Adına “çözüm” süreci denilemeyen, iktidarın “Terörsüz Türkiye”, İmralı’nın “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” olarak adlandırdığı süreç ilerlerken, bir yandan da “af” tartışmaları yürütülüyor.
Aslında “af” tartışmaları hiç bitmiyor. Bu süreci fırsat bilenler de zaten dillerinden düşürmedikleri “af” sözcüğünü, yanına, “ayrımsız, herkes için” ifadelerini ekleyerek kullanıyor.
2010’dan bu yana yapılan örtülü afların belli suçlar yönünden hiçbir derde deva olmadığı ortada. Cezaevlerindeki kapasite fazlası her defasında katlanarak artıyor. Bu kez 100 bin kişiyi de aşan bir kapasite fazlalığı var.
* * *
1990’lardan bu yana yapılan çalışmalar ve dünya örnekleri gösteriyor ki adı ne olursa olsun, silahlı bir örgütün silah bırakabilmesi için bir çalışma yapılması zorunlu.
Şiddet eylemlerine karışmamış ancak örgüt üyesi olanlar için ne yapılacağı, silah bırakmak isteyenlerin neyle karşılaşacakları belirlenmesi zorunlu alanlar.
90’larda bununla ilgili çeşitli düzenlemeler yapıldı. 2000’lerde de farklı isimlerle af çalışmaları yürütüldü. Ancak günün sonunda bu aflar sadece kişiye karşı suç işleyenler için çıkartıldı.
Türkiye’de manzara daha da garip. Cezaevlerinde hiçbir şiddet eylemine karışmamış, Terörle Mücadele Kanunu’nun kapsamının soyut ve geniş tutulmasından kaynaklı olarak tutuklanan ya da hüküm giyen yüzlerce kişi var.
AB sürecinin tıkanmasına da yol açan bu mevzuat değişmediği sürece, devam eden sürecin farklı bir noktaya evrilmesi de çok mümkün değil. Ancak iktidara göre, bunlar son aşamada yapılacak işler. DEM Parti ve muhalefet ise bu işleri öncelikli görüyor.
* * *
Siyasi suçlar konusunda devletin, iktidarın nasıl bir adım atacağı, Türkiye demokrasisi açısından elbette belirleyici. Demokratik standartları yükseltmek, ifade özgürlüğünün alanını genişletmek ancak mevzuatı ve pratiği değiştirmekle mümkün. Ezberleri bozmakla…
Ancak kişiye karşı işlenen suçlarda durum böyle değil. Yakınlarını kaybeden, yakınları zarar gören insanlar yıllarca adliye kapısında adalet aradıktan sonra bitmek bilmeyen af düzenlemeleri ile karşı karşıya kalıyor. Ceza alması için yıllarca uğraştığı, zaten kuş kadar ceza alan kişilerin, bu düzenlemelerle serbest bırakılmasını izlemek zorunda bırakılıyor. Bir de bu kişilere “kader kurbanı” adı veriliyor. Kim “kurban”, kim “fail” birbirine karışmış durumda.
* * *
Bir de baştan affedilenler var. İşin daha başında…
Anımsanacaktır, kısa süre önce, 1993’te Sivas Madımak Oteli’ni yakarak 35 kişinin ölümüne yol açmaktan ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edilen, Sivas Katliamı’nın sorumlusu 23 kişi tahliye edildi.
Düşünün, bir kentin ortasındaki oteli ateşe veriyor, içeridekilerin dışarıya çıkmasına engel oluyorsunuz. İçeridekilerin yavaş yavaş ölmesini sevinç nidalarıyla izliyor, sloganlar atarak evinize dönüyorsunuz. Yıllarca size dokunulmuyor… Ardından yakınlarını kaybedenlerin adalet mücadelesi sonucunda ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm ediliyorsunuz ancak bir gün dışarıya çıkacağınızdan eminsiniz…
* * *
Sivas katliamından sonra temel tartışmalardan biri, eylemlerin “terör suçu” kapsamında olup olmadığıydı. Avukatlar, yakınlarını kaybedenler yıllarca eylemin “terör” niteliğinde olduğunu kanıtlamak için uğraştı.
Eylemler “insanlığa karşı suç” sayılmasını bırakın, terör eylemi bile sayılmadı.
Zira terör eylemi sayılması, hüküm giyenlerin ömür boyu cezaevinde kalmasına yol açacaktı.
Buna gerekçe olarak olaylarda “örgüt” bulunamadığı gerekçesine sığınıldı.
* * *
2000 yılında, Sivas katliamı yargılamaları sürerken üç sanık, o dönem çıkartılan Pişmanlık Yasası’ndan yararlanmak için mahkemeye başvurdu.
Bu bir ilkti.
