Kürt Sorununun çözümü yönünde tarafların farklı tanımlar yaptığı, farklı beklentiler içerisinde olduğu yeni bir müzakere süreci yaşanıyor. Her ne kadar tarafların nasıl bir yol haritasına sahip olduğu net olarak bilinmese de PKK Lideri Öcalan’ın 27 Şubat’ta ilan ettiği Barış ve Demokratik Toplum manifestosunun ardından PKK kongresini topladı ve Öcalan’ın önerdiği yönde kararlar aldı. 11 Temmuz’daki temsili silah yakma seremonisinin ardından TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un çağrısıyla TBMM çatısı altında “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” kuruldu ve çalışmalarına başladı.
Emek, kadın, LGBTİ+, ekoloji, insan hakları, halk ve inanç hareketlerinin, gençlik örgütlerinin, sosyalist parti ve siyasal çevrelerin sözcülerine bu gelişmelere ve atılması gereken adımlara ilişkin görüşlerini sorduk.
Prof. Dr. Beyza Üstün / Ekoloji Politik
Siyasi Haber: “Süreç” ile ilgili TBMM Komisyonu’nun kuruluşunu, ismini, bileşimini ve ilan edilen çalışma perspektifini nasıl değerlendiriyorsunuz? Komisyonun çalışmalarına ilişkin eleştiri, öneri ve değerlendirmeleriniz neler? Mevcut iktidar ve devlet aklının bir barışa izin vereceğini düşünüyor musunuz? Kalıcı ve kapsayıcı bir barışın sağlanması için neler yapılmalı, ne gibi mekanizmalar oluşturulmalı?
Beyza Üstün: Belki en başta şunu belirtmekte yarar var: Bu süreç hepimiz için umut vererek başladı, öyle olmasını da diliyoruz aslında. Kalıcı barış için, birlikte yaşamı sürdüren halkların eşit ve özgür yaşamını güvence altına alacak her çaba umut veriyor. Sürmeli. Bu vazgeçemeyeceğimiz bir durum.
Bu çabanın yasama organı olduğu düşünülen parlamentoda (yetki ve yetisinin devre dışı bırakıldığı yaşamakta olduğumuz siyasi dönemde) kurulması da önemli şüphesiz. Ancak komisyonun kuruluş esasları da ismi de ve bugüne değin 12 kez toplandığı dönemdeki işleyişi de sorunları çözümleyeceğini, süreci güçlendireceğini, Barışa taşınacağını düşündüğümüz süreçle ilgili umudumuz ilk duyumsadığımız Barış ve Demokratik Toplum çağrısı kadar güçlü değil ne yazık ki.
Kalıcı barış faşizmden, kapitalizmden arındırılmış bir yaşamdır
Atfedilen millilik vurgusu, komisyonun kurgusunda dayanışma, kardeşlik ve demokrasi kurma vaadinin ötesine geçiyor, sürecin kurgusunda milliyetçilik oldukça belirleyici. Milliyetçiliğin kendisini baskın kıldığı, hissettirdiği böyle bir oluşum, işleyiş esaslarının birlikte karar verme ve eşitlik esasına dayandığını düşündürtmüyor. Kardeşliğin örülüşünde, yaşananların onarılmasında milliyetçilik izdüşümü, toplantılarda, komisyonda görev alan siyasetçilerin dilindeki terör tanımı ile yapılan açıklamalar sürecin eşitsizliği pekiştireceği düşüncesini açığa çıkarıyor. Kardeşlik’i öreceksek, murat ediyorsak bu özü, sözü milliyetçilik olma koşuluna bağlanamaz. Dayanışma ve kardeşlik amaçlanıyorsa ayrıştıran ideolojiden arındırılarak sürdürülmeli. Aksi durumda toplumda her politik tutum bu ideolojinin etrafında yeniden üretilmiş olur. Halkların biri diğeri için ötekidir. Diğeri olduğunu egemen ideoloji olarak sürmesi ise tüm politik tartışmalarda yok sayma anlamına gelir, ayrıştırır. Komisyon çalışmalarının sonucunda oluşacak kararlarda/ işleyişte Öteki kılınana karşı şiddet işin doğasında açığa çıkar ve kararlara bağlanır. Aslında yüz yılı aşkın yaşananlar yeniden üretilmiş olur.
