Halkların Demokratik Partisi (HDP) Sözcüsü Günay Kubilay, HDP’ye yönelik operasyonlardan, güvenli bölge görüşmelerine, Kazdağları direnişinden Hasankeyf direnişine gündemdeki gelişmelere ilişkin değerlendirmelerde bulundu
HDP Sözcüsü Günay Kubilay, HDP Genel Merkezinde düzenlediği haftalık basın toplantısında gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi. Kuzey Suriye konusunda ABD ile Türkiye arasında varılan anlaşma, HDP’nin önümüzdeki döneme siyasi rotasını ve ekonomik gelişmeleri değerlendiren Kubilay şunları söyledi:
“Bugün yine HDP’ye yönelik olarak operasyon ile başlamak zorunda kaldık toplantımıza ne yazık ki. Sabah saatlerinde Muş İl Eşbaşkanlarımız Muhlise Karagüzel ve Ferhat Çakı ile partililerimiz evlerine baskın yapılarak gözaltına alındı. Eş zamanlı olarak Muş İl Örgütümüze de baskın yapıldı.
Partimize yönelik gözaltılar seçim sonuçlarının siyasi rövanşını almaya yöneliktir
Bu gözaltı operasyonları ve saldırılar partimize yönelik başlatılan sistematik siyasi saldırıların devamıdır. Partimiz Türkiye’nin 3’üncü büyük partisidir ve 31 Mart, 23 Haziran seçimlerinde de görüldüğü üzere, iktidarın bu ilkesiz ve ölçüsüz politikalarını durdurabilecek yegane güçtür. Bu gözaltılar aynı zamanda seçim sonuçlarının siyasi rövanşını da almaya yöneliktir. HDP’nin ektiği barış tohumlarının yeşermesini ve Türkiye’nin demokratikleşmesini istemeyen siyasi iktidar, barışın ve demokrasinin yegane adresi olan HDP’ye sürekli ve sistemli saldırılarını sürdürmektedir. HDP belediyelerine olduğu gibi partimizin il örgütlerine il eşbaşkanlarına, yönetim kurulu üyelerine, parti üyelerine ve bir bütün olarak HDP’ye yönelen şiddet dolu ellerinizi partimizin üzerinden çekin.
Bugünkü diğer bir konu başlığımız ABD-Türkiye görüşmesi. İktidarın askeri operasyon tehditleri altında Türkiye ve ABD arasında Suriye’nin Kuzeyinde “Güvenli Bölge” kurulması amacıyla başlatılan görüşmelerin anlaşma ile sonuçlanmış olması, saldırı ve savaş seçeneğini devre dışı bıraktığı için olumlu bir gelişme olarak değerlendiriyoruz.
Güvenli bölge görüşmeleri olumludur ancak sorununun muhatapları yer almadığı için eksiktir
Bu gelişme istendiği zaman sorunların masada ve diyalog yoluyla çözülebildiğini göstermektedir. Bu görüşme yıllardır diyalog ve müzakerelerin maliyetsiz ve bedelsiz tek doğru yöntem olduğuna yönelik ısrarlarımızın ne kadar doğru olduğunu gösteriyor. Umuyoruz ki savaş ve saldırı seçeneğini devre dışı bırakan bu yöntem kalıcı ve sürekli olur. Ancak bu müzakereler ve sonrasında varıldığı belirtilen anlaşmada sorununun muhatapları yer almadığı için eksiktir ve başarısı şüphelidir.
Türkiye, Moskova ve Washington arasında sarkaç gibi gidip geleceğine Suriye Özerk Yönetimi temsilcileri ile görüşmelidir
Kürt sorunu ABD ve Rusya ile konuşularak çözülemez. Bir başka güce ihtiyaç duymadan kendi sorunlarımızı diyalog ve müzakere yoluyla çözebileceğimizi yıllardır dile getiriyoruz.
Kuzey Suriye meselesinde yapılması gereken Moskova ve Washington arasında bir sarkaç gibi gidip gelmek yerine Kürt halkının temsilcileri ve Suriye Özerk Yönetimi temsilcileri ile görüşmek ve bir yuvarlak masa etrafında bir araya gelmektir.
