Mevzu, İran’ın nükleer güce kavuşma çabalarını dinamitlemekle sınırlı olmadı hiçbir zaman. İşin içinde Orta Doğu’da Çin’in artan nüfuzunu dengeleyecek bir ağırlık merkezi inşa etme çabaları ile Rusya’nın İran sayesinde Süveyş Kanalı’na kıyasla daha kısa ve ekonomik bir rota sunan Kuzey -Güney koridorunu baltalama girişimleri de vardı. Eğer İran stratejik ittifaklarından, kilit rol oynadığı koridorlardaki rollerinden “güzellikle” vazgeçmez ise “zorla” vazgeçtirilmeye çalışılacak, Rusya ile Çin’in partneri olmaktan uzaklaştırılması denenecekti.
ABD’nin Fordov, Natanz ve İsfahan’daki İran nükleer tesislerini vurmasını bu saydığım girişimlerle bağlantılandırmak, gündemi çok yakından takip etmiyorsanız ya da kilit önemi haiz bazı gelişmeler gözünüzden kaçtıysa, kolay olmayabilir. Bu yazıda bu zorluğun üstesinden gelmeyi deneyerek söz konusu bağlantıları deşifre etmeye çalışalım.
Çin Boyutu
İsrail’in İran hedeflerine yönelik 13 Haziran tarihli ilk saldırısından tam iki hafta önce bizim basınımızın da radarına girmeyen kritik bir gelişme meydana geldi. Çin’in mega projesi olan “Tek Kuşak, Tek Yol” kapsamında Çin’den İran’a uzanan demiryolu hattı hizmete açıldı ve Çin’in Xi’an kentinden ayrılan bir yük treni, İran başkenti Tahran yakınlarındaki İslamşehr’de bulunan Aprin terminaline ulaştı, mayıs ayının son günlerinde. Yaklaşık 450 hektarlık alanı kaplayan Aprin, İran’ın en büyük kuru yük limanı ve modern bir demiryolu/lojistik terminali olarak hazırlanıyordu epeydir. Gümrükleriyle, depolama merkezleriyle, yol bakım hizmetleriyle dev bir hub olarak düşünülmüştü. Denizlerdeki düşman donanmalarının ve potansiyel tehditlerin engellemelerine takılmadan, karadan hem de daha hızlı şekilde mal akışı sağlanıyordu bu yolla. Deniz yoluyla 40 günde kat edilen mesafe sadece 15 günde geçilmişti. İran resmi haber ajansı IRNA’ya göre, güneş panelleri taşıyan ilk trenler Çin’den kalkarak İran ile Türkmenistan arasındaki İnceburun sınır kapısı üzerinden Aprin’e gelmişti.
İran artık bu kara koridoru aracılığıyla Çin’e petrol ihraç edebilecek; ABD öncülüğündeki Batı İttifakınca kendisine uygulanan yaptırımların boğucu etkisinden çıkma yolunda çok önemli bir kaldıraca kavuşmuş olacak.
Ama mesele sadece İran’ın önüne açılan fırsatlarla sınırlı değil.
Çin de Batılı ülkelerden gelebilecek potansiyel tehditlerden tamamen korunan bir kara ulaşım koridoru sayesinde hem İran’daki zengin kaynaklara daha kolay erişebilecek hem de kendisini küresel rotalara İran üzerinden de hızlıca ulaştırabilecek, Ayrıca Çin malları olası bir ihtilafta ABD donanması tarafından engellenmeden Avrupa’ya gidebilecek.
Söz konusu demiryolu hattı, Pekin ve Tahran’ın Mart 2021’de imzaladıkları stratejik ortaklık anlaşması kapsamında, o tarihten sonra aradan geçen dört yıl içinde inşa edildi, genişletildi ve modernize edildi. Anlaşmanın sadece genel hükümleri biliniyor, ayrıntılardan haberdar değiliz. Ama İran’ın Çin’e istikrarlı, kesintisiz şekilde petrol tedarik etme taahhüdü verdiğini biliyoruz. Buna karşılık Çin de, İran ekonomisine önümüzdeki 25 yıl içinde 400 milyar dolar yatırım yapmayı taahhüt ediyor. Yatırımlar İran’ın ulaşım altyapısından, reel sektör üretimine, petrol ve doğal gaz üretiminden petrokimya ve kimya alanında ikincil hammadde üretimi için hidrokarbon işleme endüstrisine yönelik olarak yapılacak. Anlaşma ayrıca askeri ve siber güvenlik alanlarında iş birliğinin güçlendirilmesini de hedefliyor.
