Ülkenin kaderini belirleyecek iki ana gündem, barış ve demokrasi, kah iç içe geçerek kah birbirinden farklı dalga boylarında hareketlenerek doludizgin ilerliyor. Kimileri için birbirinden ayrı görünen bu iki gündem göbeklerinden birbirine bağlı oysa. Ne barış ortamı oluşmadan demokrasi gelişebiliyor ne de demokratikleşme olmadan barış geliyor.
Kurumsallaşma Hamleleri
AKP-MHP iktidarı CHP’ye yöneldikçe, kurmak istedikleri rejimin karakteri daha açık hale geliyor. CHP son tahlilde bir sistem partisi, düzenin temel direklerinden biri. Ama sermaye–siyaset-devlet oligarşisi CHP’nin muhalefetine dahi tahammül edemiyor. Daha agresif, yayılmacı, pervasız, işgalci, pragmatik, sorgulanamaz, itiraz edilemez, sarsılmaz, tekçi, cinsiyetçi, ırkçı bir iktidar/rejim istiyor egemenler. Bu rejim faşizmden başkası değildir elbette.
19 Mart yargı darbesi ve peşi sıra gelen tutuklamalar, CHP İstanbul İl Başkanlığı’na kayyum atanması, CHP Kurultayının iptali davası, faşizmin kurumsallaşmasında yeni bir etaba geçilmek istendiğini gösteriyor. Şimdiye kadar daha çok sistem dışı güçleri ve Kürtleri hedef alan ve bu kesimleri “terörist / bölücü / yıkıcı /sapık” olarak etiketleyerek saldırılarına meşruluk zemini yaratmaya çalışan AKP-MHP iktidarı, CHP’yi hedef tahtasının ortasına koyduğu andan itibaren bu meşruluk arayışından da vazgeçerek sadece zora ve iktidar olanaklarına dayalı bir hareket planını devreye sokmuş durumda.
CHP’ye yönelik devreye sokulan bu yıpratma operasyonları elbette sadece CHP’yi değil, bütün muhalefeti sindirme ve dizayn etme girişimi.
Faşizmin matematiği
“Çöktürme Planı” ittifakının kurulduğu 30 Ekim 2014 tarihli Milli Güvenlik Kurulu’nu milat alırsak 11 yıldır sürdürülen ağır saldırıya rağmen teslim alınamayan muhalefet, “çöktürülemeyince” parçalanmak isteniyor.
16 Nisan 2017 Anayasa Referandumundan bu yana girilen her oylamada ancak ağır baskı, hile ve usulsüzlükle kazanılan çoğunluk artık bu şekilde bile kazanılamayacak noktaya geldi. Son yerel seçimler bunun açık göstergesiydi. CHP ve DEM Parti’nin şu ya da bu şekilde ittifak yaptığı bir seçimi kazanma imkanı kalmadığını gören Cumhur İttifakı, çareyi bu “stratejik ittifakı” tekrarlanamaz duruma sokmakta buldu. İktidarın bir sonraki seçimi kazanabilmesinin tek yolu, muhalefetin son iki seçimde kurduğu stratejik ittifakı engellemekten geçiyor. Bu yüzden hamlelerinin tamamını CHP ve DEM Parti’nin yan yana gelmesini önlemek üzere kurguluyorlar.
Üstelik sadece CHP ve DEM Parti’yi yan yana gelemez duruma sokmakla yetinmiyorlar, her iki partiyi kendi içlerinde de parçalamaya çalışıyorlar. CHP’yi halef-selef ekseninden, DEM Partiyi ise bileşenler ekseninden parçalamak için şeytana pabucunu ters giydirecek yöntemlere başvuruyorlar.
Müzakere ve mücadele
Tam da bu saldırıların ortasında Kürtlerle müzakere masası yeniden kuruldu. Bölgedeki (Suriye’deki) gelişmeler büyük bir etken ama masanın kurulması şüphesiz sadece bununla açıklanamaz. Devlet ve siyasi iktidar, Kürtlerin Suriye’deki kazanımlarını minimize etmek, kendi ellerini güçlendirmek için bu oyuna girmek zorunda kalsa da Erdoğan ve Bahçeli bir yandan da bu durumu kendi iktidarlarını sürdürmenin bir manivelası haline getirmek istiyor.
Devlet Bahçeli’nin Öcalan’a “hürmeti” de, Erdoğan’ın “AKP, MHP, DEM Parti anlaştık” söylemi de bu niyetten bağımsız okunamaz. Atmak zorunda kaldıkları adımın çıkarlarına ters sonuçlar yaratma ihtimali belirdiğinde ise, masadan kalkamasalar da, oyunu bozacak adımlar atmaktan geri durmuyorlar. Kandil’e ve Rojava’ya yönelik devam eden saldırılar, HTŞ’yi kendi çıkarları doğrultusunda pozisyon almaya zorlamaları, Arap aşiretlerini Kürtlere karşı kışkırtma girişimleri, Rojava yönetimini baskı altında tutma çabaları, TBMM Komisyonu’nu etkisiz tutmaları ve bütün bunların işe yaramadığı noktada yeniden İmralı’nın kapılarını kapatma yoluna başvurma ihtimali sürece yaklaşımlarını anlamak için yeterli.