Yapılması gereken barış koridoru değil büyük bir barış coğrafyasını el birliğiyle oluşturmaktır
Son dönemlerde ısrarla dile getirilen barış koridoru söylemi ilk başta pozitif bir çağrışım yapsa bile düşman iki kesim arasında bir ara bölgeyi tarif ettiği ve yayılmacı emeller taşıdığı için sorunludur. Yapılması gereken ‘Barış Koridoru’ değil, büyük bir Barış Coğrafyası yaratmaktır. Adına ne denirse denilsin halklar arasına örülen duvarlar, oluşturulan koridorlar ve bölgeler düşmanlık siyasetinin yansımalarıdır ve bunlara ihtiyaç yoktur.
Suriye halkları düşmanımız değildir. Ortadoğu coğrafyasında sınırlara, bölgelere, koridorlara ihtiyaç duyulmadan Arabı, Kürdü, Türkü, Ermenisi, Süryanisi, Çerkezi ve Rumuyla, İnanç gruplarıyla 72 millet bir arada, eşitçe ve kardeşçe yaşayabilirler. Bir kez daha AKP iktidarını, Doğu Akdeniz’den Kuzey Suriye sınırına, Güney Kürdistan’dan Ege’ye kadar yürüttüğü gerginlik ve savaş politikalarını terk ederek, barış, müzakere ve diyalog politikalarını esas almaya çağırıyoruz.
Türkiye ve bölge halklarının tek düşmanı ırkçılıktır, tekçiliktir ve bu zihniyetin Türkiye’deki adresi MHP ve başındaki Bahçeli’dir
Kuzey Suriye’ye yönelik “barış koridoru” anlaşmasında sonra Rojava’ya askeri operasyonun yapılmamasından duyduğu rahatsızlığı “ABD’nin ağzına bakamayız” şeklinde sözleriyle kamuoyunu kışkırtan bir açıklama yapan MHP Genel Başkanı Bahçeli aynı konuşmada Eş Genel Başkanımız Sezai Temelli’ye hakaret ederken, Anayasa Mahkemesinin Barış Akademisyenlerine yönelik kararından rahatsız olduğunu sert bir dille ifade etmiştir.
Burada ilkesizlik ve tutarsızlık abidesi olan Bahçeli’nin eş genel başkanımıza hakaret dolu sözlerine, kimlik ve kişiliğine saldırı niteliğindeki beyanlarına yanıt vermeyi zül sayıyoruz.
HDP’ye yönelik politik saldırı niteliğindeki sözlerine gelince… HDP, bütün suçlamaların, karalamaların, tehditlerin, şantajların aksine emeğin, barışın, demokrasinin, özgürlüğün, eşitliğin bu topraklardaki politik mayası ve yegane adresidir. Türkiye ve bölge halklarının tek düşmanı vardır o da ırkçılıktır, tekçiliktir. Bu ideolojik politik zihniyetin Türkiye’deki adresi MHP ve onun başındaki Bahçeli’dir. Halklar arasına düşmanlık tohumları ekenler MHP ve onların ortaklarıdır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki AKP-MHP iktidarı savaş baronlarının politikalarını ‘beka’ meselesi olarak toplumun önüne koymaktadır. Aslında darbeciler Türkiye’yi savaşa sürüklemeyi amaçlıyorlardı. Mevcut iktidar bloğu da darbecilerin savaş politikalarını sürdürmekte beis görmüyor. Onun için de Bahçeli bir tenis topu gibi bir oraya, bir buraya savrulup duruyor. Örneğin, İstanbul’da YSK eliyle sandık darbesi yapılır, İstanbul halkının siyasi iradesine el koyulurken, Bahçeli ‘Türkiye bir hukuk devletidir, karara saygılı olmaktan…’ söz ederken, AYM’nin barış akademisyenleri kararından rahatsızlık duyduğunu dile getirmekte bir beis, tutarsızlık görmüyor.
