Kocaeli/Dilovası’da halk tarafından CİMER’e ve Dilovası Belediyesine şikayet edilmesine rağmen faaliyetine devam eden, sigortasız ve çocuk işçi çalıştıran, işçi sağlığı ve güvenliği önlemlerini almayan, tehlikeli sınıftaki bir iş yeri olmasına karşın mevzuata aykırı şekilde yerleşim alanında faaliyet gösteren Ravive Kozmetik’te meydana gelen iş cinayetinde 3’ü çocuk 6 kadın işçi hayatını kaybetti.
Ravive iş cinayeti; yakın dönemde İliç’te, Bartın’da, Oba Makarna’da ve Gayrettepe Masquarede’de gerçekleşen toplu işçi katliamlarında olduğu üzere Türkiye kapitalizminin siyasi, hukuki ve iktisadi özeti niteliğindedir.
İktidarın “agresif büyüme” modeli doğrultusunda sermaye birikiminin ivmesi arttığı oranda emek rejimi despotikleşirken, çalışma koşulları ağırlaşıyor, işçiler daha fazla sömürülüyor. Tüm bu faktörler “iş cinayeti rejimi”nin oluşumuna işaret ediyor.
Tek bir failden, tek bir cinayet mahallinden, tek bir nedenden söz edemeyeceğimiz için; arka planında devlet aygıtının, idari ve yargısal mekanizmaların, üretim ilişkilerinin, sermaye birikim rejiminin bulunduğu “iş cinayeti rejimi” oluşumu söz konusu.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi verileri Türkiye’nin “olağanlaşmış” iş cinayeti rejiminin fotoğrafını net şekilde ortaya koyuyor. AKP’li yıllarda en az 35 bin iş cinayeti gerçekleşti:
– Her gün en az 5 işçi çalışırken,
– Her gün 18-30 yaş aralığında en az 2 işçi çalışırken,
– Her hafta okulda olması gereken 5 ila 18 yaş aralığında 1 çocuk işçi çalışırken,
– Her hafta emekli olmasına rağmen çalışmak zorunda kalan 60 yaş üzeri en az 2 yaşlı işçi çalışırken ölüyor.
Kamu veya özel sektör, güvenceli veya atipik istihdam, çocuk veya yaşlı, yerli veya yabancı, kır veya kent fark etmeksizin iş cinayeti rejimi ölçeği mekan ve zaman boyutunda hızla yoğunlaşıyor. İş cinayetleri an itibarıyla sadece iş yerlerinde İSG önlemleriyle durdurulabilecek aşamayı geride bırakmıştır. İş cinayetleri çok katmanlı ve çok boyutlu bir olgu olup, temelde bir sonuçtur.
Ana hatlarıyla iş cinayeti rejiminin kolonları; neoliberal politikalar, uluslararası iş bölümünde Türkiye’nin ucuz emek rezervi rolü, organize sanayi bölgeleri (OSB) ve özel endüstri bölgeleri ile Anadolu’nun “küresel fabrikaya” dönüşmesi, yıllara yayılmış mutlak artık değer sömürüsü, kamunun varlıklarına el koyarak devam eden ilkel birikim, madencilik faaliyetlerinde somutlaşan “yeni ekstraktivizm”, grevleri ve işçi direnişlerini engelleyen emeğin anayasasızlaştırılması sürecidir.

Uygulanan ekonomi politikalarına ve sermaye birikim stratejilerine göre iş cinayetlerinin son 10 yılını dönemselleştirebiliriz:
– Türkiye’deki en büyük işçi katliamı olan 301 maden işçisinin hayatını kaybettiği Soma Maden Katliamı’nın yaşandığı 2014 yılında 1886 iş cinayeti gerçekleşti. Soma Katliamı, madencilik sektöründe özelleştirme politikalarının, taşeronlaştırmanın ve aşırı üretim baskısının dışa vurumuydu.
– 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ilan edilen olağanüstü hal ve kanun hükmünde kararnamelerle ülkenin yönetildiği, grev yasaklarının ve kara listelerle işten çıkarmaların olağanlaştırıldığı 2016 yılında 1970, 2017 yılında 2 bin 6 iş cinayeti gerçekleşti. Bu yıllarda devlet krizinin tüm bürokratik kademeleri etkilemesinden ötürü piyasa regülasyonu bozuldu, tabiri caizse her şirket kendi iş kanununu yazmaya başladı, sermayenin emek üzerinde tasarrufu arttı.
– Pandemide izolasyon politikası uygulanırken, “Çarklar dönsün” anlayışıyla işçilerin zorla çalıştırıldığı, viral sömürünün arttığı 2020 yılında 2 bin 427, 2021 yılında 2 bin 170 iş cinayeti gerçekleşti. Bu dönemde bazı yerlerde yasal çalışma saatleri valilik genelgeleri ile doğrudan patronların inisiyatifine bırakıldı. Kod 29 ile işten çıkarmalar yaygınlaştırıldı. DİSK-AR’ın hesaplamasına göre salgın döneminde Kod-29 gerekçesiyle ayda ortalama 14 bin 722 işçi işten çıkarıldı. Salgın koşulları bahane edilerek bazı fabrikalarda işçiler üzerinde çipli ve optik-teknik denetim uygulamalarına başlandı.
