Soykırımdan firari Başbakan Benyamin Netanyahu, 26 Eylül’de BM Genel Kurulunda İsrail’in cinayet rekorlarını gururla sıralıyordu.
“Yemen’deki Husi liderliğinin yarısı gitti. Gazze’de Yahya Sinvar gitti. Lübnan’da Hasan Nasrallah gitti. Suriye’de Esad rejimi gitti. İran’ın komuta kademesi ve nükleer bilimcileri gitti. Irak’taki milisler gidecek” diyordu. Ve sonra ekliyordu; “Hizbullah’a karşı kazanılan zafer, kuzeydeki iki Arap komşumuzla barışı mümkün kıldı. Hamas’a karşı kazanılacak zafer ise Arap ve Müslüman dünyasındaki birçok ülkeyle barışı mümkün kılacaktır.”
“Güç yoluyla barış” dediği stratejinin sonuçlarını anlatıyordu.
Arap ve İslam dünyasında bu sonuçları ‘kâr’ sayan Amerikan müttefiklerinin sayısı az değil. Soykırımın temin ettiği barış, bütün coğrafyada güç ilişkisini, bir tarafın karşı çıkılamaz hegemonyasını temin ediyor. Herkes bunun burada durmayacağını, son 2 yılda yaşananların daha büyük bir bölgesel dizayna doğru bir başlangıç olduğunu anlıyor. Fakat çıkarcılık ya da korkaklıktan ileri gelen bir ihanet ‘Filistin’in Sevr’ine destek sunuyor.
İsrail, Amerika’nın sonsuz desteğiyle bir yandan kutsalındaki siyonist haritada ilerlerken diğer yandan bir tür ‘Leviathan Denklemi’ kurmaya çalışıyor. ABD Başkan Donald Trump’ın New York’ta 8 Müslüman liderin desteğini aldıktan sonra Washington’da İsrail’in önceliklerine göre değiştirip servis ettiği Gazze Planı bu denklemin giriş bölümünü oluşturuyor. Bu plan Netanyahu’nun BM kürsüsünden tanımladığı şeyin uygulama rehberi olarak devreye giriyor.
Gazze’de İsrail’in soykırımla ulaşamadığı stratejik hedefleri uluslararası kayyımlıkla devralan planda yeni Orta Doğu düzeninin kodlarını görüyoruz.
Planın Gazze ile sınırlı olmadığını Türkiye, Suudi Arabistan, Katar, BAE, Ürdün, Mısır, Endonezya ve Pakistan’dan oluşan 8’li tampon grubunun Netanyahu’nun dikte ettirdiği değişikliklerden sonra plana desteği kesmemelerinden de anlıyoruz. Çünkü kendilerini ilgilendiren çıkarlar, fırsatlar ve ortaklıklar, ya da tersinden, tehlikeler, riskler ve tehditler var. O yüzden ihanet kesintiye uğramıyor. Gazze’nin bir metrekaresinde bile söz sahibi değiller ama kendilerinde Filistin’i satma hakkını gören tüccar gibiler.
Suudi Arabistan’ın 1967 sınırlarında iki devletli çözüme karşılık tüm Arap Birliği üyelerinin İsrail’i tanıma önerisinin arkasında sağlam duramadılar. Trump’ın İsrail’in Arap dünyasıyla kaynaşmasıyla Amerikan çıkarlarını harmanladığı Abraham Anlaşmaları içerden çürümüş olan Arap duruşunu tarumar etti. Fakat Gazze’deki soykırımın yanı sıra Batı Şeria’yı yutan işgal ve ilhak planları, Trump’ı stratejik hayallerinden uzaklaştırdı. 20 maddelik Gazze Planı’yla motoru yeniden çalıştırmayı umuyor.
İşgale karşı direnişi bitiren ve 157 ülkenin tanıdığı Filistin devletinin kurulmasını ‘inşallah’a bağlayan bir planı, Arap rejimlerini Filistin yükünden kurtaracak ve bölgesel entegrasyonun önünü açacak sihirli bir formül olarak sunuyor.