Rusya Boyutu
Aprin limanının sadece Çin-İran değil Rusya-İran boyutu da var. Hem de çok önemli bir boyut. Rusya’nın St. Petersburg kentini Azerbaycan ve İran üzerinden Hindistan’a bağlayarak gemi, demiryolu ve kara taşımacılığını içeren Kuzey-Güney Taşımacılık Koridoru da Aprin’den geçiyor çünkü. Güney Asya’dan Kuzey Avrupa’ya uzanan ana ticaret yollarından birisi olarak, 20 küsur yıl önce Süveyş Kanalı güzergahına alternatif şekilde tasarlanan bu 7 bin 200 km’lik Kuzey-Güney Koridoru projeleri artık gün sayıyor.
Batı ile 2022’de yaşadığı anlaşmazlıklar sonrası yeni ticaret rotalarına yatırımını artıran Rusya, stratejik Kuzey-Güney Taşımacılık Koridoru’nun en önemli bölümlerinden olan Volga-Hazar Kanalı’nın modernizasyonuna son iki yılda yaklaşık 100 milyon dolar yatırım yaptı. Bu koridor sayesinde İran’ın küresel rotalar üzerinden dünyaya erişimi büyük ölçüde kolaylaşıyor.
Tabii burada da kazanımlar İran’ın hanesiyle sınırlı değil. Neticede İran, Rusya ile Avrupa’yı Basra Körfezi ülkelerine ve Hint Okyanusu’na bağlayan deniz rotasına bir alternatif geliştirmenin aracısı oluyor, Rusya’nın Baltık Denizi ile Hint Okyanusu arasında doğrudan ticaret bağlantısı kurma ve Süveyş Kanalı’na kıyasla daha kısa ve maliyet avantajı sunan bir rota geliştirme hedefini gerçekleştirmiş oluyor.
Çok önemli bir hedef. Zira Kuzey-Güney Koridoru ile mesafe Süveyş Kanalı’ndan geçen deniz yolu ile karşılaştırıldığında yarıdan fazla azalmış oluyor. Ulaşım süresinin kısalmasıyla birlikte taşıma maliyetleri de ucuzluyor. Daha da önemlisi, bu ticaret hattı, Akdeniz’i Rusya için çok kritik olmaktan çıkarıyor. Rusya, bu koridoru Kuzey Deniz Yolu ile entegre ettiği gün Baltık’tan Hint Okyanusu’na nakliye süresinin 14 güne düşeceği söyleniyor.
Kısacası, Moskova, Hindistan, İran ve Basra Körfezi ülkelerinden gelen yük taşımacılığını kendisi üzerinden Avrupa’ya yönlendirerek, teslimat sürelerinin azaltılmasını sağlayacak. Bu kapsamda yürürlüğe konan 100’den fazla proje var ve bunlara 38 milyar dolardan fazla yatırım yapılması planlanıyor. İran üzerine düşeni yapmayı bir gün reddetmezse tabii!
ABD’nin IMEC hamlesi
İşte İsrail’in yanı sıra ABD’nin, arkalarında diğer Batılı ülkelerin açık ya da örtük desteğini alarak İran’ı vurmalarının ardında bu jeopolitik hesaplar da yatıyor. Zira, ABD kaynaklar ve koridorlar üzerindeki hâkimiyetini kaybederse Alfred Mahan’ın deniz hakimiyeti teorisinde özetlenen başatlığını tamamen yitirmiş olacak. Trump, Kuzey-Güney Uluslararası Taşımacılık Koridoru’nu engellemenin ya da çalışmalarını geciktirmenin yollarını arıyor. İran’ı (masa altından sopa göstererek, olmadı açık tehditle, olmadı zorla) saf değiştirmeye ya da rejim değişikliğine zorlayarak Çin ve Rusya’nın oyunlarından düşürmeye çalışıyor, bu iki ülkenin hesaplarına ket vurmak istiyor!
Batı bu koridorlar karşısında alternatif geliştirmiyor değil aslında. Eylül 2023’te Yeni Delhi’de gerçekleştirilen G-20 Zirvesi’nde ABD, Hindistan, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Fransa, İtalya, Almanya ve Avrupa Birliği’nin liderleri tarafından G-20 Zirvesi sırasında imzalanan bir mutabakat zaptı ile duyurulan IMEC projesi bunların başında geliyor. Proje, BAE’nin Dubai şehri ile İsrail’in Hayfa limanı arasında inşa edilecek kara ve demir yolları aracılığıyla Hindistan’ı Ortadoğu ve Avrupa’ya bağlayacak yeni bir ticaret koridoru kurulmasını hedefliyor. Çin’in artan nüfuzundan kaygı duyan Hindistan ve ABD tarafından Kuşak ve Yol Girişimi’ne alternatif olarak kurgulanan bu proje ne kadar önemli görünse de uzun yıllara yayılacak yatırımlar yapılmasını gerektiriyor.