– “İhracata dayalı rekabetçi ekonomik model” olarak anılan, gerçekte ucuz meta üretimi için reel ücretlerin eritildiği, işçileşmenin yoğunlaştırılması amacıyla servet transferi gibi yöntemlerle yoksulluğun ve mülksüzleşmenin arttığı 2023 yılında 1932, 2024 yılında 1897 iş cinayeti gerçekleşti. 2025 yılında bu büyüme stratejisi sürerken, ilk 10 ayda 1737 işçi çalışırken öldü. İhracata dayalı sanayileşme döneminin karakteristik özelliklerinden bir tanesi çocuk emeği sömürüsüdür. Son 12 yılda en az 800 çocuk iş cinayeti gerçekleşirken, bu yılın ilk 10 ayında en az 77 çocuk çalışırken öldü.
İş cinayetlerinin arkasındaki güncel ve yapısal nedenleri irdelediğimizde ihracat odaklı ekonomik büyüme modelinin düşük ve orta teknolojili meta üretimi ve ihracat sarmalında sıkışmasını, kâr oranlarının patronlar üzerinde yarattığı baskıyı görebiliriz.
İstanbul Sanayi Odası’nın 2024 yılına ait 500 büyük sanayi kuruluşu verilerine göre katma değer içerisinde en yüksek pay düşük teknolojilere aittir. Birinci 500 şirkette bu pay yüzde 34.6; ikinci 500 şirkette yüzde 41’dir. İhracat verilerine göre ise ocak-ağustos 2025 döneminde toplam ihracat 178 milyar dolar ile yıllık bazda yüzde 4 artış gösterirken, başta tekstil olmak üzere emek yoğun üretimin hakim olduğu geleneksel sektörlerde gerileme söz konusu.
Ucuz meta üretimi politikası, finansman ve krediye erişim sorunları, faiz politikaları, iç pazarda alım gücünün gerilemesi, enerji maliyetleri, ticaret savaşları gibi faktörler nedeniyle Türkiye kapitalizminde kâr oranlarının düşüş eğilimi hızlanıyor.

İSO 500’de vergi öncesi dönem kâr ve zarar büyüklüğüne göre 2022 yılında kâr eden kuruluş sayısı 442 iken, 2024 yılında 341’e indi. 2018 sonrasındaki en yüksek değer olarak dikkat çeken zarar eden kuruluş sayısı 58’den 159’a yükseldi.
İktidar için bu sadece ekonomik bir olgu değil. Emek yoğun sektörler hem istihdam oranı ile hem de siyasal açıdan iktidarın sınıf ve oy tabanını oluşturan bir kütledir. Bu kütlenin hacmi iktidarın politikaları nedeniyle küçülürken bunları ayakta tutacak can suyunun yaratılması gerekmektedir çünkü emek yoğun sektörlerde üretim temposunu ve kâr oranlarını sadece düşük ücretler sağlamaz. Nüfusun daha fazla kesimi, daha düşük ücretlerle iş gücü piyasasına dahil oldukça sektörler emek maliyetlerini düşürme avantajı kazanır.
TÜİK’in sanayi ve hizmet istatistiklerine göre şirketlerin maliyetlerinde çalışanın payı düşüyor. 2016 yılında bu pay yüzde 15 iken -en güncel veri itibarıyla- 2022 yılında 10’a gerilemiştir. En önemli maliyet kalemi artık ücret değil, bizzat işçinin kendisi görülüyor(!)
Kâr oranlarını ve üretim temposunu artırma taktikleri kapsamında işçilerin “kullan-at işçi” olarak görülmesi iş cinayetlerini zirveye çıkaran başlıca etkendir.
Fred ve Harry Magdoff’un “Disposable Workers: Today’s Reserve Army of Labor” makalesinde Kapital’in ilk cildinden hareketle modern emek ordusu yapısının büyük bölümü, “kullan-at” (disposable) harcanabilir işçiler olarak tanımlanır. Kapitalistler fabrika binalarına, iş yerlerine, ofislerine özen gösterirken, çeşitli makine ve ekipman parçalarına periyodik bakım ve onarım yaptırırken, işçileri tek kullanımlık üretim girdileri olarak görürler. Sermaye emeği kontrol etmek ve ihtiyaç duyduğunda kullanmak, ihtiyaç duymadığında kolayca işten çıkarmak ister. Emeğin üretim sürecinin tek kullanımlık ve kolayca değiştirilebilir bir parçası olarak görülmesi, kapitalizmin temel itici gücünü, yani tükenmeyen servet biriktirme dürtüsünü teşvik eder.
Karl Marx, sermayenin kendi çıkarları uğruna toplumun genel çıkarlarını yok sayışını şu cümlelerle ifade etmiştir: “Après moi le déluge! (Benden sonra tufan!) Her kapitalistin ve her kapitalist ülkenin parolasıdır bu. Toplumdan gelen bir zorlama olmadığı sürece, sermaye, işçinin sağlığına ve ömrünün uzunluk ya da kısalığına karşı kayıtsızdır.” Yüz yılı aşkın zaman sonra sermayenin dinamikleri, tüm göstermelik siyasi ve hukuki burjuva centilmenliğinden sıyrılarak en özüne dönmüştür. Çocukları daha fazla işçileştirmek için eğitim sisteminin değiştirilmesinden de bunu görebiliyoruz.
İş cinayetlerini önlemede ve işçileri kullan-at vasfından çıkarmada en etkili strateji ve taktik kuşkusuz emeğin birliğidir. Bu doğrultuda sendika, ücret ve hak pazarlığında etkili bir araç olduğu kadar, temel düzeyde İSG önlemlerinin alınmasında ve can güvenliğinin sağlanmasında -işçi denetimini devreye soktuğu oranda- etkili olmaktadır. İSİG Meclisi verilerine göre yıllık ortalamalarda iş cinayetlerinin en fazla gerçekleştiği yerler yüzde 98 ile sendikasız iş yerleridir.