Siyasi Haber’in komisyonla ilişkili yönelttiği soruları oldukça geç yanıtlıyorum. Komisyonun oluşumundan bugüne izlemek istedim. Çekincelerim yanılgı olabilirdi. Komisyonun kuruluş yönergesinde belirtilen işleyiş esaslarının düşündürdüklerine, tamamlanan toplantıların tümünün halklardan, toplumdan, Demokratik Toplum kurumlarından uzak yürütülüşü eklendiğinde sürecin demokrasi, eşitlik perspektifinden oldukça uzak seyrettiğini izlemek, sanırım hepimiz için sürecin başından beri korumaya çalıştığımız umuda ve güvene zarar veriyor. Buna süreç başladığından beri süren yaşam alanlarının, ormanların, zeytinliklerin, tarım alanlarının, meraların şirketlerin kullanımına, sermaye birikim alanına dönüştürülmesi, izinlerin bakanlıklar tarafından hızla veriliyor olması, bu meşru olmayan el koyma hızının TBMM’de “yasallaştırılması” da eklendiğinde mevcut iktidarın bu süreci kendi ideolojileri doğrultusunda götüreceğini görmemek, düşünmemek mümkün değil. Kalıcı barış toplumsal olarak kurulur, Kalıcı barış özgürlüğün yaşandığı, halkların iradesinin tanındığı, eşitliğin sağlandığı, patriyarkal tüm ideolojilerden, faşizmden, kapitalizmden arındırılmış bir yaşamdır.
Komisyonun, bugün işlevini sürdüren parlamentonun siyasi halinden farkı olamayacak
Halkların, kadınların, gençlerin, işçi ve emekçilerin, köylülerin, zanaatçıların, sanatçıların, araştırmacıların, ekoloji mücadelesini yürütenlerin, demokratik toplum örgütlerinin, insan hakları savunucularının, iradesini tanıyan bir oluşum ancak kalıcı Barış, kardeşlik sürecinin başlatılmasını sağlayabilir. Her ne kadar toplantıların başında Demokratik Toplum kurumlarıyla ön görüşmelerin yapıldığı, yüze yakın kurum, oluşumla görüşüldüğü belirtilse de toplantıların basına açık olan kısımlarında genel hatları ile bu görüşmelerden açığa çıkan öneriler iletilmemekte. En azından bizler içinde emek verdiğimiz örgütlerle ilişkinin kurulmadığını biliyoruz. Komisyonun 24 Eylül’de yapılan toplantısında barış kapsamında sadece BM Genel Kurulu’nda Türkiye’nin Filistin devletinin tanınmasına desteğinin ve Gazze’de süren savaşın sona erdirilmesi için yaptığı çağrının paylaşımı Komisyon Başkanı tarafından aktarıldı ve canlı yayın basına, halkların izlemesine kapatıldı.
Sanıyorum ikinci toplantıda komisyon tartışmalarının, tutanakların halklar tarafından görülmesi, duyulması 10 yıllık bir gizlilik kararına bağlandı. TBMM‘ye sunulmak üzere çıkarılacak önerilerin 5’te 3 çoklukla alınacak olması, kararlaştırılan konularda azınlıkta kalacak eleştirilerin, önerilerin siyasi iktidar ortağı partilerin çokluk oyuna takılacağını, dikkate alınmasının mümkün olmayacağını, göz ardı edileceğini göstermekte. Görünen o ki; komisyon, bugün işlevini sürdüren parlamentonun siyasi halinden farkı olamayacak.
Yaşam alanları barış döneminde de şirketlerin talanına uğrayacak
Sizce Komisyon çalışmalarında ekoloji örgütlerinin temsil edilmesi bir zorunluluk değil mi? Sizce kalıcı bir barış sürecinde ekolojik adalet nerede konumlanmalıdır? Halihazırda süren barış müzakerelerinde ekolojiye nasıl bir yer verilmeli?
Savaş döneminde, hem çatışma alanlarında, hem de savaşın araçlaştırılarak tahakkümün ve sömürünün arttığı Kürt illerinde, Kürdistan bölgesinin Suriye ve Irak topraklarında kalan alanlarda yaşanan en derin yıkım yaşam alanlarının, doğal ve kültürel varlıkların üzerinde sürdürüldü. Çatışma dönemi boyunca şirketlerin yaşam alanları üzerindeki işgali tüm hızı ile sürdü. Yaşam alanları sermaye alanlarına dönüştürüldü. Halklar zorla yerinden edildi, köyler insansızlaştırıldı. Orman yangınları ile boşalan alanlar maden, enerji, inşaat şirketlerinin kullanımına, sermaye birikimine sokuldu. Dayanışma, kardeşlik, demokrasi inşası ile betimlenen yeni süreçte bu işgallerden geriye kalan neresi varsa hızla kapitalizmin kendini yeniden üreteceği alanlara evrileceğini yaşadıklarımızla görüyoruz. Bugüne kadar bu sermaye saldırıları bölgede durdurulmadı aksine şiddetlendi. Komisyonun, sayısal ağırlığı elinde tutan siyasi iktidarın stratejilerini meşrulaştıracağını düşünmemek, hak ve özgürlüklerin yok edildiği, gasp edildiği gerçekliği yok saymak, inkâr etmek demektir.