Bahçeli’nin barışa da barış söylemine de alerjisi var
Türkiye veya Kuzey Suriye için tehlikeli olan Bahçeli’nin zihniyetidir. Bu şovenist ve ırkçı zihniyet tarihin çöp sepetine gönderildiği ölçüde ülkede de bölgede de Ortadoğu’da da sorunlar barış ve diyalog yoluyla çözülebilir, halkların eşit haklar temelinde yaşayabileceği koşullar yaratılabilir. Türkiye toplumu savaş ve barış arasında önemli bir yol ayrımında bulunuyor. Biz bu tarihsel dönemeçte savaşa karşı barışı, zorbalığa karşı hukuku ve adaleti savunmaya devam ediyoruz.
Dünyadaki ve bölgemizdeki gelişmeler savaş zihniyetine karşı barış mücadelesini yükseltmeyi önemli bir görev olarak önümüze koyuyor. Bahçeli’nin barışa da barış söylemine de alerjisi var.
AKP ve küçük ortağının ekonomik ve siyasi krizden çıkış için ne politikaları ne de çözüm önerileri var
Çünkü büyük ve küçük ortak el birliğiyle ülkeyi büyük bir ekonomik ve siyasi krizin içine sürüklediler. Şimdi krizden çıkış için ne politikaları ne de çözüm önerileri var. İşsizlik, yoksulluk, pahalılık almış başını gidiyor, arka arkaya zamlar geliyor, ücretler düşüyor, alım gücü azalıyor, vergiler giderek ağırlaşıyor.
Milli olduklarını söyleyenler ülkenin orman arazilerinin yabancı sermayeye peşkeş çekilmesine bir şey söylemiyor
Ülkenin doğal varlıkları ve kaynakları yandaş sermaye gruplarına peşkeş çekiliyor. Çaresizler ve tek tutamak noktaları gerçekleri gizlemek için halkın milliyetçi duygularını kaşımak, ırkçılığı körüklemek, savaş tamtamları çalmak. Halkı gerçek sorunlardan uzaklaştırıp iktidara biraz daha tutunmak istiyorlar. Öyle ya, şimdi kendi adı Devlet olan, partisinin adında milli olan bir partinin genel başkanı çıkıp konuştuğunda mesela üniversitelerde açık kalan 71 bin kontenjanın işaret ettiği gibi eğitimin çöküşüne dair bir şey söylesin. Borçlanma rakamlarına dair iki kelam etsin. Yandaşa peşkeş çekilen şehir hastaneleriyle sağlık sisteminin iflasını söylesin. Hazine garantili köprü ve yollar gibi projelerle ülkenin geleceğinin satılmasından, insanların geçmedikleri köprülere, yürümedikleri yollara ödedikleri paralardan söz etsin. Hadi bunları söylemedi doğalgaza ve elektriğe yapılan yüzde 15’lik zammın kendi savaş ve rant politikalarının bir sonucu olduğunu çıkıp dürüstçe söylesin.
Ya da milli olduklarını söyleyenlerin ülkenin orman arazilerinin yabancı sermayeye peşkeş çekilmesine bir şey söylesinler. Ama nafile söyleyemezler. Çünkü bunlar hakikat, onların işi ise hamaset. Biz herkesi hamasete değil, hakikate itibar etmeye çağırıyoruz.
Barış ikliminin yaratılması için Öcalan süreçlere dahil olmasının yolu açılmalıdır
Bu kritik eşikte Öcalan ile avukatlarının görüşmüş olması önemli bir gelişmedir. Görüşmenin içeriğinden ve taşıdığı anlamlardan bağımsız olarak, tecrit insanlık dışı bir uygulamadır, ailesi ve avukatlarının Sayın Öcalan ile görüşmesi temel bir haktır. Konjonktürel siyasi gelişmelere göre engellenmesi kabul edilemez.
2 Mayıs’tan itibaren yapılan dört görüşme sonrası avukatlarca kamuoyuna açıklanan görüşler, Öcalan’ın görüş ve önerileriyle demokratik siyaset sürecine katılımının sorunların diyalog ve müzakere yoluyla çözümüne dair azami düzeyde katkı sunacağını göstermiştir.
