Türkiye kamuoyu 2024 yılı Ekim ayından beri Kürt sorununun çözümünü tartışıyor. Herkes kendi zaviyesinden yaşananları anlamlandırmaya çalışıyor. Sürecin hızlı ilerlemesi, anlamlandırma çerçeveleri üretmeyi zor kılsa da şunu ifade etmek mümkün: Ekim itibariyle Kürt sorunu bastırma-direniş düzleminden çıkmak üzere ve yeni bir düzlem arayışı devam ediyor. Düzlemsel geçiş aşaması tarihin donduğu bir döneme değil, farklı siyaset öznelerinin karşılıklı mücadelesini içeriyor. Dolayısıyla bu “araf” halinde iki eğilimi ve dinamiği tespit etmek, bu iki siyaset tarzının farkını göstermek ve nihayetinde bu arafın sürecin geleceğini belirleyecek bir siyasal mücadele zemini olduğunu ifade etmek gerekir.
Mevcut durumda çözüme dair iki tarz-ı siyaset dinamiğiyle karşı karşıyayız. Birinci dinamik, devletçi eğilimin yansıması olarak belirginleşiyor. İkinci dinamik ise toplumcu-demokratik eğilimin grameriyle siyaset tarzını üretiyor.
Sürece karşı olup olmama, sürecin gerekçelerini belirleme ve sürecin müzakere ve çözüme doğru nasıl evrileceğine dair fikir üretme esasında devletçi eğilim ile demokratik eğilim arasında politik koordinatları belirliyor. Yani süreci bir demokratikleşme eğilimi olarak görmeyip devleti çözüme zorlamaktan kaçınmak, devletçi eğilimi teşvik edebiliyor. Demokratik eğilimin desteklenmediği her anda devletçi eğilimler kendisini yeniden üretme potansiyeli kazanıyor. Dolayısıyla iki temel eğilimin içinden konuşan iki çözüm siyaseti şu anda siyasal alanda mücadele ediyor.
Devletçi eğilimi üreten dinamik, neo-Osmanlıcılık olarak ifade edilebilir. Suriye’de Sünni-selefi örgütlerin Esad rejimini devirmesinden sonra yeni devlete hâkim olacağı, bunun Türkiye’nin (Osmanlı’nın gerçek bakiyesi olarak) etki alanını genişleteceği ve önce bölgesel, sonra küresel bir güç haline getirileceği bir “fırsat penceresi” olarak görüyor. Aşırılaştırılmış bir Türklük ve Sünnilik ethosuna dayanır. Burada Kürtlerin dört parçada Türk hakimiyetini kabul etmesi, söz konusu fırsat penceresinin önemli bir tamamlayanı olarak görülüyor. “Kürtlerin hamisi biziz” söylemleri böylesi bir zihin dünyasından çıkıyor. Bu dinamikte Kürtler varlıkları tanınan ama siyasal olarak hakları kabul görmeyen bir entite olarak görülüyor.
Neo-Osmanlıcı dinamik, indirgemeci tarih okuması ve siyasal romantizme dayanıyor. Halbuki ne Sünnilerin tümü bir Osmanlı rüyası görüyor ne Araplar ve Kürtler tarihi tekerrür ettirmek istiyor ne de küresel ve bölgesel denklemler bir neo-Osmanlı çağına zemin sunuyor.
Demokratik eğilimin ana dinamiği ise demokratik-eşitlikçi yaklaşımdır. Bu dinamik Kürt sorununu Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Ortadoğu’da demokratik-eşitlikçi bir paradigma devrimi üzerinden değerlendiriyor. Bu kapsamda mevcut süreç “al-ver pazarlığı” veya “baskı-görüşme” ikilemi üzerinden değil; demokratik müzakere ve demokratik-eşitlikçi çözüme dayanıyor. Sayın Öcalan ile 22 Ocak’ta DEM Parti İmralı Heyetinin yaptığı görüşmeye dair ayrıntılar aktaran DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları benzer bir perspektiften hareketle “Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt barışı derken neleri anlatıyoruz, tek tek anlatmak isterim. Emeğin sömürülmediği, emekçinin ve emeklinin hakkını aldığı, halkların varlığının inkâr edilmediği, herkesin kendisini özgür ve eşitçe ifade edebildiği, Alevilerin eşit yurttaşlık haklarına sahip olduğu, doğanın katledilmediği, kadınların eşit ve özgürce yaşadığı, çocukların güvende yaşadığı, gençlerin işsiz kalmadığı bir düzeni kastediyoruz” diyerek toplumcu, demokratik, eşitlikçi dinamiğin köşe taşlarını ifade etti.
Nihayetinde adı konulmayan, her gün fay hatlarının gerildiği bu araf halinde iki çözüm siyaseti tarzı var. Bu sürecin nereye evrileceği demokratik eğilimlerin mi, devletçi eğilimlerin mi güçleneceğine bağlıdır. Bu iki ana eğilim arasında tercihte bulunmamak, “topu taca” atmak veya “ben oynamıyorum” seçeneklerine başvurma gibi bir lüks yok. Dolayısıyla süreci sahiplenerek, demokratik eğilimleri güçlendirecek şekilde tutum almak sürecin geleceğinin demokratik-eşitlikçi-toplumcu çözüm ekseninde gelişmesine katkı sağlayacaktır.
Bu araf halinde devletçi eğilimler ile demokratik eğilimler arasında bir ilişki-çelişki diyalektiği olduğu, bu diyalektiğin gelecekte hangi eğilimin güçleneceğine yol vereceği bugünün siyasal mücadelesiyle belirlenecek.