını tek bir ekoloji örgütünü veya ekoloji mücadelesinden gelen tek bir kişiyi dinlemeden tamamlayacak.
Dünyada özellikle iklim krizinin giderek derinleştiği günümüzde ekolojik bir yaklaşım olmadan Türkiye, en temel meselelerinden birini çözmeye çalışıyor. Komisyon’un dinlediği barolar ve hukuk örgütleri, emekli subay, astsubay ve erbaş dernekleri, hak örgütleri, düşünce ve araştırma kuruluşları, gençlik örgütleri, sendikalar, işveren ve meslek örgütleri, sanayiciler ve farklı uzmanlık alanlarından akademisyenler arasında da ekolojik sorunlara değinen olmadı. Böylece ekolojik konular, en son dinlenen kadın örgütleri arasında yer alan Barışa İhtiyacım Var Kadın İnisiyafi’nin “kesişimsel” katkılarıyla sınırlı kaldı. Bu ihmalin nedenleri üzerinde hepimizin düşünmesi gerekiyor.
Bu nedenler arasında ekoloji hareketlerinin güçsüzlüğü veya ekoloji mücadelesi verenlerin ülkenin genel siyasi gündemine ilgisizliği sayılamaz. Çünkü, 1 Eylül Dünya Barış Günü, ekoloji örgütleri, TBMM’deki Komisyon çalışmalarını önemli bir gelişme olarak gördüklerini ve görüşlerini sunmak amacıyla bir rapor hazırladıklarını açıkladılar. Eylül ayı sonunda da yüze yakın ekoloji örgütü “Doğayla da Barış” başlıklı raporlarını kamuoyuna açıklayarak TBMM Komisyonu’na dosya olarak sundu. Raporda, Kolombiya ve Filipinler gibi dünyadaki deneyimler, benzer barış süreçlerinde ekoloji örgütlerinin üstlendikleri roller, çatışmalı dönemin envanterinin ekolojik zararları içerecek şekilde çıkartılması, geçiş dönemi adalet mekanizmalarında ekolojik hakların gözetilmesi ve zararların tazmini, barış parkları gibi önerilere yer verildi. Toplumsal bir dinamik olarak Türkiye’nin dört bir yanında ekoloji hareketleri, çok geniş bir katılımla sürecin toplumsallaşmasına dair önemli bir katkıda bulundu. Bu katkı, ekoloji hareketlerinin yıllardır sahadaki pratik mücadeleler içinde biriktirdikleri barış özleminin bir özeti olarak da okunabilir.
“Doğayla da Barış” çağrısının ve raporunun TBMM tarafından görülmemesi, ekolojiye olan ilgisinin zayıflığıyla da açıklanamaz. TBMM, önceki yasama yılında, “iklim kanunu” olarak lanse edilen emisyon ticaret kanununu çıkardıktan sonraki en büyük mesaisini zeytinliklerin taşınmasıyla dikkat çeken “Torba Yasa” üzerinde harcadı. 1 Ekim’de açılan yeni yasama yılında ise Milli Parklar Kanunu, Çevre Kanunu, Turizm Teşvik Kanunu ve ilgili diğer bazı kanunlar hakkındaki torba yasa teklifi sunulduktan hemen sonra TBMM Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu’nda kabul edilerek TBMM Genel Kurulu’na gönderildi. TBMM’nin azımsanmayacak “ekoloji mesaisi”, hız kesmeden önümüzdeki aylarda devam edecek. Meclis’teki milletvekilleri, ekolojik sorunların ehemmiyetinin farkındalar. Muhalefet milletvekilleri kadar olmasa da AKP ve MHP milletvekillerinin de seçildikleri illerdeki ekolojik yıkım projeleri nedeniyle yöre yurttaşları tarafından kapılarının sıkça çalındığını biliyoruz. Aynı TBMM’de, CHP ve DEM Parti’nin önerilerine rağmen ekoloji örgütleri ve ekoloji başlığı, dinlenecek ilk yüz kişi ve kurum arasında kendilerine yer bulamamış oldular. Eğer ortada bu yönde en küçük bir niyet ya da duyarlılık olsaydı, hiç olmazsa siyasal iktidara yakın onlarca profesyonel çevreci STK arasından birileri Komisyon’a davet edilebilirdi.
Bir başka neden olarak, ekolojik eleştirinin geleneksel siyaset anlayışı ve en genel anlamda parlamenter siyasetle ve işleyişiyle ilgili mesafesi ve gerilim alanları ele alınabilir. Ekoloji mücadelesi geliştikçe, yerleşik kurumları, kavramları, bunlar arasında özellikle hukuk ve siyaset kalıplarını daha çok sorguluyor. TBMM’nin rutin komisyon faaliyetlerinden biri olsaydı, bu durum kabul edilebilirdi. Fakat Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, TBMM’nin her zamanki komisyon faaliyetlerinin ötesinde farklı eğilimleri ve çok farklı kesimleri bir araya getirmeye çalışan bir ortak platform olarak kuruldu. İktidarı ve muhalefetiyle yaratılan bu ortak zeminde aynı mantıkla çok farklı kesimler davet edildi. Bu yüzden Barış Anneleri’nin Kürtçe konuşmasına izin verilmemesi, TBMM kürsüsünde bir milletvekilinin Kürtçe konuştuğu için mikrofonunun kapatılmasından çok daha fazla tepkiye yol açtı. Kapsayıcılık iddianız varsa, ihmal ettiğiniz her toplumsal kesim için bu bir ihmalin ötesinde dışlama anlamına geliyor. Dolayısıyla TBMM Komisyonu, ekoloji örgütlerini dinlemeyerek kuruluş amacının ve kendi iddiasının gerisine düşmüştür.
Türkiye’de egemen siyaset ve toplumsal sorunlara yaklaşım halen ekolojik perspektiften yoksun şekilde seyrediyor. Tarımı, enerjiyi, kentleşmeyi, ulaşımı veya turizmi nasıl ekolojik temelde ele almak zorundaysak; temel hakları, demokrasiyi, söz ve karar süreçlerini ve elbette barışı konuşurken de konunun ekolojik boyutunu unutmamalıyız. Raporda ifade edildiği gibi, “doğayla barışmadan, insanlar arasında kalıcı bir barış kurmak mümkün değil”. Bu nedenle tematik bir başlığın veya toplumsal bir dinamiğin yok sayılmasının ötesinde telafisi olmayan bir eksiklik karşımızda duruyor.
“Doğayla da Barış” a ihtiyacımız var. TBMM Komisyonu, önümüzdeki günlerde hazırlayacağı raporda en azından ekoloji örgütleri tarafından sunulan yazılı raporu dikkate alarak bu eksikliği giderebilir.