– Bu halk oylamasını faşist sağ referandum çağrısı yaptığı an kaybettik.
– O zaman neden kampanya düzenliyorsunuz ?
– Farkındalık yaramak için.
Bu cümleler, Şili’de 1988’de geçen olayları anlatan “NO” filminden alınma. Diktatör Pinochet, baskılar sonucu ülkeyi referanduma götürmek zorunda kalmıştı.
Muhalefet ise bu süreci onu devirmek için bir fırsata dönüştürdü. Reklamcı René Saavedra’nın liderliğinde başlatılan yaratıcı ve umut dolu kampanya diktatörün sonunu getirdi. Tarihin yönünü değiştiren bir “hayır” kampanyasıydı bu.
Şimdi, Türkiye’de birebir aynı süreci yaşamıyoruz ama benzer bir eşiğin ucundayız. Siyaset bilimcilerin “Türkiye otoriter mi oldu yoksa totaliterliğe mi evriliyor?” sorusu, artık sadece akademik değil, sokakta yanıt buluyor.
Filme geri dönecek olursam, o kampanyayı yöneten akıl ile Saraçhane’de İmamoğlu’nun diplomasının iptali ve gözaltı tehdidi sonrası ortaya çıkan gençliğin aklı arasında güçlü bir paralellik kuruyorum. O gençler bir fark yaratmak peşinde değil, asla, sonuç almak istiyorlar. Netler. Kararlılar.
Dün gece Saraçhane’deki eylemlerin ikinci gününde gençler iradelerini ortaya koydu. Saraçhane’den Taksim’e yürümek istediler. “Özgür bizi Taksim’e götür” sloganları hiç susmadı. Gece boyunca da bu çizgiden hiç sapmadılar. Çok kez polis barikatına yüklendiler. Bir ara itfaiye sesleri duyuldu. Ve o an, gençlerin sesi duyuldu: “İtfaiye bizi Taksim’e götür!”
Sonrasında, İBB önündeki sahneden türküler, marşlar yükselmeye başladı. Ardından bir anons:
“Dikkat dikkat…”
Gençlik yuhaladı.
“Niye yuhalıyorsunuz?” dedim.
“Biz buraya mitinge gelmedik, biz buraya eyleme geldik” dediler.
Bir başka genç daha açık konuşuyordu:
“Ben buraya Ekrem İmamoğlu için gelmedim. Demokrasi için geldim. Kendi geleceğim için geldim.”
Saraçhane’de, iki grubun tam ortasındaydım. Bir yanda “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyen CHP’li kitle, diğer yanda “Diplomasız Tayyip” sloganlarıyla kendi dilini yaratan gençler vardı.
“Bu rejimde yaşamak sana ne hissettiriyor?” diye sorduğumda neredeyse her genç aynı cevabı verdi:
“Biz bu rejimde yaşamayacağız.”
CHP’li yöneticiler gençleri ikna etmekte zorlanıyordu. Onlarca genç saatlerce, 16.00’dan gecenin ilerleyen saatlerine kadar Taksim’e yürümek için direndi. Kimi kendini “Çapulcunun çocuğuyum” diye tanımlıyor, kimi “Çare sandıkta değil sokakta!” diye bağırıyordu.
Özgür Özel sahneye çıktığında Mansur Yavaş’ın ezber konuşmasının yanında, kısa ve daha net cümleler kurdu.
“Başkan bizi Taksim’e götür” diyen gençlere, “İmamoğlu gelene kadar Saraçhane’deyiz. Saraçhane bizim evimiz, evimizi boş bırakmayacağız. Ekrem başkan çıkınca Taksim’e de beraber gideceğiz” minvalinde yanıt verdi.
Ayrıca sık sık, “Üsküdar ilçe tarafı mı? Oraya ambulans gönderiyoruz” anonsu yaptı. Üç defa ambulans yönlendirilmiş olabilir. Öyle bir polis şiddetinden söz ediyoruz. Özel’e en büyük alkış ise İstanbul Valisi’ne hitaben söylediği şu cümleyle geldi:
“Gaz sıkmayın artık. Burada olacaklardan siz sorumlusunuz.”
Büyük bir haksızlık ve sistematik bir irade gaspına karşı halkı örgütlemek zor iş. Halk kendisini, kadınlar, gençler kendisini örgütlemiş durumda aslına bakarsanız. Ana muhalefetin yapması gerekeni kendi kendilerine yapmışlar. Gençlerin isyanı dün gece görüldüğü kadarıyla CHP’lileri de örgütlemeye başlamış.
Halkı küçümsememek gerekiyor. O “makarna alan”, “takunya giyen”, “sıkmabaş” dediğiniz insanlar, adaletsizliği gördüğünde ayağa kalkıyor. Vicdanı olan insanın en güçlü refleksi adaletsizlik karşısında ortaya çıkıyor.
O vicdana sahip bir kadın da Saraçhane’deydi. Sohbet ettiğim gençlerin yanına yaklaştı, kolumu tuttu:
“20 yıldır adalet arıyorum” dedi. “Evimize el koydular. Mahkemeye gittik, olmadı. Araştırdık, olmadı. Anneme imzalattıkları bir kâğıtla her şeyi aldılar. Meğer işin içinde Erdoğan’la aynı okulda okuyan bir iş insanı varmış. Bu mu adalet? Ben artık onun yanında değil, İmamoğlu’nun yanındayım.”
Bir başka genç ise Taksim yürüyüşüne katılmamıştı ama oradaydı. “Neden buradasın?” dedim.
“Hukuk için. Hukuk yoksa, demokrasi yoksa, bu ülkede ne kadar yaşayabiliriz?”
Kalabalığın içinde tek başına [birinin] elindeki hoparlörden Edip Akbayram’ın “güzel göreceğiz çocuklar…” yankılanıyordu. Onun geçtiği yerden alkış yükseliyordu.
Gecenin en rahatsız edici yanı teknik kesintilerdi. Telefonlar sustu, internet yoktu. Jammerlar, frekanslar, karartmalar. Anlık haber geçmek imkânsızdı. Gençleri takip eden gazetecilere yönelik polis şiddeti ekranlara ancak saatler sonra düştü. Bianet muhabiri Ali Dinç ve Yusuf Çelik’in de aralarında olduğu çok sayıda gazeteci de darp edildi.
Gece boyunca gençlerle CHP’liler arasında zaman zaman tansiyon yükseldi. Akşam saatlerinde gençlerle arayı açan CHP yönetimi, gecenin sonunda gençlerle makul bir anlaşmada ortaklaşmıştı. Saraçhane’de İBB önünde ateşler yakıldı. Gençler, “Evimiz” denilen İBB binasına alındı, sohbetler, halaylar, sloganlar susmadı.
Adalet nöbeti başladı.
Gece boyunca gençler herkese, şunu öğretmişti: “Özgürlük sokakta. Sandıkta değil.”
Bundan sonra CHP’nin en büyük hamlesi, bu gençleri ve kadınları kendi politikaları etrafında tutmak olacak sanırım. Açık ki ancak buradan bir ortak mücadele, bir yeni siyaset, değişim doğabilir.
Ve evet, gençler yolu gösteriyor.