Mustafa Durmuş – Diğer Yazıları
Daha önce de vurgulandığı gibi TPP hayata geçirildiğinde bu anlaşma tarihteki en kapsamlı ticaret anlaşması olacak. Trilyonlarca dolarlık bir ticaret hacminin gerçekleşmesi bekleniyor.
Diğer taraftan uluslar arası ticaretin kuralları zengin-yoksul ya da gelişmiş –azgelişmiş ülke ayırımını da geçerek, çok uluslu şirketlerin lehine yazılıp işlediğinden NAFTA gibi daha önceki anlaşmalarda olduğu gibi TPP’den küçük bir azınlık grup fayda sağlarken geniş emekçi yığınları bundan zarar görecek.
Çünkü uluslar arası ticaretin fiilen işleyen biçimi ülkelerin çoğunluğunda dış ticaret açıklarının devasa biçimde artmasına, istihdamın, ucuz ve örgütsüz işçilik nedeniyle dışarıya kaydırılmasına, bu da içerde ücretlerin baskılanmasına yarıyor.
Nitekim TPP’nin ABD’li işçiler üzerindeki olası etkilerini araştıran bir çalışmaya göre[1], TPP ile ABD’deki ücretler arasındaki eşitsizlikler artıracak. Zira geçmişte Çin ile olan dış ticaret açığı milyonlarca iyi konumdaki ücretli işçi için sorun oldu. Sadece 2011 yılında 2,7 milyon böyle işçi işinden oldu ve ortaya 37 milyar dolarlık bir kayıp çıktı. Bu anlaşmadan sadece en tepedeki % 1,5 içinde yer alan büyük şirketlerin sahipleri ve gelir dağılımının en tepedeki % 10’unda yer alanlar fayda sağlayabilecekler. Sıradan bir ABD’li şirket bundan fayda sağlayamayacak. Amerikalı iktisatçı Baker’e göre ise[2], son 30 yıldır yürürlükte olan uluslar arası ticaret anlaşmaları geliri üst gelirliler lehine yeniden bölüştürmeye yarıyor. ABD’li sanayi işçilerini, az gelişmiş ülkelerin düşük gelirli işçileriyle karşı getiriyor. Bunun doğal sonucu ise içerde ücretlerin düşmesi ve işsizliğin artması. Sanayide ücretlerin düşmesi ekonominin diğer sektörlerinde de ücretlerin düşmesiyle sonuçlanıyor.
Şu anda tarifeler zaten en düşük seviyelerde olduğundan TPP’nin (ya da TTIP’in) tarifeleri indirerek ticareti artırmakla ilgisi yok. Yani günümüzde uluslar arası ticaret neredeyse bütünüyle serbestleştirilmiş olduğundan daha fazla serbestleştirmenin faydaları çok sınırlı kalacaktır.
Nitekim TPP aslında sadece uluslar arası yatırımcılarla ilgili bir anlaşma. Zira 30 bölümün sadece 6’sı uluslar arası ticareti ilgilendiriyor. Onlar için yeni haklar ve olanaklarla ilgili. Buna rağmen “serbest ticaret” sözcüğü kulağa daha hoş geldiğinden, serbest ticaret anlaşması olarak sunuluyor.
Bu tür uluslar arası ticaret anlaşmaları, uyum yasaları adı altında işçi hakları ve tüketici haklarının tırpalanmasını, çevre korumanın etkisiz hale getirilmesini hedefliyor. Böylece ilaç fiyatlarının yükselmesi, gdo’su değiştirilmiş gıda üretiminin teşvik edilmesi ve türev araçların daha rahat pazarlanabilmesi daha da kolaylaşacaktır[3].
İlaç patentleri ile ilgili düzenlemelerin ilk etkisi az gelişmiş ülkelerdeki ilaç konusundaki araştırmaları caydırması, diğer yandan da ABD gibi ilaç üreten ülkelerde reçeteli ilaç fiyatlarının yükselmesi biçiminde olacaktır.
