Kürt Sorununun çözümü yönünde tarafların farklı tanımlar yaptığı, farklı beklentiler içerisinde olduğu yeni bir müzakere süreci yaşanıyor. Her ne kadar tarafların nasıl bir yol haritasına sahip olduğu net olarak bilinmese de PKK Lideri Öcalan’ın 27 Şubat’ta ilan ettiği Barış ve Demokratik Toplum manifestosunun ardından PKK kongresini topladı ve Öcalan’ın önerdiği yönde kararlar aldı. 11 Temmuz’daki temsili silah yakma seremonisinin ardından TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un çağrısıyla TBMM çatısı altında “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” kuruldu ve çalışmalarına başladı.
Emek, kadın, LGBTİ+, ekoloji, insan hakları, halk ve inanç hareketlerinin, gençlik örgütlerinin, sosyalist parti ve siyasal çevrelerin sözcülerine bu gelişmelere ve atılması gereken adımlara ilişkin görüşlerini sorduk.
Hüseyin Mat / Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu (AABK) Eşit Başkanı
Siyasi Haber: Geçtiğimiz yıl Ekim ayında Devlet Bahçeli’nin ilanı ve Şubat ayında PKK Lideri Öcalan’ın Barış ve Demokratik Toplum çağrısıyla yeni bir müzakere süreci başlamış oldu. Alevi toplumunun devam eden sürece yaklaşımı nasıl?
Hüseyin Mat: Yaklaşık kırk yılı aşkın süredir devam eden çatışmaların topluma ödettiği bedel son derece ağır oldu. Ölümler, zindanlar, sürgünler ve derinleşen yoksulluk; halkı yordu, yıprattı ve umutsuzluğa sürükledi. Bu ağır sürecin artık son bulması, toplumsal barışın gecikmeden sağlanması hayati bir zorunluluktur. Çünkü kaybedilen her gün, telafisi olmayan yeni kayıplar demektir.
Resmî devlet ideolojisinin temsilcilerinden Devlet Bahçeli’nin barış yönündeki açıklaması önemli görünse de samimiyeti hâlâ tartışmalıdır. Geçmişte HDP’ye ve Kürt sorununa ilişkin dile getirdiği sert sözler hala hafızalardadır ve kolayca unutulacak türden değildir. Buna rağmen başlatılan her barış girişimi değerlidir; önemli olan, karşılıklı adımların güven ve samimiyet temelinde atılmasıdır.
Aleviler açısından bakıldığında ise tutum dün nasılsa bugün de aynıdır. Cumhuriyet tarihi boyunca ağır bedeller ödeyen ve hâlen ödemeye devam eden Alevi toplumu, en çok barışı arzulayan kesimlerin başında gelir. Toplumsal barışın bir an önce tesis edilmesi, Aleviler için hem tarihsel bir hak hem de acil bir ihtiyaçtır.
Somut ve geri dönüşsüz adımlar atılmalı
Bununla birlikte kaygılarımız da derindir. İktidar olan siyasal İslam ideolojisi, varlığını sürdürmek adına her türlü taktik ve manevraya başvurmaktan çekinmeyen bir anlayışı temsil etmektedir. Geçmişten iyi bildiğimiz bu siyasal İslamcı yaklaşım, güven duymayı zorlaştırmakta; onların ipiyle kuyuya inmenin tehlikelerini gözler önüne sermektedir.
Bu nedenle hem devlet hem de iktidar, samimiyetlerini lafla değil, somut ve geri dönüşsüz adımlarla göstermek zorundadır.
Ayrıca barışın yolu yalnızca Diyarbakır’dan değil, Dersim’den, Hace Bektaş Veli’nin ışığından, bu toprakların ortak vicdanından da geçmektedir. Ancak o zaman gerçek ve kalıcı bir toplumsal barış mümkün olacaktır.
TBMM’de kurulan “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu”nun ismi, bileşimi ve çalışma perspektifi Alevi toplumunun temsiliyet ve talepleri bağlamında nasıl değerlendirilmeli? Bu Komisyonun bugüne kadarki çalışmalarına dair eleştiri ve önerileriniz nelerdir?
Sorunların Meclis’te görüşülmesi büyük önem taşır. Ancak oluşturulan komisyonun bu süreci tek başına sağlıklı biçimde yürütebileceğine inanmak güçtür. Toplumsal barış, ancak toplumun tüm kesimlerinin sürece etkin biçimde dâhil edilmesiyle mümkün olabilir. Bu nedenle komisyon, temsil yelpazesini genişletmeli ve alt komisyonlar aracılığıyla farklı toplumsal grupların görüş ve katkılarını sürece katmalıdır.
Toplumun her kesimi mutlaka temsil edilmelidir; zira toplumsal barış yalnızca Kürt sorununun çözümüyle sağlanamaz. Aleviler başta olmak üzere inanç topluluklarının, Kürtler başta olmak üzere etnik kimliklerin ve diğer dezavantajlı grupların sorunları eşit önemde ele alınmalıdır. Kadınların, gençlerin ve sivil toplum örgütlerinin de bu süreçte aktif rol üstlenmesi, kalıcı ve kapsayıcı bir çözüm için hayati öneme sahiptir.