İran karşısında çok ses etmeyen, örtük bir İsrail koalisyonu gibi davrandığını gördüğümüz BAE, Suudi Arabistan ve Ürdün de bu koridorda kendilerine rol biçilen aktörler arasında. IMEC projesiyle her şeyden önce ABD’nin bölgedeki müttefikleriyle -ve o müttefiklerin kendi aralarındaki- ilişkilerinin perçinlenmesi de isteniyor. Bölgesel tedarik zincirlerinin güvenliğinin sağlandığı, Asya, Orta Doğu ve Avrupa arasında maliyetlerin aşağı çekilmesine ciddi katkı yapacak geniş bir entegrasyonun mümkün kılındığı bir ağırlık merkezi oluşturulması arzulanıyor.
Neticede, IMEC Projesi, hızlı büyüyen Hindistan ekonomisinin Ortadoğu’daki Arap ülkeleri ile 240 milyar dolara ulaşan ticaret ve yatırım bağlantılarını geliştirecek, oradan İsrail ve Avrupa’ya ulaşmasını sağlayacak güvenli ve hızlı bir koridorun oluşturulmasını temel alıyor. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, IMEC girişimini “Orta Doğu’nun ve İsrail’in çehresini değiştirecek ve dünya çapında etki yaratacak tarihteki en büyük iş birliği projesi” olarak nitelendiriyor.
Ancak IMEC için öncelikle İsrail’i Körfez ülkelerine bağlayacak demiryolu ağlarının inşa edilmesi gerekiyor. Yani bu iş “çantada keklik” değil. Ayrıca, Çin, Ortadoğu’da demiryolu hatlarının döşenmesinde Hindistan’dan daha büyük bir oyuncu konumunda.
Bunların yanı sıra, Orta Doğu kazanının iyice kaynar hali, yer yer düşük yer yer yüksek yoğunluklu çatışmalar IMEC projesinin hayata geçirilmesini geciktiriyor.
Öte yandan, bu durum bazen bir fırsat da. Yani bu ihtilaf ve çatışmalar bazen kışkırtılıp, bölgedeki jeopolitik denklemde donmuş gibi duran kartların -harareti önceden ayarlanan bir süreçle- yeniden dağıtılması, saflaşmaların daha belirgin hale getirilmesi de mümkün.
Ancak, her durumda İran’ın içinde yer aldığı projelerin jeopolitik önemi ve yakıcılığı inkâr edilemez. İran, gerek ABD-Çin gerekse de ABD-Rusya rekabetinin doğrudan ve dolaylı hatlarını kesen stratejik bir aktör olarak giderek daha fazla öne çıkan bir ülke. Dolayısıyla da ABD’nin küresel düzeyde Çin ve Rusya’yı çevreleme ve sınırlama stratejisi bağlamında bu ülkelerin enerji kaynaklarına ve ticaret yollarına erişimini zorlaştırmada “bir taşla iki kuş” diyeceği bir hedef olarak belirmiş bir ülke.
Bir diğer deyişle, Washington için İran’ı vurmak, BRICS’i vurmak demek.
Bu köşede, 18 Kasım 2024 tarihinde yayınlanan “ABD’nin savaşı kimle olacak?” başlıklı yazımızda, 2O Ocak 2025’te yemin ederek ABD’nin yeni Başkanı olarak göreve başlayacak olan Donald Trump’ın görev süresi boyunca en öncelikli dış meselesinin BRICS olacağını, tüm gayretiyle bu yapıyı çatırdatmaya, çatlaklar yaratmaya odaklanacak bir dış politika izleyeceğini yazmıştım. “Trump, Batı İttifakı’nı güçlendirmeye odaklanmak yerine, ‘hasım’ olarak gördüğü BRICS ittifakını çatlatmaya çalışacak,” demiş, ABD Başkanının “Hindistan, Rusya ve Çin’i birbirine düşürmek” gibi girişimler içinde olacağını da vurgulamıştım.
Bu günlerde olan budur. “Nükleer güç” bahanedir.
ABD, İran’ı vurarak aslında BRICS’i vurmuştur. İran’ı vurarak BRICS’i çatlatmayı denemiştir.