2013-2015 yılları arasında yaşanan gelişmeler Öcalan’ın devrede olduğu süreçlerin Türkiye için barış ikliminin yaratıldığı dönemlerdir. İlgili çevreler sorunları müzakere, çözüm ve diyalog yoluyla çözmek istiyorlarsa öncelikle yapmaları gereken, İmralı’ya yönelik tecrit politikasına son vermek ve Öcalan’ın bu süreçlere dahil olmasını sağlamanın yolunu açmaktır.
Yargı reformu için Ekim beklenmemeli Meclis derhal toplanmalıdır
Bir diğer konu başlığımız, birkaç gün önce Adalet Bakanı Gül yargı reformu ile ilgili olarak Ekim’de ilk işimiz yargı reformu olacak sözlerine ilişkindir. Türkiye’de yargı reformu çok önemlidir. Bugün artık yargının bağımsızlığından yargıçların özgürlüğünden zerre kadar söz edilmediği bir siyasal ortamda, yargı reformu iktidar ortağı partilerin ihtiyaç ve beklentilerine değil toplumun ihtiyaçlarına yanıt vermelidir. Bunun için Ekim’i beklemeye ne gerek var ki, Parlamento hukuk komisyonu derhal toplanabilir. Bunun için STK’ların demokratik kitle örgütlerinin, inisiyatif ya da platformların görüşü alınabilir. Bu konuda bir çalışma yürütülebilir. İhtiyaç gerçek bir yargı reformudur. Çalışmalar hızla tamamlanır ve Ekim’i beklemeden Meclis toplanabilir ve ortak bir irade ile beklentilere yanıt verecek bir sonuç alınabilir.
Bakan’a istediği şirketi kurtarma ya da el koyma yetkisi verildi: Kabul edilemez
Resmî Gazetenin 7 Ağustos tarihli nüshasında yayımlanan Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’yle “Hazine’nin Cumhurbaşkanı kararıyla yurt içindeki ya da yurt dışındaki şirketlere iştirak etmesini sağlamak” ibaresi önceki bir kararnameye eklendi. Bu karar, Bakana istediği şirketi veya sermaye grubuna sermaye aktarmak ve kurtarmak için Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın kaynaklarına el koyma yetkisi verildiği anlamına geliyor. Böyle bir yetki kimseye verilemez.
Kriz derinleşiyor, büyük şirketler borçlarını ödeyemiyor, dışardan para bulmakta zorlanıyor. İktidar, yandaş büyük sermaye gruplarının borçlarını ödeyebilmek için, halkın bütün tarihsel birikimlerine ve kamu kaynaklarına saldırıyor, sermaye gruplarına peşkeş çekiyor.
Kurulan Varlık Fonu’na aktardığı varlıkların toplam değeri 200 milyar dolar kadardı. Bu paranın nereye kullanıldığını kimse bilmiyor. İşsizlik Sigortası Fonu’nda biriken on milyarlarca lirayı da sermaye için kullandı. En son Merkez Bankası’nın toplamda 90 milyar lirayı aşan, halk arasında ‘kefen parası’ da denilen ‘ihtiyat akçesi’ne el koyulmuştu. Bu paranın önemli bir kısmı da yine yandaş şirketlerin borç ödemelerine harcandı. Şimdi de 301 milyar liralık bir bütçeye sahip Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın kaynaklarına el koyacak yetkiyi almış bulunuyor.
İktidar dışarıdan bir borç çevrimi yapacak fon bulamazsa yakında karşılıksız para basacak
İşçilerden, emekçilerden halklardan toplanan bu vergi gelirlerinin batık yandaş şirketleri kurtarmak için kullanılacağı çok açıktır. Bakınız bir taraftan yandaş şirketler kurtarılmaya çalışılırken krizin faturası halka çıkarılmaya devam ediliyor. Zamlar sağanak gibi yağıyor yağmaya da devam edecek. Vergiler herkesin canını yakmaya devam edecek.
Öz kaynaklar sıfırlanmak üzere ve dışarıdan bir borç çevrimi yapacak fon bulamazlarsa karşılıksız para basacaklar. Üstelik artık özkaynakları da sıfırlamak üzere olan iktidar silahlanmaya, savaşa yaptığı sınırsız harcamalarla ülkeyi geri dönüşü olanaksız bir uçuruma doğru sürüklüyor. Biz tüm Türkiye’yi; işçileri, emekçileri, kadınları, gençleri bu gidişe dur demeye çağırıyoruz.
