Ancak Ankara’nın yanıtı yine tanıdık: “Bu karar Türkiye’nin iç hukukunu bağlamaz.”
Oysa Anayasa’nın 90. maddesi açıkça, uluslararası antlaşmaların iç hukukun üstünde olduğunu belirtir.
Dolayısıyla mesele bir kişinin özgürlüğünün ötesinde; bu karar Türkiye’de hukukun mu yoksa siyasetin mi belirleyici olacağına dair bir sınav niteliğinde.
Demirtaş Dosyasında Yeni Gelişme
Selahattin Demirtaş, Kobani davasında 42 yıl hapis cezasına çarptırılmış durumda. AİHM ise mevcut tutukluluğun hukuksuz olduğunu tespit etti. Ancak bu ceza yürürlükte olduğu sürece, Demirtaş’ın hemen serbest bırakılması hukuken mümkün görünmüyor.
Türkiye’nin AİHM kararına karşı itiraz hakkı 8 Ekim’de doluyordu. Son gelen bilgilere göre, Adalet Bakanlığı yetkilileri Strasbourg’a giderek Türkiye adına itiraz başvurusunda bulundu.
Bu gelişmeyle birlikte dosya artık AİHM’nin Büyük Dairesi’ne taşınacak ve süreç aylar, hatta yıllar sürebilecek.
Yani 8 Ekim, bir “tahliye tarihi” olmaktan çıktı; artık Türkiye’nin hangi yöne adım atacağını gösterecek uzun bir sürecin başlangıç noktası oldu.
Hukuk, Güven ve İtibar
Türkiye’nin AİHM kararlarını uygulaması, yargı bağımsızlığına duyulan güveni güçlendirir.
Uluslararası hukukla uyum, Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği nezdinde Türkiye’nin itibarını artırır. Demirtaş kararı, bu açıdan Türkiye’nin “uluslararası hukukla bağlarını koruma” iradesini gösterebileceği bir fırsattı.
Özellikle Kürt seçmen açısından bu kararın uygulanması, “hukuk herkese işler” duygusunu pekiştirebilir; siyasetin yumuşaması ve toplumsal diyalog açısından sembolik bir kapı aralayabilirdi.
Ancak itiraz kararıyla birlikte Türkiye, bu fırsatı şimdilik ertelemiş görünüyor.
Yalnızlaşma ve Güven Sorunu
AİHM kararlarının uygulanmaması, Türkiye’yi uluslararası platformda giderek yalnızlaştırıyor.
Avrupa Konseyi, daha önce Osman Kavala davasında olduğu gibi, Türkiye hakkında “yükümlülüklerini yerine getirmeme” süreci başlatmıştı. Demirtaş davasında da benzer bir sürecin başlaması olasılığı artık masada.
Kararların siyasi gerekçelerle uygulanmaması, yargı bağımsızlığı algısını zedeliyor.
İçeride kısa vadeli “milli duruş” söylemi bazı çevrelerde destek bulsa da, uzun vadede toplumsal kutuplaşmayı derinleştiriyor.
Hukuka duyulan güvensizlik, ekonomiden diplomasiye kadar pek çok alana gölge düşürüyor.
Bir Kişiden Fazlası
Selahattin Demirtaş davası artık sadece bir hukuk dosyası değil; Türkiye’nin hukukla, egemenlikle ve demokrasiyle ilişkisini yeniden tanımlayacak bir eşik haline geldi.
Türkiye şimdi iki yol arasında:
Ya uluslararası hukukla uyum içinde bir rota izleyecek,
ya da “egemenlik” gerekçesiyle bu kararı görmezden gelerek Avrupa hukuk sisteminden biraz daha uzaklaşacak.
Demirtaş’ın serbest kalıp kalmamasından çok, Türkiye’nin hangi hukuk anlayışıyla yönetileceği bu sürecin asıl belirleyeni olacak.
Çünkü sonunda mesele şu yalın soruya dayanıyor:
Hukuku yöneten bir ülke mi olacağız, yoksa hukuktan yönünü kaçıran bir ülke mi?