Bizim cumhuriyetimiz kuruluş aşamasından bu yana Kürtlere tam tekmil bir “realite” borçlandı ve bu borç yüz yıldır ödenmedi. Çoğu zaman gerçeklik yekten inkâr edildi, yok öyle bir borç denildi, kırk yılda bir ise vardır demekle yetinildi, taksite bile bağlanmadı.
Hak yememiş olmak için adıyla anmak gerekir: Süleyman Demirel “Kürt realitesini tanıyoruz”, İlker Başbuğ da “sosyolojik bir gerçeklik” demişti, 2009’da sade suya tirit Kürtçe yayın yapan TRT Şeş kurulmuştu, hepsi o kadar.
Borç ödenmedikçe kavga dövüş, Kürtler borçlu bile çıkarıldı, kendileri üç öldülerse beri taraftan da bir can almaya baktılar. Borçlar hep can borcu gibiydi, şehitler ölmez ve şehit namırın diye diye ölen ise hep halk çocukları.
Kürtler kadim bir kavim olarak yüzyıllardır vardı, klasik müziğimizdeki kürdi, acemkürdi, kürdilihicazkâr makamları gibi kültüre her yönden dahildiler ama, kapitalizmin standartçı ideolojisi “eski” kültürleri ya bir yamyam gibi yiyip yok etmek, ya da olmadı, folklor olarak pazarlamak istiyordu.
Kürt gerçekliğinin gizlenmeye çalışılan boyutları 2013-15 Çözüm Süreci’nde ve devamında ortalığa döküldü. 2015 Ocak ayında TRT Şeş’in adı TRT Kurdî oldu. Sonrasını anlatmayayım.
Şimdilerde ikinci kez, artık kapatalım bu borcu der gibiler. Devlet’in Bahçeli’si 1 Ekim 2024’te bir şok tedavisine girişti. Ancak ufukta inandırıcı bir bilanço ya da ödeme planı yine gözükmüyor. Bilinir: Bir borcun lafının edilmesi bile önemlidir, hatta çözümün ilk şartıdır, ama şu aralar lafı edilenin ne olduğu bile belirsiz. Oy kaybederiz korkusuyla cimrinin cimrisi tavırlar.
İktidar bloğu, “terörsüz Türkiye” derken devlet teröründe gaza bastı; bir ellerinde havuç, bir ellerinde sopa. Sopa artık her itiraz edenin tepesine iniyor. Oysa “terörsüz Türkiye” için her şeyden önce devlet kendi yetkisinin haddini hududunu bilecek.
1 Ekim 2024’te yeni bir “süreç” başlatıldı ama, hemen ardından 2025 baharı Kobani’nin Berxbotan köyüne yedi çocuklu bir ailenin tamamını öldüren SİHA saldırısıyla birlikte geldi. Tepkiler yükselince “anlaşmada ateşkes yazmıyor” diyenlerin de olduğu, tarihe geçti.
Çözüm karşıtları bu arada bir alacak-verecek itirazı içinde, soruyorlar: “Ne verildi de yaptı Öcalan bu çağrıyı?” Kürt sorunundaki klişelerin en yenisi bu. Bahçeli’nin Öcalan’a, Öcalan’ın da örgütüne yaptığı feshetme çağrısı üzerine soruluyor: Ne verildi de yaptı Öcalan bu çağrıyı?
Bu soru’nun en tatsız kısmı “vermek” fiili. Haklar ve statüler verilmez, tanınır ve teslim edilir. Borçlar da verilmez, ödenir ya da eskilerin deyişiyle, eda edilir. Borç vermek başka bir şey.
Sorudaki sıradan ticaret söylemine takılmayıp açılımına / yorumuna uzaktan da olsa baktığımızda diyebiliriz ki çok yinelenen bu soru, içerdiği suçlama tonunun yanında, borç hanesinin boş olmadığının da en açık kanıtıdır.
Suçlama tonu en çok Kürt sorununu emperyalizmin bir oyunu sayan kesimin söyleminde ağırlık taşıyor. Bu kesimin içinde yalnızca küresel emperyalizmin rolünden söz edip kendi emperyal eğilimimizi es geçenlerden tutun, Kürt sorunu bütünüyle emperyalizmin uydurmasıdır diyenlere, yani Kürt gerçekliğini sol bir jargonla inkâr edenlere kadar uzanan bir çeşitlenme var.
Bu tür soru ve kuşkuların en olumsuz yanı, birtakım suçlamalar ima ederken, kendi önerilerinin ne olduğuna ilişkin herhangi bir fikir beyan etmeyişleridir. İktidar mensupları, “örgüt”ün kendi kendisini feshetmemesi durumunda, terörle mücadeleye eskisi gibi devam edeceklerini söyleyip duruyorlar. Ancak feshin somut koşullarını sağlamak konusunda kendi paylarına düşen hazırlık çalışmaları konusunda verdikleri bir işaret yok. Bireyinden toplumuna ve topluluğuna kadar silahsız yurttaşlar bütünü olan milletin/ ulusun bekasını sağlamak en büyük silahlı örgüt olarak devletin görevi değil midir? “Terörle mücadeleye eskisi gibi devam” sözü hepimizin yine terörist sayılacağımız anlamına gelmiyor mu?
Kürt sorununun dört-beş ana boyutu varsa bunlardan en ivedisi olan çatışma boyutunun çözümü için muhatap kaçınılmaz dolaysız devlettir. Siyasi kararların alınıp uygulanması sorumluluğu da esas olarak iktidar partisine ya da bloğuna düşer. Yürütme ve yasama erki genellikle onların elindedir çünkü.
Gelgelelim, verili durumda ne aldınız ne verdiniz sorusunun yanıtı deyince akla gelen ister istemez verilecek oylarla ve anayasal formüllerle ilgili oluyor. Rakiplerini hukuk dışı yollarla bertaraf etmeye çalışan bir iktidarla karşı karşıyayız çünkü. Ve anayasal statü deyince akla gelen de yalnızca Kürtlük değil, ömür boyu başkanlık oluyor.
Başta DEM Parti ve CHP olmak üzere pek çok siyasi ve toplumsal özne bugün Kürt sorununun çözüm yeri olarak TBMM’ye işaret ediyor, yanılmıyorsam Öcalan dahil. En son, 8 Nisan 2025 Salı günü Tuncer Bakırhan partisi adına bu ilke için yol gösteren, güçlü bir öneride bulundu.
Meclis bu öneriyi benimsemek basiretini göstermeli, kadim Kürt halkının temsilcilerine borcunu eda etmelidir. Meclis dışının talebi de böyledir, böyle biliyoruz.