Kaz Dağları’nın altına değil de üstüne daha fazla kıymet verilmesi gerekiyor
Son olarak, konu başlığımız ekoloji sorunudur. AKP hükümetinin yağmacı ve talancı zihniyeti doğaya, tarihe, kültüre, düşman politikaları Hasankeyf’te, Salda Gölünde, Fatsa’da, Kaz Dağları’nda bir kez daha gösteriyor kendini. Ülkenin doğal varlıkları tekelci sermaye gruplarına peşkeş çekiliyor. Ağaçlar kesiliyor, toprak delik deşik ediliyor, ekoloji yıkımı geri dönülmez biçimde büyüyor.
Kaz Dağları’nın havasıyla suyuyla biyolojik çeşitliliğiyle her anlamda korunması gerekiyor. Kaz Dağları’nın altına değil de üstüne daha fazla kıymet verilmesi gerekiyor. Kazdağları’nda hali hazırda gerçekleştirilmiş kıyım planlanmış olanın 10’da biri kadardır. Eğer bugün dur demezsek yarın çok daha büyük bir yıkımla karşı karşıya kalacağımız aşikar.
IŞİD’in Palmira’yı yok etmesiyle AKP iktidarının Hasankeyf’i yok etmesi arasında ne fark var?
Kaz dağlarında yaşanan yıkımın bir benzeri Hasankeyf’te yaşanıyor. Hasankeyf’te yaşanan yıkım son derece kapsamlı bir saldırının parçasıdır. Kürtlerin topraklarında kadim olan her şey AKP iktidarı tarafından ya yakılıyor ya yıkılıyor ya da sular altında bırakılıyor. Şimdi soruyoruz, tarihi kendiyle başlattığını söyleyen IŞİD’in Palmira’yı yok etmesiyle AKP iktidarının 12 bin yıllık bir tarih olan Hasankeyf’i yok etmesi arasında nitelik olarak ne fark var?
Hasankeyf’te her gün insanlar darp edilip gözaltına alınıyor. Hasankeyf’ten ellerinizi çekin demek suç değildir, o tarihi sular altında bırakmayın demek suç değildir. O tarih insanlığın ortak mirasıdır ve halk tarihine, kültürüne sahip çıkmaya devam edecektir.
Dün bu yağmaya ve talana dair politika “yeşil yol” adı altında Karadeniz’de, Artvin’de uygulandı. Bugün Munzur Dağları altın madeni adı altında delik deşik edilmek isteniyor.
Kaz Dağları'na akan Su ve Vicdan nöbeti, Hasankeyfe’de Tarih ve Kültür Nöbeti için akmalıdır
Değerli arkadaşlar ekolojik mücadele bir bütündür, orası burası yoktur. Kazanmak istiyorsak Türkiye’nin her yerinde ses çıkarmalıyız. Munzur demeden, Hasankeyf demeden, Kaz Dağları demeden sesimizi ortak bir şekilde yükseltmeliyiz. Bilinmeli ki Hasankeyf’i sulara gömmek isteyenlerle Kaz Dağlarını siyanüre zehirlemek isteyenler aynıdır. Munzur Dağlarını altın için delik deşik etmek isteyenler ile Salda Gölünü betona gömmek isteyenler aynıdır. Kaz dağlarının da, Hasankeyf’in de kurtuluşu Kaz dağlarına Su ve Vicdan Nöbeti için sel gibi akan on binlerin, Hasankeyf’e de Tarih ve Kültür Nöbeti için akmasıyla, Kaz dağlarından Hasankeyf’e kardeşlik ve barış köprüsü kurulmasıyla mümkün olabilir. Kızılderili liderin meşhur sözünde olduğu gibi altının, betonun, paranın yenmediğini anlamak için ille de son derenin kurumasını, son ağacın kesilmesini beklememize gerek yok. HDP olarak herkesi birleşik mücadeleye çağırıyoruz.