Yani hesaplarına göre Gazze, Arap ve İslam ülkelerinin takılıp kalacakları bir yer olmayacak:
– Mısır, 1978 Camp David Anlaşması ile yakaladığı barışın Gazze Şeridi ile tehdit edilmesinden kurtulacak. Sina Yarımadası’na asker yığması da gerekmeyecek. 1978’de bahşedilmiş Amerikan ortaklığının tadını çıkarmaya devam edecek. Doğu Akdeniz’deki gaz denkleminde de Mısır-İsrail ortaklığına su sızmayacak.
– Ürdün, Batı Şeria’nın Doğu Şeria’yı yutacağı korkusundan kurtulacak. Planda yer almasa da Trump sözlü olarak 8’li gruba “Batı Şeria’nın ilhak edilmesine izin vermeyeceğim” dedi ya, bu yeterli. Yalandan bir güvence ama Kral Abdullah bunu kabuslarına derman sayabilir.
– Mısır’ın 1978’deki teslimiyeti Suriye için de bir model. Sina Yarımadası nasıl güvenlik düzenlemelerine tabi olduysa Güney Suriye de pekala tampon bölgeye dönüştürülebilir. Kahire bunu içine sindirdiyse Şam neden sorun etsin!
Fakat tampon zokası yutmaya mani dikenlerle sarılı. Barış için Sina’dan çekilen İsrail, Suriye’den kopardığı Golan Tepeleri ve Şeyh Dağı’ndan çıkmaya niyetli değil. Barışa karşılık toprak denklemi artık yok; çünkü İsrail, 7 Ekim sonrası Suriye Özel Temsilcisi Thomas Barrack’ın dediği gibi, kendini hiçbir sınırda durmak zorunda hissetmiyor. Dilediği zaman, dilediği yerde, dilediği operasyonu yapabileceğini düşünüyor, yapıyor da!
– Gazze düşerse, Lübnan’da Hizbullah’ın İsrail’le hesaplaşmasının iki gerekçesinden biri düşer. Hizbullah silahsızlandırılırsa Lübnan’ın vesayet devleti vasfı kemale erer. Tabii silahsızlanmayı Lübnan ordusunun silahları tekeline alması ve devletin kurumsal tekamülü olarak pazarlıyorlar. Fakat Lübnan ordusunun vesayet altında olduğu gerçeğine değinmiyorlar. Yeni güç denkleminde ‘komşu modeli’nin parametrelerini Barrack’ın İsrail adına Beyrut ve Şam’la yürüttüğü dayatmacı müzakerelerde görüyoruz. Tüm egemenlik ve toprak iddialarından vazgeçerek İsrail’le barışmak, bu iki ülke için, seçenek değil zorunluluk olarak görülüyor. Bu modelde İsrail’i tehdit edebilecek hiçbir direniş gücüne yer yok. Filistinli örgütlerin hem Lübnan hem Suriye’de fişleri çekildi zaten. Hiçbir ulusal ordunun envanterinde İsrail’i caydıracak silah olmayacak. Plan açısından Hizbullah’ı silahlandırmanın alternatifi Lübnan ordusunu konvansiyonel bir güce dönüştürmek değil. Aynı koşul İsrail’in 8 Aralık 2024’ten itibaren bütün askeri varlığını yok ettiği Suriye için de geçerli. İsrail’in jetleri ve SİHA’ları özgürce Lübnan, Suriye ve Irak hava sahasında uçacak; gerektiğinde tehditleri bertaraf edecek; İran gibi hedeflere askeri operasyona giriştiğinde de bu koridorları kullanacak. İsrail saldırganlığı için hareket özgürlüğü ve açık gökyüzü!
Model bu; siyaseten ve ekonomik olarak bağımlı, askeri olarak savunmasız!
