Meryem Güneş İstanbul’da yaşayan çoğu insanın tanıdığı bir Milli Piyango bileti satıcısı. Gezici olarak meydanlarda bilet satarken, insanlarla içiçe bir yaşam sürdü. Aslında işinin bu özelliği onun için anlamlıydı. Hikayesini anlatırken yaşamına dair birçok ayrıntıyı da paylaştı. Meryem bir Balkan göçmeni. Bulgaristan’ın, Şumen kasabasının Uzunlar köyünde doğmuş. Altı kardeşler. Hastalıklar iki kardeşini yaşamdan almış. Ailesi geride [kalan] üç kız ve bir erkek evlatla teselli bulmuş. Meryem lise eğitimini evden uzakta, yatılı sürdürmüş. Yaşadığı köyde kadınlar tarlalarda çalışırmış. Babası tarım işçilerinin örgütlü olduğu Çiftçi Partisi üyesi. 1970’li yıllarda başlayan göç dalgasına aile de katılmış ve Türkiye’ye gelmişler. Orada dikkatini çeken bir ayrıntıyı özellikle paylaşmak istedi; “O göç yolculuğuna çıkarken herkes birbiriyle konuşuyordu. Ben henüz her şeyin farkında değildim. Komşumuza ‘Neden Türkiye’ye gidiyorsunuz’ diye sorduğumda ‘İsterse kuru ekmek olsun yeter ki vatanımda olayım’ demişti. Oysa okulda bize ‘vatanın doğduğun yerdir’ diye öğretilmişti.”
Nikel kaplama fabrikasında işçilik serüveni
Bağcılar’da bir ev kiralamışlar. Göçün hemen ardından iş bulamamış Meryem. Daha sonra eli iş tutan çocuklar çeşitli işlere yerleştirilmiş. Meryem kimya sektöründe, Bağcılar dolaylarındaki bir nikel kaplama fabrikasında işçi olarak çalışmaya başlamış. Bisikletlerin jantlarını parlatıyorlarmış. Bu işten ayrılması üzerine de konuştuk; “Sendika çalışmaları vardı burada, ben de katıldım. Ama bir süre sonra arkadaşlarımla birlikte atıldık. Ardından işsizlik dönemim başladı. 12 Eylül sonrası, 83 yılıydı, içeri alındım. 1 yılı aşkın tutuklu kaldım.” Bu süreç yeni iş başvurularına sekte vurmuş. Fabrikaların sabıka kaydı istemesi iş bulmasının önünde engel olmuş. Kısa bir evlilik de yaşamış 20’li yaşlarında. “Evlilik bana göre değil” diyor.
Kadın kimliği erkek piyangocuları rahatsız etti
Sonrasında yolunun piyangoculuğa nasıl çıktığını anlattı; “Babamın önerisi üzerine Milli Piyango bileti satmaya başladım. O da bu işe yıllarını verdi. Her ne kadar ‘Ben sahte umut dağıtamam’ dediysem de, iş bulamayınca çaresiz kaldım. Belli yerlerde dolaşarak ya da meydanlarda bu işi sürdürdüm. Gezici olduğum sürece bir sorun yoktu, fakat sabit bir yerde durmaya başladığımda, erkek piyango satıcıları beni kendileri için sorun olarak görmeye başlıyordu.” Yaşadığı semtte bilet satmaya utandığı için işe Eminönü’nde başlamış. Sorumuz üzerine o günlere dair ayrıntıları anlattı; “Bir süre Eminönü’nde satış yaptım ama daha sonra Bakırköy’e geçtim. Babamın bilet sattığı yerde, onun ardından ben devam ettim. Yaklaşık dokuz yıl ilçenin meydanı iş mekânım oldu. İlk başta bu işi yapan erkekler tavır alıyordu. Bu cinsiyetçiliğe hep karşılık verdim. 0 dönem kadın piyangocu azdı. Kışın dondurucu soğuğu, yazın kavurucu güneşi altında saatlerim geçiyordu.”
Gezici piyangocuyu hava koşulları zorluyor
Tekrar yer değiştirmiş. Bu kez yeni satış bölgesi Taksim olmuş. Yine meslektaşı bir erkek sert tutum gösterip orayı terk etmesini istemiş. Karşı koyup reddedince şiddet uygulamaya kalkmış. Neyse ki çevreden insanlar adamı engellemiş. Ve Meryem bir badireyi daha böylece atlatmış. Başka ayrıntılar da paylaştı; “Benden piyango alanlardan bazen ‘Çıkar mı’ sorusu geliyordu. ‘Sahte umut’ diyorsam da ‘Nasıl olsa çıkar’ beklentisi vardı tabii.” Bu işin risklerini de anlattı; “Hem biletlerini hem kazancını çaldırmamak için uğraşacaksın. Her sorun çıkıyordu karşımıza. Kar soğuğundan ellerin donmamalı ki biletleri tutabilesin. Bizim kışın da, yazın da iklim şartlarından sokakta çok sınavımız oluyor.“ Tabii, yanına gelip, mağduriyetinden söz edip, borç para alanlar da olmuş. “Yakında getirmek” kaydıyla. “Ne yazık ki o paralar hiç geri gelmedi” dedi.
