KORKUT AKIN
Dilimize pelesenk olmuş, çünkü bize göre “sevgi”, tüm sorunları çözebilecek güçtedir. Sevgi sözcüğünü neden tırnak içine aldığımı soracaksınız haklı olarak… Her şeyi ben belirlediğime göre, sevgi denilen duygu da benim belirlediğim olmalı… Ben belirlememişsem, sınırlarını ben çizmemişsem o sevgi olmaz, olamaz. Tam da o nedenle haklılığımı her yerde ve her koşulda dile getiririm. Hem, size ne oluyor yahu! Siz ne diye gelin güvey oluyorsunuz kendi kendinize? Şuna bak, bir de gülüyor… Bak, gelirsem oraya… Allah yarattı demem!
İhkakıhak
Türk Dil Kurumu sözlüğünde geçtiği gibi hukuka uygunluğunu bilemem, ama bu söz, hep kendi kararını kendinin vermesi, eğer bir hukuk varsa da kendi hukukun olduğu, kamunun -canının cehenneme- ve evrensel hukukun ise hiç önemsenmediği anlamını taşıyor bana göre.
Bizim ülkemizde, ihkakıhak hem hak olarak görülüyor hem de her ne nedenle olursa olsun, muhakkak iyi niyet hali taşıyor; nasıl oluyorsa. Evde, işte, özellikle kahvede birileri bir şeyler anlatırken neredeyse herkes hak verir anlatana… Zaten karşı çıkan olursa, o zaman ihkakıhak geçerlilik kazanır ve ölen ölür, kalan sağlar bizimdir.
Aile içi cinayet…
Süleyman Bulut, gündemden düşmeyen, kitle iletişim araçlarının güçlenmesi ve yaygınlaşmasıyla sanki daha da artan namus/töre/aile/kadın cinayetlerini ele almış “Seviyordum Hâkim Bey”de. Öyküler çarpıcı, çarpıcı olduğu kadar da ilginç, ilginç olduğu kadar yaygın ve en az bir o kadar da hak talepli. Cinayet işleyen, genellikle koca/erkek, sözünün dinlenmediğinden dem vurup “oldu bir kere, ama ben seviyordum” diyerek alacağı olası cezayı daha da azaltmak istiyor.
Hem zaten değil mi ki kravat takıp da elini önünde kavuşturan, biraz da omuzlarını düşürürse ödül gibi bir “iyi hal” indirimi alıyor… O zaman ne zararı var, böyle demenin?
Kamu davası…
Suna Aras’ın Pencere Yayınları arasından çıkan ensest/taciz/tecavüz konulu kadın anlatılarını içeren, bir anlamda sözlü tarih çalışması olan “Yıkanmak İstiyorum”unu anımsadım ister istemez.
Öteden beriye bütün toplumlarda, özellikle bizimki gibi geri kalmışlarda daha çok, namus belirleyici oluyor. Çünkü kadını “mal” olarak görüyor erkek egemen düşünce. Erkek ne derse o olmalı; gel dedi mi gelmeli, git dedi mi gitmeli… Hele bir ters cevap versin, görsün o zaman hanyayı konyayı… Süleyman Bulut’un aktardığı bir olay var ki, insanın tüylerini diken diken etmeye yetiyor. Hâkime anlatıyor sanık: “Boğamazsın dedi… Kemeri belimden çıkarıp doladım boğazına… Çırpındıkça, ‘bak, nasıl boğulurmuş’ dedim. Amacım boğmak değildi, sadece göstermekti.” Bu, bir örneği, insanı kuşku girdabına düşürecek, “bu kadar da olmaz” dedirtecek birçok anlatı var.
Hepimiz avukatız, savcıyız, yargıcız…
Eskiden “destancılar” vardı, hatırlar mısınız? Gazetelerin ulaşamadığı yerlerde, böylesi “ibretlik” olayları içeren destanları hem anlatırlar hem de satarlardı… O geçtikten sonra kadınlar kapı önlerinde, erkekler kahvede muhakkak görüş bildirmeye başlardı. Artık hükmün bini bir para!
Süleyman Bulut, o hüküm verenleri, çağın en gelişmiş aracında, sosyal medyada buluşturmuş. Herkes kendince görüş bildiriyor sosyal medyada. Herkes sadece olay üzerinden yürümüyor kuşkusuz, kendi hayatından da pay biçerek veriyor hükmünü. Kimi çok beğeniliyor kimi az, ama muhakkak bir tepki alıyor iyi kötü. Sosyal medya üzerinden yorum yapanlar, büyük olasılıkla benzer bir durumda kendi tavırlarını belirlemek üzere okumuşlar (öyle algıladım; değilse ne diye onca kanlı ve canice işlenen cinayeti okusunlar ki).
Ürpermemek elde değil…
Kiminin soğukkanlılığı, kiminin vurdumduymazlığı, kiminin özellikle kendisini haklı çıkarmak için başvurduğu kurnazlığı, kiminin “kader mahkûmu” olduğuna inanarak boyun eğdiğini… ama asıl önemlisi, yorumları okudukça kan beynime sıçradı. “Bu kadar cehalet ancak tedrisatla mümkündür” diyen Sakallı Celal’e hak verdim.
Süleyman Bulut’un yalın, yalın olduğu için de daha bir çarpıcı “öykü”lerini okuyunca, geçmişten geleceğe kendi yaşamınızı irdeleyeceksiniz.
“Seviyordum Hâkim Bey”, Süleyman Bulut, öykü, Can Yayınları, Aralık 2014, 109 s.