MAHİR SAYIN – Diğer Yazıları …
“Kibri tüm sınırları aşan megaloman” önce nereden geleceğini anlamanın mümkün olmadığı 400 milletvekili istedi. “Parlamenter sistemi bekleme odasına aldığını” söyleyerek, Anayasa ihlali anlamında fiili başkanlık rejimi uygulamaya başladı. Denetimi altında olan Meclis’e ilaveten yargının yapısını altüst edip Anayasa Mahkemesi’nden, Yargıtay’a, oradan Sayıştay’a tüm yargıyı ele geçirirken, kaldırılan özel mahkemelerin yerine canının istediğini tutuklatabilecek “sulh ceza hakimliği” oluşturdu.
Kobanili Kürtler ölümüne bir direniş sürdürürken tüm Kürtlerle alay eder gibi gitti Suruç’ta “Kobani ha düştü ha düşecek!” diye arzusunu sergiledi.
İslam Devleti ve El Nusra haydutlarına gönderdiği silahlar yakalanınca bunların Türkmenlere gönderilen “insani yardım malzemesi” olduğunu beyan ederken, yakalayan görevlileri “devlet sırrını açığa vurmaktan” tutuklatacak kadar pervasızlaştı.
Merkez Bankası başkanını faizleri indirmediği için vatan haini ilan etti; Milletvekili adayı olmak için görevinden istifa eden, kendisinin “sır küpüm” dediği MİT başkanını pespaye edip görevinin başına geri gönderdi.
Demokratikleşiyoruz derken 12 Eylül yasalarını arattıracak “iç güvenlik yasasını” tekme tokat Meclis’ten geçirtti.
Öylesine bir megalomani içerisinde ki, daha önce ettiği lafların hiç birini hatırlamaya bile ihtiyaç duymadan Moskova’da ettiği “düşünmezseniz Kürt sorunu yoktur” lafı gibi bu kez de kestirmeden, “Kürt sorunu yoktur!” deyiverdi.
Barış sürecini savaşa dönüştürecek adımlar atılıyor
Diğer yandan hükümet Dolmabahçe’de HDP milletvekilleriyle açıklama yapıyor, demokratikleşmeye temel teşkil edecek “on madde” basına açıklanıyor, süreci denetlemek üzere “izleme heyeti”nin oluşturulacağı ilan ediliyor ama kibirli megaloman bütün bunların üstünü bir kalemde çizip atıyor; sözde başbakan ve yardımcısı ise “onun talepleri bizim için talimattır” demekten utanmıyorlar.
Bütün bunlar bir diktatörlüğe gidişe işaret ederken daha vahim adımların atılmasına da tanık oluyoruz. İç Güvenlik Yasası çerçevesinde Polis’e ve Valilere verilen yetkiler çerçevesinde, barış sürecini bir anda savaşa dönüştürecek adımlar atılıyor. Geçtiğimiz iki yılın çatışmasız geçmesini ve cenazelerin gelmemesini hükümetinin büyük başarısı olarak ilan ederken birden tam tersine dönerek, jandarma ve askeri birlikleri Mazıdağı’na “terörist” sığınakları aramaya gönderiyor, Genel Kurmay Başkanı yeniden “terör örgütünün başı” laflarıyla beyanatlar veriyor ve nihayet Ağrı-Diyadin’de, değişik şehirlerde nüfusa kayıtlı seçme 15 asker gerillanın ateş alanına sürülüyor. Oyunun farkında olan gerillalar ve sivil halk kibirli megalomanın 15 şehre birer cenaze gönderme oyununu bozmayı başarıyorlar.
Savaş yürüyüşü: Hem içeride hem dışarıda savaş
Bu durum artık herhangi bir yoruma, ince analize ihtiyaç bırakmıyor. Apaçık ki, RTE iktidarının ciddi bir tehdit altına girdiğini, uluslararası politikada tüm sermayeyi tüketip pespaye bir yalnızlık içerisine sürüklendiğini, bugün değilse yarın partisinin darmadağın olacağını ve suçlarının hesabının kendisinden sorulacağını görüyor ve bu durumdan çıkmanın yolunu olağanüstü koşullarda arıyor. Bunun için de uzun zamandır adım adım hayata geçirdiği, MGK’da 6 ay önce karara bağlanmış olan askeriye ile yeniden kaynaşma planlarını nihayet harp akademilerinde subaylara yaptığı konuşmayla Ermeni, Süryani, Rum-Pontus, Ezidi katliamlarının yüzüncü yılında yeni bir soykırım özlemiyle, artık takiyeye ihtiyaç duymadan zirveye ulaştırıyor. Kurmay subaylara hep birlikte Cemaat komplosuna kurban gittiklerini izah edip barış sürecinin sadece bir oyalama, gerçeğin ise yeni bir yok etme savaşı olduğunu anlatıyor:
“1900’lerin başına geldiğimizde, topraklarımızda, 12 milyonu Müslüman 16 milyon insan kalmıştı. 1923 yılında, Cumhuriyetimizi kurduğumuzda ülkemizin nüfusu 13 milyondu ve dini inanç bakımından büyük ölçüde homojenleşmişti. Bu homojenizasyon, Cumhuriyetimizi kuranların, Balkan faciasının dersleri ışığında yaptıkları bilinçli bir tercihti ve çok doğruydu.”
Aldatılma acındırmasıyla askerlerin insafına sığınırken onlara “milli homojenleştirme”nin müjdesini vererek cephe birliğine davet ediyor. “Vatanın birliği ve bütünlüğü mücadelesi” artık onun suçlarını örtecek kadar büyük bir örtü sağlarken iktidarını da garantileyen temeli oluşturacak.
Bu politikanın adı savaş yürüyüşüdür; ama hem iç hem dış savaş. Ne var ki, dünya megaloman bir adamın keyfine göre dönmüyor. Her iki savaşın ihtiyaçlarını birden karşılamak o kadar kolay olmayacak. Dimyat’a bu gidiş evdeki bulguru da heba edecek görünüyor.
22.4.2015