Çocuk Meryem
Bulgaristan’daki o köyde süren çocukluğuna dair anlattıkları da sohbetimizin konuları arasındaydı. Küçükken evde yalnız geçirdiği çok günler olmuş. O zaman diliminden şu anekdotu çok iyi hatırlıyor; “Köy yeri, herkesin ektiği toprakları vardı. Annem kendi tarlamıza, babam çalışma bürosuna, abimle ablalarım okula gittiği için yalnız kalıyordum evde… Yoğurt, ekmek, peynir gibi bütün yiyecekler evde yapılırdı. Peynirin mayalanması için hazırlanan malzemelerin doldurulduğu o bez torba geliyor aklıma. Torbadaki su aksın diye bir yere asılırdı. Gerisi bana aitti. ‘Peynirin suyunun damlaması bittiğinde indirip, üzerine taşı koyacaksın’ derdi annem. Ekmek için yoğurduğu hamurun akıbeti de benden sorulurdu. Avlumuz çok büyük olduğu için mahalledeki diğer çocuklar bize gelirdi, oynardık hep. Yani mutsuz değildim o zamanlar.”
Köşesi dertleşme mekânı oldu

Hem müşterileriyle hem de yanına gelip selam verenlerle iletişim kurmayı seviyor Meryem. İnsanlar yanından geçerken kısa da olsa laflamayı ihmal etmiyor. Bilet alıp almamalarına bakmaksızın bazen konu derinleşiyor bile. Birbirini kucaklayan insanları önemsiyor. Alışveriş yaparken onun kişisel hayatı hakkında da bilgi ediniyorlar. “Çünkü insanlarla sohbet etmek birçok farklı yaşamı da öğrenmek demek. Kadın piyangocu olmam o meydandan geçen birçok hemcinsim için merak konusuydu. Fakat ben de aynı şekilde meraklıydım. Soruyordum aklıma takılanı karşımdakine” dedi. Gümüşsuyu’nda durduğu köşede bir ara misafiri bir hekim olmuş. “Babamı kaybetmiştim o yıl. Bir doktor -bilet almasa dahi- benimle sohbet ederdi. Muhtemelen beni rahatlatmak ya da kendi duygularını da paylaşmak için… Hüzünlü olduğum bir günde, ‘O da bir şey mi. Benim annem de kanserdi. “Oğlum kurtar beni” diyordu ve ben doktor olarak çaresiz kaldım’ demişti, çok etkilenmiştim.”
Bakım hizmetinden dolayı işine veda etti
Bilet almaya gelenler sürekli bir gülümsemeyle karşılaşıyorlardı. Meryem, 20 yılını İstanbul caddelerinde ve meydanlarında geçirmiş. Piyangoyla ilgili bahis açılınca sesindeki tondan işine olan tutkusu açıkça hissediliyor. Yirmi yıla sığan bir süredir geçimini bu uğraşla sağlamasına, uzun yıllarını işinde geçirmesine rağmen, kenara çekilmek, emekli olmak istememiş. Ne var ki koşullar değişmişti; “Annem rahatsızlanınca işi bırakmak zorunda kaldım. Çevre ve hava koşulları da beni zaman zaman düşündürüyordu. Kar yağdığında bir önlem almak mümkün değil. Üst üste giyiniyorum ama beden dış koşullardan etkileniyor, hasta oluyorsun. Ben de, ‘Doktor parası mı kazanacağım?’ diye işi tamamen bıraktım. ‘İsteğe bağlı prim’ günlerim de dolmuştu. Tabii asıl neden hasta anneme bakacak olmamdı.”
Ev işçileriyle de dost oldu
Peki annesiyle ilgilenmek zorunda kalmasaydı işi sürdürür müydü? Yanıtını daha baştan biliyorum. Gezici piyangocu Meryem dedi ki; “Muhtemelen devam ederdim çünkü insanlara değmek, onlarla konuşmak birçok farklı yaşamı dinlemek demekti. Özellikle Gümüşsuyu’na çevre semtlerden gelip temizliğe giden ev işçisi kadınlarla sohbet etmek ve yaşadıklarına tanık olmak başka bir bakış açısı sağlıyor. O sohbetler yiyecek paylaşımını dahi getiriyordu. Ben sürekli atıştıran yapıda olduğum için bir bakmışsın biri simit uzatıyordu. Bir başka gün, çevrede çalışan işçi kadın, öğle yemeğinin yanında verilen meyvesini benim içim ayırmış oluyordu. Mesele meyve getirmesi değildi sadece… Üzüntüyü de paylaşıyorduk.”
Kadınların birlikte iyileşme çabası
Bu çağda insanları içine alan yalnızlık ve baskılar onu dayanışmanın içine daha çok çekmiş. Meryem sol partilerde yer aldı. Ama bu örgütleri birer kimlik olarak görmüyor. “Deneyim ve sorgulama alanı” olarak tanımlıyor. Onun sol bakış açısı ne bürokratik biçimlerle ne de sloganlarla sınırlı. Sokaktan, emekten, kadınların birlikte iyileşme çabasından beslendiğini söyledi. Peki şimdi ne yapıyor? Aslında uzun sohbetimizde anladığım tek şey, o hiç boş durmuyor. “DEM Parti’de SYKP bileşeni olarak yer alıyorum. Eylemlerde yer almaya devam ediyorum. Ayrıca desteğe de… Bu günlerde File AVM’den atılan kadın işçinin yanına gidip destek olmaya çabalıyorum. Duyduğum her işçi eylemiyle dayanışmada olmaya gayret gösteriyorum.”
Meryem gibi kadınlar, kadın gücünün somut örneği. Zorluklar karşısında dimdik durmamız gerektiği konusunda ilham veriyor…