Süreç AKP/MHP iktidarının inisiyatifine bırakılamaz
Geçmişte “Alevi Açılımı”, “Dolmabahçe Mutabakatı” gibi süreçler yaşanmış, ancak sonuç alınmadan inkar edilmiş, masa devrilmişti. Bu Komisyonun çalışmalarının aynı kaderi yaşamaması için ne yapılmalı?
Bu konu son derece hayati öneme sahiptir; doğru yanıtlar bulmak ve kalıcı çözümler üretmek geleceğimiz açısından kritiktir.
Geçmişte başlatılan barış süreci ile Alevi ve Roman açılımlarının sonuçlarına hep birlikte tanık olduk. Bu deneyimler, gözü kapalı güvenin ne denli riskli olabileceğini açıkça göstermektedir. Ancak, geçmişteki olumsuzluklara takılı kalarak geleceğimizi inşa edemeyiz.
Bugün yeniden başlatılan sürecin başarıya ulaşabilmesi, yalnızca hükümetin değil, toplumun tüm kesimlerinin sahiplenmesiyle mümkündür. Süreci yalnızca AKP/MHP iktidarının inisiyatifine bırakmak yerine, demokratik kitle örgütlerinden sivil toplum kuruluşlarına, sendikalardan yerel inisiyatiflere kadar geniş bir toplumsal sorumluluk üstlenilmelidir. Aksi halde, sorunları bizzat yaratan odaklardan çözüm beklemek gerçekçi olmayacaktır.
Geleceğimizi ne siyasal İslamcıların ne de devletin katı resmi ideolojisinin keyfi kararlarına terk edemeyiz. Aksine, demokratik, eşitlikçi ve çoğulcu bir perspektifle hareket etmeli; barış ve özgürlük mücadelesinde sorumluluk almalı, ortak aklı ve toplumsal dayanışmayı öne çıkarmalıyız.
Barış ve demokrasi birlikte gelişebilir
Komisyon barış ve demokrasi vurgusuyla kurulmuş olsa da askeri operasyonların, antidemokratik uygulamaların, Diyanet ve Yargı müdahalelerinin hala devam ettiği göz önünde bulundurulursa, nasıl bir müzakere ve mücadele denklemi kurulmalı?
Bir yandan “barış” söylemini dile getirirken, diğer yandan CHP ve belediyelere kayyum atamak; Rojava’ya yönelik askerî müdahaleleri sürdürmek ve Suriye Alevilerine karşı soykırım girişiminde bulunan güçlere dolaylı destek vermek, güven duygusunu zedeleyen adımlardır. Bu çelişkili tutumlar, neden temkinli yaklaşmamız gerektiğini açıkça ortaya koyuyor.
Barış ve demokrasinin ancak birlikte gelişebileceğini göz önünde bulundurursak; Cemevlerinin ibadethane statüsünün yasal olarak tanınması, zorunlu din derslerinin kaldırılması, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılması, Madımak Oteli’nin bir utanç müzesine dönüştürülmesi, Alevi katliamlarıyla yüzleşilmesi ve toplumsal hafızada adaletin tesisi ve Alevi dergahlarının Alevilere iade edilmesi gibi temel taleplerinin de bu sürece paralele bir biçimde karşılanması gerekir. Alevi toplumu, bu ülkede barışın, adaletin ve birlikte yaşamanın teminatıdır. Bu nedenle talepleri görmezden gelinemez, ertelenemez.
Ancak görünen o ki devlet, oldukça pragmatik bir süreç yürütüyor. Barış sürecinin geleceğinin Suriye’deki gelişmelerle doğrudan bağlantılı olduğu artık aşikâr. En küçük bir olumsuzluk, süreci sona erdirebilir ve bizi yeniden en başa döndürebilir. Bu nedenle, hem Türkiye’nin hem de bölgenin çıkarları için, Türkiye’nin Kuzey Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile kurduğu ilişkilere benzer bir yapının Suriye’nin Rojava bölgesiyle de tesis edilmesi kaçınılmaz görünüyor.
Böyle bir iş birliği, yalnızca iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler açısından değil, aynı zamanda her iki halkın ortak güvenliği, ekonomik kalkınması ve toplumsal barışı açısından da kritik önem taşıyor. Umarım bu sorun akılcı bir yaklaşımla çözülür ve barış süreci dar çıkar hesapları uğruna baltalanmaz.
“Dünya Aleviler Birliği”ne ihtiyaç var
Alevilerin sadece Türkiye’de değil, bölgesel ölçekte maruz kaldıkları saldırıları dikkate alırsak, Alevi örgütlerinin önümüzdeki süreç açısından mücadele programı ve demokrasi güçlerinden beklentileri nelerdir?