– İsrail kazandığı her cepheyi ileri cephe için bir fırlatma rampası yapıyor. Hizbullah’ın aldığı darbeler Suriye’nin çöküşünü hızlandırdı. Suriye’nin çöküşü İran’a karşı 12 günlük savaşı mümkün hale getirdi. Irak zaten Amerikalılar tarafından kafeslenmiş bir ülke.
– İsrail, Gazze’de eli rahatladığında Yemen’i Gazze’ye çevirmeyi de kafasına koymuş durumda.
Suudi-Emirlikler ikilisi, 2015’teki savaşla Yemen’i dize getirememenin ezikliğiyle İsrail’in vadettiği cehennemi bekliyor.
– Tabii sıra İran’a gelince Amerikan üslerine ev sahipliği yapanların umut ve korkuları birbirini tepikliyor. İran’ı Orta Doğu’da kolları kesilmesi gereken ahtapot olarak görüyorlardı. İran’ın Lübnan ve Suriye’den cephe açma kapasitesi zayıflayınca sonunda ahtapotun direk başına vurmaya karar verdiler. Körfez’in şeyhleri molla rejiminin yıkılmasını dört gözle bekliyorlar ama balistik füzelerle kavrulmak da istemiyorlar. Evet, İran’ı Orta Doğu’daki güç denkleminden çeken bir rejim değişikliği Amerikan düzeni için şahane bir haber olurdu.
– Bunların ötesinde “Körfez’in fethi”, ABD’ye Çin’i kuşatma stratejisinde muazzam bir derinlik kazandırabilir.
Abraham Anlaşmaları ve yüzyılın Barış Planı ile birlikte ele alınması gereken Hindistan-Körfez-İsrail-Avrupa ulaşım ve enerji koridoru projesi, hegemonik düzeni güncellerken birinci dereceden Çin’e çelme takmaya ayarlı.
– Güç denklemini değiştirme hedefi Körfez-İsrail-ABD üçgeninde askeri sinerjiyi de içeriyor. Hedefledikleri eş güdüm açısından Amerika Ulusal Güvenlik Yahudi Enstitüsünün yayımladığı bir rapor akıllarında olana ayna tutuyor. Rapora göre Amerikan savunma sanayisi birden fazla eş zamanlı muharebeyi karşılayamaz. Ukrayna ve Gazze’deki savaşlar, Batı cephaneliğinin kırılganlığını ortaya koydu. ABD ve İsrail ikilisi bilgi, donanım ve teknik kapasitelerini Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn gibi bölgesel ortakların yatırım imkanlarıyla birleştirmeli.
Amerikan çıkarları açısından bu tasarımda bazı paradokslar var. İsrail’in kontrol edilemez saldırganlığı, ABD’nin Orta Doğu’da ekonomi odaklı stratejik hedeflerini zora sokuyor. İsrail, ABD için ‘ileri karakol’, ‘sabit uçak gemisi’ ya da ‘yetenekli bir tetikçi’ olarak görülüyor. Fakat mesihçi, işgalci, sömürgeci ve saldırgan karakteriyle İsrail Amerikalıların sırtında askeri, mali, siyasi ve diplomatik bir yüke dönüşüyor. Buna rağmen İsrail’i merkeze alan bir şartlanmışlıktan çıkılamıyor. Amerikan karar mekanizmalarına çökmüş ürkütücü bir bağnazlık hakim. Madem İsrail merkezde olmak zorunda, o halde Yahudi devleti için mutlak bir çevre temizliği yapmalı. Ki o vakit ABD’nin stratejik planlarının önü açılsın! Bu bir açmaz.
O yüzden kıyamet senaryosu tekrarlanıyor! Trump’ın Hamas’a planı kabul etmesi için süre tanırken dillendirdiği “Cehennem Hamas’ın üzerine inecek… sadece benim ‘git’ emrimi bekliyorlar” tehdidi onu soykırımın başkomutanı yapıyor. Herkes planın yürümeyeceğini biliyor. Başkomutanın emriyle Hamas’a “Kabul et” diye baskı yapan bölgesel ortaklar da biliyor.