Ben öldü sanırdım, bize öyle anlatıldı. Yaşadığımız çağa ayak uyduramadılar ya da çözülüp diğerlerine karıştılar diye söylendi. İçime hiç tam sindiremedim, kabullenemedim bu hikayeyi. Fakat her yerde, sanki böyle bilinmesi bizim düşman bellediklerimizin de işine geliyormuş gibi, bu hikaye anlatılıyordu. Sıkıntısızca, çaba gerekmeden…Ne vakit biri bu hikayeyi dillendirse, düşman bir yalan uykuya dalıyor, hikaye gözün görebileceği-kulağın duyabileceği her yana yayılıyordu.
Kusura bakmayın, derdimden demeyi unuttum. Bilirsiniz, hikayenin kahramanı ya mutlu sona ulaştığında ya da öldüğünde hikaye biter. Bize anlatılan hikayede, kahraman hem ölüyordu hem de hikaye bitmedi diye inat ediyorlardı! Yahu siz söyleyin, olur mu böyle iş? Hikaye devam ediyorsa o kahraman yaşıyordur!
Ama işte öyle garip bir çağdayız ki, kahramanımızın yaşadığını göstermesi için ölmesi, canından can vermesi gerekiyor! Dün akşam vakti gözümüzü-kulağımızı kaplamaya çalışan hikayede bir delik daha açıldı, ardındaki gerçek dünyadan bir hüzme ışık sızma şansı daha doğdu. Dün gece yaşanan işçi cinayetinde 11 işçi yaşamını kaybetti. Biliyordum, yaşıyorlardı! Yaşamasalar nasıl öleceklerdi…
Bize işçi sınıfı öldü dediler, artık düşmanımızla dişe diş, cana can mücadele edebileceği şekilde ne bir ilişkisi ne de gücü var dediler. Artık “eski günlerdeki” gibi canları pahasına çalışmadıkları, düşmanlarını hem yaratacak hem de bir günde tüm dünyanın duyacağı bir gürültüyle yıkacak güce sahip olmadıkları söylendi. Olanlarınsa, düşmanların yanında saf tutmaya çabalamaktan başka bir şey düşünmedikleri.
Hikayeyi hepinizin bildiğine eminim çünkü size de anlatıldı. Zaten dedim ya, garip birşey var bu hikayede. Dünyanın sahibinin sözüymüş gibi hiçbir engel tanımadan yayılıveriyor ne vakit dillendirilse. Ne vakit biri “Radikal Demokrasi” diye fısıldasa, kulaklarımıza bir koca çığlık gibi çarpıyor. Fakat, hele biri başka bir hikaye anlatmayı denesin, hele “anlatılan senin hikayen değil!” desin, duymanızın görmenizin imkanı yok. Ancak dün geceki gibi gözümüze indirilen perdeden açılan küçücük deliklerden bakmak gerekli.
Gerçek, hikayenin yayılması için harcanan bin bir çabayla dalga geçer gibi, her gün başka bir yerden fışkırıyor. 11 işçinin ölümünden sonra patronu tutuklamak için villasına değil, inşaatına zeval gelmesin diye inşaat alanını ablukaya alan polis eylemcilerin karşısına dikildiğinde gerçeği bir kere daha gördük. Eylemcilere izin vermeyen ve saldırmak için hazırlanan polisin karşısına hayatını kaybeden işçilerin arkadaşlarından biri geçti. Dedik ya, gerçeği anlatanların duyulmasına imkan verilmiyor. Emin olabilirsiniz, o işçiye kimse gidip gerçeği anlatma şansı bulamamıştır. Fakat, boşuna dememişler “gerçekler devrimcidir” diye. Öldü denilen işçi sınıfı, yaşadığını kanıtlamak için öldüğü günlerden birinde bir anda gerçeği yüzünüze çarpar. Kimsenin ona anlatmasına gerek yok, zaten “onun hikayesidir”.
Bizim demokrasimiz, o işçinin ağzından dökülenlerdir. Bizim hikayemiz, gerçeğimiz, manifestomuz her gün gerçeği yaşadığı/gördüğü/bildiği halde sineye çekmek zorunda bırakılan işçilerin, arkadaşlarını-kardeşlerini-ailelerini kaybettiklerinde copun, gazın, silahın önünde haykırdıklarıdır.
Video internette bulabilir, isteyenler için gerçeği aşağıya işçiden alıntılıyorum.
“(Polise)Yapmayın bunu, duyursunlar azıcık bizim sesimizi. Kimse bir şey diyemiyor, niye, adam (patron) büyükmüş. Adam holdingmiş, beni bağlamaz. Burada benim kardeşim ölürse beni bağlamaz. Bana ne istiyorsa yapsın, hiç umurumda değil. Ölen Kürtte olsa, Lazda olsa, Çerkesde olsa, Ermeni de olsa, Yahudide olsa, İsrailde olsa benim kardeşim. Onunla ben yemek yiyorum. Siz değil. Bırakın sesimizi duyursunlar. Yarın bir gün sizin de kardeşiniz çalışabilir.(…) 2 gün sonra unutulacak sonra çalışmaya devam edeceğiz. Bu iş böyle olmaz. (Diğer işçilere) Ölen sizin de arkadaşınız, gelin konuşun. Ekmeğinizden olacaksınız diye korkmayın, gelin konuşun. (…)Sizin de kardeşiniz, yakınlarınız burada çalışıyor olabilir. Siz polis olmuşsunuz. Herkes polis olamıyor. Sen 3 bin, 4 bin belki de daha fazla maaş alıyorsun. Ama biz burada 2 bin liraya hayatımızı ortaya koyuyoruz”
Demiştik ya, hikaye bitiyorsa kahraman ya mutlu sona ulaşıyordur ya da ölüyordur diye. Kahramanın ölmediğini bildiğimize göre, hikayeyi elbet bir gün mutlu sona ulaştıracağız!
*Anlatılan senin hikayendir