Kaldı ki patent uygulaması tipik bir devlet eliyle monopol oluşturma örneğidir, korumacılıktır ve ilaç fiyatlarının yüksek olmasının temel nedenidir. Örneğin Hepatit C ilacı patentli olarak ABD’de 84,000 dolara, patentsiz –genel olarak ise aynı ilaç Hindistan’da 1000 dolara satılabilmektedir[4].
Nitekim sızdırılan belgeler TPP’nin, büyük sermaye şirketlerinin kapalı kapılar ardında çevre, emek, kamusal sağlık ve diğer sosyal koruma yasalarını kolayca bertaraf etmelerini sağlamayı amaçladığını ortaya koyuyor. Daha önce de vurgulandığı gibi, ISDS mekanizması ile çevre koruma (zehirli atık yasakları), kamusal sağlık (ilaca erişim) ve kamusal ulaştırma ile ilgili korumacı politikaların da etkisizleştirilmesi hedefleniyor.
Ürün ticaretinden ziyade, TPP konteyner taşımacılığı, internet gibi daha çok hizmet sektöründe ve ülkelere sermayenin daha kolay girip çıkması, çok uluslu şirketlerin kâr transferlerinin kolaylaştırılması gibi konular üzerinde yoğunlaşmış durumda. Bu nedenle de bu tür hizmet ticaretinin önündeki ulusal engellerin kaldırılması hedefleniyor.
Nitekim TPP’nin taraf ülkelerin milli gelirlerine % 1’den fazla bir katkı sağlamayacak olması bu savı doğruluyor. Çünkü bu denli küçük bir katkıya rağmen anlaşmanın yapılması için bunca ısrarın nedeni bu tür ticari anlaşmaların ürün ticareti yönünden ziyade patent, ruhsat, lisans, alametifarika gibi entelektüel mülkiyet haklarıyla ilgili olması. Wikileaks’ın sızdırdığı belgelere göre, ABD bu hakların korunmasıyla daha fazla ilgileniyor. Burada Hollywood ve büyük ilaç firmaları çıkarları ön plana çıkıyor. Patent gibi haklar ise firmalara marjinal maliyetleri sıfır iken monopol fiyatı uygulama imkanı sağlıyor[5].
TPP’nin sadece bir ticaret anlaşması olmadığı insanların yaşam biçiminden, finansal sektördeki reformlara ve neo liberal sermaye hegemonyasının tam olarak pekiştirilmesinden ABD’nin ekonomik-militarist rolünü pekiştirmeye kadar çok değişik stratejik hedeflerini olduğunu da görmek gerekir.
Nitekim TPP, dünyada insanların nasıl yaşayacaklarını, ne yiyeceklerini, ne ödeyeceklerini, hangi ilacı alacaklarını ve her hangi bir işlerinin olup olmayacağını etkileyecektir[6].
TPP son dönemde performansları birçok gelişmiş ülkede özel bankaların önüne geçen kamu bankalarının özelleştirilmesi ile sonuçlanabilecektir.
Nitekim bir araştırmaya göre[7], TPP doğrudan kamu bankacılığını hedef alıyor. Çünkü ABD’de, Almanya’da ve İsviçre’de kamu bankalarının performansları özel bankaların üzerine çıkıyor. Ama hem TPP hem de TTIP ile kamu bankaları bu avantajlarını Atlantiğin iki yakasında da kaybedecekler. Zira haksız rekabet gerekçesiyle özel bankalar, hükümetleri mahkemeye verebilecek, böylece de kamu bankalarının avantajları ortadan kalkacak. Özel bankalar kamu bankaları karşısında bu dezavantajlı durumlarını ortadan kaldırabilmek için Basel 3 ve TPP ve TTIP’yi kullanıyorlar.
Stiglitz’e göre, TPP müzakerecilerinin başında Citibank’ın geliyor olması 2008 krizi sonrasında gündeme gelen bankacılık ve genel olarak Wall Street’e yönelik reform girişimlerinin rafa kaldırılacağının işareti[8].
