Beyaz Saray’daki Trump, Ahmed el–Şara görüşmesi, üzerinden beş gün geçmesine rağmen, hala gündem olmaya devam ediyor. Bu da bu görüşmeye büyük bir yatırımın yapıldığını bizlere göstermektedir. En başından sonuna kadar el–Şara için bir piar* çalışması yapıldığını gördük. Fransız düşünür Jean Baudrillard’ın, “gerçeğin yerini almış imaj” olarak ifade ettiği simülasyonun siyaset sahnesindeki her haline tanık olduk.
Bir zamanlar ABD tarafından başına 10 milyon dolar ödül konmuş olan, Şam’a hükümdar olduktan sonra ancak özel izinlerle uluslararası seyahatlere çıkabilen el–Şara gerçeğini unutturmaya dönük yoğun bir çalışmanın sergilendiğini görebilmekteyiz. Bu görüşmeye Trump tarafında verilen ehemmiyetin içeriğini de el–Şara’nın “IŞİD karşıtı uluslararası koalisyona dahil edilmesi” üzerinden okursak, siyasetin popülist, pespaya hallerinin tamamını görebilmekteyiz.
Bu görüşme ile;
1 – El–Şara’nın El Kaide’den geldiği unutturulmak istendi.
El Kaide’nin 11 Eylül 2001’de ABD’ye gerçekleştirdiği saldırılar modern tarihin en yıkıcı ve en sembolik terör eylemlerinden biri olarak kayda geçti. Örgüte bağlı 19 militan dört yolcu uçağını kaçırarak ABD’nin ekonomik, askeri ve siyasi merkezlerini hedef aldı: İkisi New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’nin İkiz Kuleleri’ne çarptırılarak binaların çökmesine yol açtı; üçüncü uçak Virginia’daki Pentagon’u vurdu; dördüncü uçak ise yolcuların müdahalesi sonucu hedefine ulaşamadan Pennsylvania’da düştü. Yaklaşık 3 bin insanın yaşamını yitirdiği bu saldırılar ABD’nin güvenlik doktrinini kökten değiştirdi, “Teröre Karşı Savaş” doktrininin ilan edilmesine ve Afganistan ile Irak işgallerine giden sürecin başlamasına zemin hazırladı.
2 – El–Şara’nın IŞİD lideri Ebubekir El – Baghdadi ile çalıştığı unutturulmak istendi.
El–Şara, Suriye iç savaşının başlarında El Nusra Cephesi’ni (Jabhat al-Nusra) kurarken, al-Baghdadi’nin liderliğindeki IŞİD (Irak-Şam İslam Devleti) ile işbirliği sağlamak amacıyla silah, finansman ve militan desteği almıştı. Al -Baghdadi ile daha sonra karşı karşıya gelmiş olsalar da bu aralarındaki düşünsel ve ruhsal ortaklığı ortadan kaldırmaz.
3 – El–Şara’nın başına sonradan ödül koyan ABD’nin Irak’taki Bucca Kampı’nda kalmıs oldugu unutturulmak istendi.
El–Şara’nın 2006–2011 yılları arasında Bucca’daki tutukluluğu, daha sonra Nusra Cephesi’nin kuruluşunda rol oynayacak deneyim ve bağlantıların oluşmasına katkı sağladığı için, onun örgütsel yükselişinde önemli bir aşama olarak değerlendirilir.
Bütün bunlar üst üste geldiğinde insanın aklında beliren ilk soru; Neden?
Bunun cevabı, ABD’nin Ortadoğu’da yeniden şekillenen güç dengelerine uygun “esnek müttefik” yaratma stratejisinde yatıyor. Washington açısından el–Şara, geçmişteki tüm karanlık ilişkilerine rağmen, örgütsel kapasitesi yüksek olmasa da, bugün sahada kullanılabilecek en etkin aktör. Suriye’nin belirli bir toplumsal tabanını kontrol eden pragmatik bir aktör olarak görülüyor. IŞİD sonrası dönemde bölgede oluşan güç boşluğunda, ABD’nin doğrudan askerî varlığını azaltma doktriniyle uyumlu şekilde saha gerçekliğini yönetebilecek aracı figürlere ihtiyaç duyduğu açık. Bu nedenle el–Şara’nın geçmişi makyajlanıyor, radikal bağlantılarının üzeri örtülüyor ve uluslararası meşruiyet kazanmasına giden yol adım adım açılıyor. Kısacası, ABD’nin uzun süredir takip ettiği “tehlikeyi yönetilebilir aktöre dönüştürme” siyaseti, popülist vitrin hamleleriyle birleşerek, bugün el–Şara üzerinden yeniden sahneye konuluyor.
İngiltere’nin dış istihbarat servisi MI6’in başındaki Richard Moore 19 Eylül’de, İstanbul’da yaptığı “Kriz zamanlarında önemini ortaya koyan uzun dönemli ilişkiler tesis edebilme becerimizle gurur duyuyoruz… HTŞ ile Beşar Esad’ı devirmelerinden bir ya da iki yıl önce ilişki kurmamız sayesinde, Birleşik Krallık hükümetinin Suriye’ye haftalar içinde dönüş yapabilmesinin önünü açmış olduk” açıklaması ile, sürecin nasıl ve ne zaman başladığını işaret ediyordu.
MI6 şefinin bu açıklamasından sonra, “terörle mücadele” politikalarını, 11 Eylül sonrası ABD’nin “Teröre Karşı Savaş” açıklamlarını bir araya getirdiğimizde, daha en başından itibaren siyasi simülasyonun bütün parametrelerini görebilmekteyiz. “Terör”, “terör örgütleri”, “terörle mücadele”, “teröre karşı savaş”, gibi ifadeler sadece ve sadece devletlerin terör pratiklerini maskelemek için kullandıkları argümanlardır. Bu nedenle, onların ne söylediklerine değil, neyi söylemediklerine, gösterdikleri fotoğraflara değil, sakladıkları fotoğraflara odaklanmak gerekmektedir.
Ortadoğu’da başka bir siyasetin kodları üzerinden konuşmak, tam da bu yüzden zorunlu hâle geliyor; çünkü bugün bölgeyi şekillendiren hat, devletlerin ilan ettikleri ilkelerle değil, sahada kurdukları kirli ittifaklarla belirleniyor. ABD ve İngiltere gibi küresel aktörler, kendi çıkarları doğrultusunda kimi zaman “terörist” ilan ettikleri yapıları yeniden tanımlayarak meşrulaştırabiliyor, kimi zaman da tamamen gözden düşmüş figürleri stratejik aparatlara dönüştürebiliyorlar.
Bu durum, bölge halklarının iradesini görünmez kılan ve onların gerçek ihtiyaçlarını siyasal mühendislik projelerine kurban eden bir düzenin sürekliliğini sağlıyor. Dolayısıyla Ortadoğu’da gerçek bir dönüşüm, bu güç merkezlerinin dayattığı güvenlik söylemlerini aşarak, halkların öz-örgütlenmesine, demokratik taleplerine ve sahici barış arayışlarına dayanan yeni bir siyasal tahayyülün inşa edilmesiyle mümkün olabilir. Aksi hâlde değişen yalnızca aktörlerin isimleri olacak, fakat aynı şiddet döngüsü ve aynı simülasyon siyaseti bölgeyi yönetmeye devam edecektir.
* SH’nin notu: Piar (ya da PR) İngilizce “public relations” kelimelerinin kısaltmasıdır. Bütün basın, medya ve iletişim araçlarını kullanarak bir kişi, kurum, ya da marka hakkında olumlu izlenim yaratma, yani bir tür reklam yapma çabasını ifade eder.