Daha önce tüm sanıklar ağız birliği etmişçesine cuma namazından çıktıktan sonra kalabalığa katıldıklarını, bir anda otelin ateşe verildiğini gördüklerini, bilgilerinin olmadığını anlatıyorlardı.
Ancak üç sanık, gizli yapılan celsede bambaşka ifadeler verdi.
Katliamdan günler önce Hizbullah, İslami Cihat gibi örgütlerin mensuplarının kentte bildiriler dağıtmaya başladıklarını, özellikle Paşa Camii’nde toplanılmasını istediklerini anlattılar.
Üç sanığın ayrı ayrı verdiği ifadeler örtüşüyordu.
Sivas’ta bu örgütlerin temsilcilerinin kimler olduğunu da anlattılar.
Hepsi “tanıdıktı.”
Sanıklardan A.K., “S.K., Hizbullahçıdır. Yanındakilerle birlikte topluluğu yönlendirdi. R.Ö., M.E.İ., M.N.K. de Hizbullahçıdır. Paşa Camii’nde namaz kılınacağını, camiden çıkılınca yürüyüş yapılacağını önceden haber veren ve insanların bu şekilde toplanmasını sağlayan kişilerdir” dedi.
Sanıklardan M.K. da “M.Y., İslami Hareket Teşkilatı’nda bulunmaktaydı. Olaylar sırasında topluluğu Paşa Camii’nden çıkararak hükümet meydanının ortasına getirenlerdendir. C.E., Kaplancıdır, Madımak Oteli’nin yakıldığı sırada öndeki grubu yönetmiştir” ifadesini verdi.
* * *
Pişmanlık Yasası’na göre, kimlerin yasadan yararlanıp yararlanamayacağına İçişleri Bakanlığı karar veriyordu.
İçişleri Bakanlığı, ifadeleri inceledi ve sanıkların yasadan yararlanamayacakları yönünde görüş bildirdi. Bakanlığa göre örgütsel faaliyet yoktu.
Sanıklar yasadan yararlanamadıkları için ifadeleri de anlamını yitirdi. Katliamdaki örgüt bağı ve verdikleri isimlerin ilişkileri araştırılmadı.
Bu isimlerden bazıları kısa süre önce firar etmişlerdi. Yıllar geçti ve yakalanamadılar. Bir bölümü hakkındaki dava düştü.
* * *
Sivas Katliamı hiçbir zaman “terör örgütlerinin eylemi” olarak nitelendirilmedi. 2025 yılına gelindi. Anayasa Mahkemesi, bir Sivas hükümlüsünün tahliye istemini değerlendirirken, terör suçlusu olmadığı için yaşamı boyunca cezaevinde kalmasına gerek bulunmadığına hükmetti. Bu karar sayesinde 23 hükümlü daha tahliye edildi.
* * *
Buradan Sivas katliamı dosyasına dönelim tekrar. Emniyet tutanağından okuyalım:
– İlimizde kutlanmakta olan geleneksel 4. Pir Sultan Abdal Kültür etkinlikleri dolayısı ile emniyet müdürlüğümüzce gerekli emniyet tertip ve tedbirleri alınmış, günün cuma olması, gazeteci yazar Aziz Nesin’in de ilimizde bulunması nedeniyle alınan tedbirler devam etmekte iken 2 Temmuz 1993 günü, saat 13.00 sıralarında Paşa Camii önünde görevli bulunan 3860 kod nolu ekibimizin telsizle Paşa Camii ve Meydan Camii’nden cuma namazından çıkan beş yüz-bin kişi civarındaki grubun dört yoldan vilayet binasına doğru Atatürk Caddesi’nde ilerlediklerinin bildirilmesi üzerine Emniyet Müdürü Doğukan Öner, telsizle konuşarak daha önceden belirtilen noktalarda duyarlı olunmasını, Atatürk Caddesi’nin Meydan ile birleştiği noktada zincir oluşturularak barikat kurulmasını istemiştir.
Paşa Camii’nden çıkanlar, katliam olup bitene kadar bütün eylemleri yönlendirdi. 2000 yılında bunu anlatan sanıkların söylediği gibi…
* * *
Türkiye’de baştan affedilenler vardır. Sağ örgütlerle ilgili iddia ve eylemlere bakarsanız benzer öyküleri görürsünüz.
Bir toplumsal barıştan söz edilecekse insanların adalet duygularının daha da aşındırılmaması gerekir. Adalet duygusunun tatmin edilebilmesi ise ancak hakikate bağlılıkla, suç ve ceza arasındaki orantılılıkla mümkündür.
13 sene önce iki toplantıya katılan insanları, gazetecileri terör suçlusu ilan edip cezaevine koyarken, bir oteli ateşe verenlerin eylemini terör saymadığınızda ne orantı kalır ne de adalet…