Bugün bu gerçekliği yaşarken, farklı ülkelerde barış döneminde yaşam alanlarının en az çatışma, sıcak savaş dönemlerinde olduğu gibi şirketlerin talanına uğrayacağı da unutulmamalı. Türkiye’de bugün bakanlıklar eliyle şirketlerin talanı hızla onaylanırken, uluslararası diplomasi ile BAE, Rusya vb. ülkelere yaşam alanlarında yatırım sözleri verilirken açıkçası ekoloji örgütlerinin bu süreçte dikkate alınmayacağını öngörebiliyorduk. Kaldı ki Komisyon tarafından, bugüne kadar ekosistemler üzerinde, yaşam üzerinde, geçimlik tarım alanları üzerinde süren yıkım, el koyma ve tahakküm hakkında hiçbir çaba harcanmamıştır. Bu alanlarda yaşayan, ekoloji mücadelesi, yaşam hakkı mücadelesi veren halkların sözü ve ekoloji örgütlerinin, emek ve meslek örgütlerinin mücadelesi önemsenmemiştir. Kadın özgürlük mücadelesi veren örgütlerin, siyasi iktidar tarafından hedef gösterilen LGBTİ + örgütlerinin, hayvan hakları savunucularının, çiftçilerin, esnafların, işçilerin, engellilerin sözünün dikkate alınmadığını, gündem konusu bile yapılmadığını görüyoruz. Zeytinliklerin, meyve ağaçlarının güvenlik güçleri kontrolünde köklendiği, yerine maden şirketlerini yerleştirme telaşının yaşandığı gerçeklikte Komisyon’un halkın iradesini, kadınların, gençlerin, emekçilerin iradesini dikkate almayacağı yeterince açık sanırım. Lütfen bugün iş makinasının önüne yatanlara, depremin en acısını yaşadığımız Antakya’daki hak ve özgürlüklerin nasıl yok edildiğine bakalım birlikte, haritadan maden ve enerji şirketlerinin talanıyla silinmekte olan Şırnak’a örneğin. İstanbul’un kuzey ormanları, sulak alanları üzerinde son hız kurulmaya çalışılan yeni lüks kent inşasına ve bu inşanın adım adım meşrulaştırılarak (mahkeme eliyle, bakanlıkların oluru ile, bilirkişilerin uzman değerlendirmesi olmayan katkıları ile) TOKİ’leşmeye yol verişin yaşamı nasıl yok ederek sürdüğüne örneğin. Kapitalizmine sonsuz destek sunan siyasi iktidar eliyle, devletin zor aygıtlarını kullanarak yaşam üzerinde sürdürdüğü yıkım ve sömürü politikalarının bugün derhal durdurulması ve yeni sürecin böyle başlaması gerekir. Ancak bu durum umudu ve güveni yeniden sağlayabilir; bunun olabileceğini düşünmüyorum.
En azından Komisyon önerileri ile bu topraklarda eşit ve özgür yaşamın kurulmasına öncülük etmelidir. Bu nedenle toplumsal cinsiyet eşitliğini hedefleyerek kadın ve LGBTİ+’ların iradesi, emek sömürüsünün sona ermesi için işçilerin, emekçilerin iradesi, yaşamın, yaşam alanlarının özgürleşmesi için mücadele eden ekoloji ve kent örgütlerinin, emek ve meslek örgütlerinin iradesi, önerileri çalışmalarda esas alınmalı. Eşit ve adaletli bir yaşamın sağlanması için, kalıcı bir barışın temellerinin atılabilmesi için yaşamın adaleti eşit olarak bu topraklarda yaşayan tüm canlılar, ormanlar, sular, dereler, geçimlik yaşam için kurulmalı.