TPP’nin, sermayenin küreselleşmesinin ve neoliberalizasyonunun resmi ilanı, sermayenin uluslar arası hegemonyasının tesis edilmesi olduğu, işçi sınıfını küresel çapta birbirine rakip hale getirmek, ücretleri düşürmek, güvencesizliği artırmak, artı değer sömürüsünü artırmak ve servet zenginlerini kollamak biçiminde bir sınıf projesi olduğu gerçeği ise bu anlaşmanın sınıfsal temellerini ortaya koymak açısından önemlidir.
Son olarak TPP, aynı zamanda stratejik – politik hedefleri olan bir anlaşmadır. Obama’nın, ABD ordusunun ve ABD’nin yeni muhafazakarlarının Asya’da pivot rolü oynaması ile ilgili siyasetinin bir aracıdır. TPP gerçekleşmezse ABD’nin Çin’i tam olarak denetimi de gerçekleşmeyecektir.
Kaldı ki Çin hali hazırda ABD’ye sıkıntı veriyor. Çin’in 50 milyar dolar sermayeli ‘Kalkınma Bankası’ ABD’nin denetimindeki Dünya Bankası’na alternatif olarak tasarlandı; Rusya Çin’e ekonomik olarak daha fazla yakınlaşıyor; Çin Almanya’nın ana iktisadi ortağı haline geliyor; İngiltere ile finansal sektöre dönük anlaşma yapmaya hazırlanıyor; İtalyan devlet tahvillerini satın alıyor, Avrupa ve Baltık ekonomilerine bol kaynak aktarıyor ve Yunanistan’a maddi yardım yapmaya hazır. Eğer TPP gerçekleşmezse Çin’in 11 ülkeyi kendi yörüngesine alması ve kendi bölgesel serbest ticaret anlaşmasını gerçekleştirmesi muhtemeldir. Bu olursa ABD’nin bölgedeki politik ve askeri pivotları olarak sadece Güney Kore ve Japonya kalacak. Hammadde ve mamul mal ticareti açısından ağır biçimde Çin’e bağımlı olan Avustralya, Çin’e daha fazla yönelecek, bu da bu ülke üzerindeki ABD etkisinin zayıflamasına neden olacaktır. Kısaca TPP, ABD’nin Asya Pasifik’te pivot olabilmesi demektir[9].
Tıpkı TPP’nin Çin’i köşeye sıkıştırma operasyonu olduğu gibi, TTIP’de Rusya’yı köşeye sıkıştırma operasyonudur. Bu nedenle de TTIP, NATO’nun iktisadi biçimi olarak tanımlanıyor. Bu anlaşma ile ABD yeni doğal gaz kaynaklarını Batıya açılacak ve Batının Rusya’dan gelen enerjiye olan bağımlılığını azaltacaktır.
[1] Robert E. Scott, What’s Wrong with the TPP? This deal will lead to more job loss and downward pressures on the wages of most working Americans, http://www.epi.org, March 17, 2015.
[2] Dean Baker, Trade and the Fed: Making the Rich Richer, Al Jazeera America, March 16, 2015.
[3] Katrina vanden Heuvel, Trans-Pacific Partnership Proves Rules Are Rigged in Favor of the 1 Percent, http://www.commondreams.org, March 31, 2015.
[4] Dean Baker, Victory Over Fast-Track TPP Must Be Cautious of Rich People’s Rules, http://www.truth-out.org, 15 June 2015.
[5] Paul Krugman, Trans-Pacific Partnership Trade Deal: Few Benefits, Many Questions, http://truth-out.org, 26 March 2015.
[6] Alexandros Orphanides, Joseph Stiglitz on the Trans-Pacific Partnership: “This Is A Big Deal”, 19 March 2015 ,http://www.truth-out.org.
[7] Ellen Brown, Why Public Banks Outperform Private Banks: Unfair Competition or a Better Mousetrap? http://truth-out.org, 11 February 2015.
[8] Orphanides, agm.
[9] Jack Rasmus, TPP Trade Negotiations At Critical Juncture, https://zcomm.org, March 25, 2015.