Elbette her şey onların istediği gibi olmuyor. İktidar da olsalar kudretlerinin bir sınırı var. 11 yıldır bu sınıra defalarca çarptılar. Ne Kürt hareketi ve DEM Parti ne de CHP şu ana kadar AKP-MHP iktidarının oyununa gelmediler. Bir yandan CHP’yi baskı altında tutup öte yandan Kürtleri yalnızlaştırma planları işlemedi. CHP’nin barış masasına oturmaması, DEM Parti’nin ise demokrasi mücadelesinden uzak durması için kurdukları bütün tuzaklar boşa düşürüldü. Şüphesiz alınan tavırlarda eksiklikler, zayıflıklar, gecikmeler oldu ancak esasa dair şu ana kadar her iki taraf da tabiri caizse birbirinin elini bırakmadı. İşte tam da bu tutum barışın ve demokrasinin gelişmesinin garantisi olacak.
Sermayenin ve emperyalistlerin sessiz desteği
Bu süreçte gözden kaçırılmaması gereken bir diğer nokta sermaye çevrelerinin ve emperyalist odakların AKP-MHP iktidarına verdikleri sessiz destek. Mehmet Şimşek’in uyguladığı işçi düşmanı ekonomi politikalar, Hakan Fidan’ın dış politikada yürüttüğü ABD-NATO eksenli çizgi, tam da bu çevrelerin istediği doğrultuda ilerliyor. Bu uyum, karşı karşıya olduğumuz faşizm tehlikesinin ne kadar büyük olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor.
İktidarın Açmazı: Sokağın Direnişi
İktidar her hamlesinde biraz daha pervasızlaşırken, aynı zamanda meşruiyetini de yitiriyor. 19 Mart’tan bu yana sokakları boş bırakmayan antifaşist dinamikler, CHP İstanbul İl Başkanlığı’na kayyum atanması girişimi karşısında gösterilen hızlı refleksler, bu hattın ne kadar diri olduğunu bir kez daha gösterdi. Sokak, iktidarın en büyük açmazı olmaya devam ediyor.
Önümüzde kritik bir eşik var: 15 Eylül. CHP’ye kayyum atanmasına dair mahkemenin vereceği karar mücadelenin yönünü belirleyecek.
Şayet kayyum kararı çıkarsa, İstanbul’da yükselen gerilim ülke sathına yayılacaktır. İşte o noktada direnişi yaygınlaştırmanın, kitleselleştirmenin anahtarı CHP’nin elinde olsa da onu canlı ve kararlı tutmanın sorumluluğu öncelikle devrimci güçlerin omuzlarında olacak. CHP şu ana kadarki duruşunu devam ettirirse antifaşist mücadelenin etkili güçlerinden olmayı sürdürebilir. Geri adım atar ve düzen içi sınırlara doğru çekilirse dahi, DEM Parti ve müttefikleri sokağı yönlendirmeyi ve demokrasi mücadelesinin bayrağını omuzlamayı başarabilmelidir.
AKP-MHP iktidarı (ve arkasındaki güçler) sokağın yükselen tansiyonundan çekinir ve kayyum kararını alamaz / ertelerse, faşizmi geriletmek ve şu ana kadar kaybettiklerimizi geri almak için önemli bir fırsat yakalamış oluruz. Direnerek kazanmanın yaratacağı özgüven kitleleri daha ileri talepler için harekete geçmeye hazır hale getirecektir.
Direniş eksenlerini birleştirmeli
Bugün Türkiye’de demokrasi ve barış mücadeleleri her zamankinden daha fazla birbirine yakınlaşmış durumda. Eğer bu iki direniş ekseninin temel talepler etrafında organize hareketini sağlayabilirsek, içinde bulunduğumuz kaotik süreçten emekçiler ve ezilenler lehine büyük kazanımlarla çıkmak mümkün. Faşizmin kurumsallaşmasına verilecek en güçlü yanıt da, kalıcı ve onurlu bir barışın yolu da buradan geçiyor.
Karşımızda zor dışında neredeyse hiçbir rıza mekanizmasını işletemeyen, her geçen gün eriyen bir iktidar, yanımızda ise eşit, özgür, demokratik ve barış içinde yaşamak isteyen milyonlar var. Mücadeleyi hep birlikte yükseltirsek mutlaka kazanırız.
09.09.2025