Aleviler yalnızca Türkiye’de değil; Irak, İran, Kıbrıs, Azerbaycan ve Suriye’de de yaşamaktadır. Etnik ve teolojik farklılıklar bulunsa da kaderleri büyük ölçüde ortaktır. Aleviler var oldukları bu ülkelerde tarih boyunca katliamlara, zorunlu göçe, hapis ve baskıya, hakarete ve asimilasyon politikalarına maruz kalmışlardır. Ne yazık ki bu süreç, her geçen gün dünü aratacak biçimde ağırlaşarak devam etmektedir.
Oysa Aleviler sadece Ortadoğu coğrafyasıyla sınırlı değildir. Avrupa, Kanada, Avustralya, Amerika Birleşik Devletleri ve Latin Amerika’da da önemli bir nüfusa sahiptirler. Göç ettikleri bu ülkelerde güçlü örgütsel yapılar kurmuş; kimliklerini görünür kılmış ve anayasal güvence altına alınması için önemli kazanımlar elde etmişlerdir. Bu gelişmeler, Alevi toplumu açısından tarihsel bir dönüm noktası niteliğindedir.
Bugün Alevilerin önündeki en kritik görev, dünyanın neresinde yaşıyor olurlarsa olsunlar ortak bir birliktelik inşa etmektir. Örneğin “Dünya Aleviler Birliği” gibi kapsayıcı bir çatı örgütü, bu ortak iradeyi somutlaştırabilir. Böyle bir yapılanma, sadece Aleviler için değil; insanlık onuru, barış, demokrasi ve eşitlik mücadelesi açısından da küresel ölçekte önemli bir güç yaratacaktır. Bu birlik, farklı toplumsal kesimler için de büyük bir kazanım anlamına gelecektir. Umuyorum ki Alevi hareketi bu hedefi hayata geçirerek hem kendi kimliğini hem de evrensel insan haklarını daha güçlü bir biçimde savunabilir.
Ayrıca, Alevilerin demokratik hak mücadelesini tek başına sürdürmesinin kolay olmadığını vurgulamak gerekir. Bu nedenle demokratik kitle örgütlerinin, yalnızca dayanışma göstermekle kalmayıp Alevi toplumu ve kurumlarına aktif biçimde destek sunmaları, toplumsal barış ve eşit yurttaşlık açısından kaçınılmaz bir sorumluluktur. Bu destek; ortak eylem planları oluşturmak, hukuki ve siyasal alanda birlikte hareket etmek, ayrımcılığa karşı ortak kampanyalar yürütmek gibi somut adımlarla güçlendirildiğinde, hem Alevi toplumunun taleplerinin görünürlüğü artar hem de demokratikleşme süreci bütün toplum için derinleşir.
Aleviler Avrupa’da da barışı ve demokrasiyi savunuyor
Avrupa’da oldukça etkili bir diaspora grubusunuz. Kontakta olduğunuz Avrupalı demokratik çevreler süreci nasıl değerlendiriyor, Alevilerin süreçteki rolünü nasıl görüyorlar.
Son 15 yılda Ortadoğu’da yaşanan savaşlar ve Ukrayna-Rusya savaşı, buna paralel olarak Avrupa’ya yönelen yoğun göç hareketleri, uluslararası dengeleri ciddi biçimde sarsmıştır.
Özellikle göç dalgaları, Avrupa’da sağ popülist politikaların güçlenmesine ve ırkçı söylemlerin artmasına zemin hazırlamıştır. Bu gelişmeler, Avrupalı halklar arasında kaygı ve endişeleri derinleştirmiştir.
Ekonomik koşulların zorlaşması, alım gücünün düşmesi ve geleceğe güvenle bakamama duygusu, toplumsal huzursuzluğu daha da artırmaktadır. Ortadoğu ya da dünyanın herhangi bir bölgesinde savaşlar sürdükçe bu endişe ve kaygıların da devam etmesi kaçınılmaz görünmektedir.
Avrupalı demokratlar, yaşanan bu olumsuz süreçte kendi ülkelerinin politikalarının ve geçmişteki müdahalelerinin de önemli bir payı olduğunu fark etmektedir.
Biz kurum olarak, hem Avrupa’da hem Türkiye’de hem de Ortadoğu’da ortaya çıkan bu olumsuzluklar karşısında Avrupalıların daha duyarlı davranmaları ve sorumluluk üstlenmeleri için yoğun çaba harcıyoruz. Bu bağlamda, Alevi toplumunun örgütlü ve öncü mücadelesi, demokratik değerlerin savunulması açısından son derece önemli ve kıymetlidir. Avrupalılar bu bağlamda Alevilerin demokratik hak mücadelesine sunduğu katkıları çok önemli ve değerli görüyorlar.
Avrupa’daki demokratik güçlerin bir araya gelmesi, ortak bir mücadele hattı örmesi büyük önem taşımaktadır. Bu doğrultuda, dayanışmayı güçlendirmek ve ortak demokratik değerler etrafında birleşmek için çalışmalarımızı kararlılıkla sürdürüyoruz.
Aşk ile…