Ötekileştirme halklar arasında da, ekoloji örgütleri arasında da sürmekte
Türkiye’de ekoloji örgütleri çoğu zaman yalnızca maden karşıtı veya HES karşıtı mücadelelerle anılıyor. Ancak savaş-ekoloji ilişkisi ve özellikle Kürt coğrafyasındaki ekolojik yıkım konusunda çoğu zaman sessiz kalındığı görülüyor. Sizce ekoloji hareketlerinin bu konularda yeterince söz söyleyememesinin nedeni nedir?
Şovenizmin yapısallaşması, ayrışmanın temel nedenlerinin başında geliyor Toplumsal algı siyasi bir çalışma, öğretiye dayanmakta. Milliyetçilik en önemli ayrıştırıcı algı ajanı olarak yüzlerce yıldır sürdürülüyor bu topraklarda. Eğitimden, siyasete kadar toplumsal kodlara işlenerek kalıcı ayrıştırmayı sağlıyor, egemenler de bu ayrışma zemininde sömürüyü, hak ve özgürlük ihlallerini kendileri için engel olan ne varsa ortadan kaldırarak sürdürüyor. Bu öğretilerle ayrıştırılanlar uzun süre kendi yaşam alanlarına saldıran şirketlerin yabancı şirket olup olmadığını tartıştı. Devletin bu saldırı ve el koymadaki varlığını devlet yaparsa hakkı vardır diye olumladı. Ne zaman ki sistemin yaşamına, evine barkına kadar el koyduğunu anlayınca, siyasi iktidarın imar affı ile yıkılan binaların altında günlerce yardım beklediğinde, sisteme güven yerini devlet nerede sorusuna bıraktı. Unutulmamalı, şovenizm hâlâ öğretilerle hücrelere sinmiş durumda. Ötekileştirme, kendi kimliğini öz kabul etme hâlâ yaşam alanlarını korumak için canını dişine takarak savunma yapan halklar arasında da, ekoloji örgütleri arasında da sürmekte. Şovenizm egemen sistemin yaşamı sömürmesinin, zulmünün üstünü örten güçlü bir mistik tül. Kürt coğrafyasında yaşanan zulme, savaşa, kentlerin, halkların yerinden kazılarak yok edilişine uzaktan bakma, söz kurmama halinin altında şovenizmden, dinden, patriyarkadan beslenen kodlar var.
Eşit ve özgür bir yaşamın kurulabileceğini düşünmek en önemli başlangıç
Türkiye’de yaşanan savaş, sadece politik değil; aynı zamanda sosyal, toplumsal, ekonomik ve ekolojik tahribatlar da yaratmıştır. Bu bağlamda sizce kalıcı bir barışın tesis edilmesi ve ekolojik yeniden inşanın sağlanması nasıl mümkün olabilir?
Kalıcı barışın tesis edilmesi, sömürü ve yıkımın sona ermesi eşit ve özgür bir yaşamın kurulabileceğini kabul etmekle, karar vermekle başlar. Bu ancak halklar arasında olabilir. Kalıcı barış için, eşit ve özgür bir yaşamın kurulabileceğini düşünmek, sömürü sisteminin dönüşebileceğini düşünmek en önemli başlangıç. Sadece halkların eşit ve özgür yaşamından söz etmiyorum. Tüm canlıların, ekosistemlerin özgür olmasından, kapitalist sistemin sermayesi olmaktan çıkarılmasından söz ediyorum. Belki okuyan bazı dostlarımıza bu hedef uzak gelmiştir. Unutmamak gerek, başka bir yaşamın, özgür ve eşit bir yaşamın mümkün olduğunu düşünmek başlangıçtır. Kalıcı barış tam da bunun üzerinde kurulur. Örgütlenerek birlikte başarmayı gerektirir. Halkların kardeşliği öreceğinden, patriyarkayı yeneceğinden şüphe duymuyorum. Bu politik bir buluşmadır. Bu da halkların ayrıştırıcı tüm önyargıları kırmaları ve kardeşliği örmeleri ile başarılacaktır.
Şüphesiz uzun soluklu bir yolculuktur bu; siyasi düzeni alaşağı edip özgürlüğü, eşitliği kurmak, Kalıcı Barış’ı oluşturmak. İoanna Kuçuradi’nin aktardığı Simurg mitosunda olduğu gibi uzun, ve çetrefilli bir yolculuk. Patriyarkal sistemlerin saldırısına maruz kalınacak, kapitalizmin sömürülerine şiddetine uğranılacak, şovenizmin tüm kodları ile mücadele edilecek zor bir süreç. Kazanan kararlı olanlar, kalıcı barış olacaktır. Ve özgürlüğün güvencesinde yaşam.