TBMM’de 2026 Bütçesinin görüşülmekte olduğu ve önümüzdeki günlerde asgari ücretin görüşüleceği süreçte, toplumun açlıkla imtihanı hiç iç açıcı değil.
Öyle bir ülke ki, bir yanda kuru soğana muhtaç olanlar, diğer yanda bahar bahçe içinde yaşayanlar…
Bir yanda üreten işçi ve emekçiler, diğer yanda üretilene el koyan sermaye sınıfı…
Yoksuldan alıp sermayeye verme hesabının adı: Bütçe
2026 yılı bütçe teklifinde ret ve iadeler düşüldükten sonra net gelir kalemleri aşağıdaki tutarlarda öngörülmektedir:
| Vergi Türü | 2026 Bütçe Teklifi- TL | 2026 bütçesi içindeki oranı % |
| Dolaysız Vergiler | 5 trilyon 130 milyar | 37,22 |
| Dolaylı Vergiler | 8 trilyon 502 milyar | 61,69 |
| Servet Vergileri | 150 milyar | 1,09 |
| Toplam | 13 trilyon 783 milyar | %85 |
| Vergi Dışı Gelirler | 2 trilyon 433 milyar | %15 |
| Toplam Gelir | 16 trilyon 216 milyar |
Görüldüğü üzere net vergi gelirleri içinde dolaylı vergilerin oranı yaklaşık %70’dir. Dolaylı vergiler kazancına bakılmadan tüketim sürecinde herkesten alınan vergilerdir. Yoksuldan alıp zengine vermenin yolu dolaylı vergilerden geçmektedir. Dolaysız vergiler içinde sermaye şirketlerinin ödeyeceği öngörülen kurumlar vergisi ise sadece 1 trilyon 613 milyardır. Dolaysız vergilerin de çoğu, ücretlerden kesilen gelir vergisinden oluşmaktadır.
Yoksuldan ve ücretlilerden alınan vergilerden oluşan bütçe gelirlerinin büyük kısmı, doğrudan ve dolaylı yollarla sermayeye aktarılmaktadır. Cari transferler, sermaye transferleri, borç verme, faiz ödeme gibi yollarla aktarılan tutar 11 trilyon 797 milyar liradır.
Emekçiden aldığını sermayeye aktaran bütçe yerine, sermayeden aldığını halka aktaran bütçe yapılmalıdır. Bunun için dolaysız vergileri azaltmak, kurumlar vergisindeki indirim ve istisnaları kaldırmak ve servet vergisini artan oranlı olarak yaşama geçirmek atılacak ilk adımlardır. Bütçe harcamalarında da halkın ihtiyaçlarını önceleyerek; parasız nitelikli eğitim, ulaşılabilir etkin parasız sağlık, etkin sosyal güvenlik hakkı, insanca yaşam ücreti olacak asgari ücret ve asgari ücret sınırında en düşük emekli maaşı uygulamasıyla başlangıç yapılmalıdır.
Gelir dağılımındaki adaletsizlik zirve yaptı
Nüfusun en zengin %20’sini oluşturan sermaye sahipleri toplam gelirin %50’sine el koyarken, nüfusun en alt gelir grubunu oluşturan % 20’si toplam gelirden sadece % 6 pay alıyorlar. Servet dağılımındaki uçurum da büyümekte. Nüfusun %1’ini oluşturan en zenginler toplam servetin %40’ını sahipken, en zengin %10’un payı %70’lere çıkmakta. Bu uçurum 2022 yılından bu yana giderek büyümekte.
Asgari ücret açlık sınırının altında
Birleşik Metal-İş Sınıf Araştırmaları Merkezi (BİSAM) verilerine göre:
| Yıl | Açlık Sınırı-TL | Yoksulluk Sınırı-TL | Asgari Ücret-TL |
| 2024 | 21.553,00 | 74.552,00 | 17.002,12 |
| 2025-Ekim | 26.925,00 | 93.135,00 | 22.104,67 |
Asgari ücret ölüm ücreti düzeyindedir. Asgari ücret insanca yaşam ücreti düzeyine çıkarılmalıdır. Dört kişilik ailede ortalama iki kişi çalıştığı öngörüsüyle asgari ücret 50.000,00 TL olmalıdır ki, yoksulluk sınırında yaşayabilmek mümkün olabilsin. En düşük memur maaşı ile asgari ücret eşitlenmeli ve en düşük memur maaşı 50.000,00 TL olmalıdır. Yine en düşük emekli maaşı asgari ücretle eşitlenmeli ve 50.000,00 TL olmalıdır.
İşçi sınıfına örgütsüzlük dayatılıyor
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın verilerine göre işçilerin sendikalaşma oranları şu şekilde:
| Yıl | Toplam İşçi Sayısı | Sendikalı İşçi Sayısı | Sendikalı işçi oranı % | DİSK üye sayısı |
| 2003 | 4.686.618 | 2.717.326 | 57,98 | |
| 2009 | 5.398.296 | 3.232.679 | 59,88 | |
| 2015 | 12.744.685 | 1.429.052 | 11,21 | 143.251 |
| 2025 | 17.326.143 | 2.429.527 | 14,02 | 265.727 |
Çalışma Bakanlığı’nın Haziran 2025 verilerine göre: Kamu sektöründe çalışan işçilerin %76,63’ü, özel sektörde çalışan işçilerin ise %7,15′ sendika üyesidir. Kamu sektöründe belediyelerde yönetimle işbirliği içinde sendikal faaliyet sürdürülürken merkezi devlet yapısı içinde yine devlet eliyle sendikal örgütlenme hak temelli değil yandaş-biat temelli yürütülmektedir. Hak mücadeleleri baskı altına alınmakta ve hak mücadelesi temelindeki sendikal örgütlenmeler engellenmektedir. Grev hakkı fiilen yok edilmiş durumdadır. DİSK’in üye sayısının toplam işçilerin %1’ini sendikalı işçilerin ise %10’unu geçememesi rejimin baskı ve zor uygulamalarının somut verilerinden biridir.
Devlet işçisi “memur” sendikalarının dayanılmaz “yükselişi”
Devlet işçileri “memurların” sendikalaşma oranı son yıllarda hızla artarken, memurlar yoksullaşmakta. Ve bu ne yaman çelişki dedirtmekte. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın verilerine göre 2010-2025 arasında memurların sendikalaşma oranları şu şekilde:
| YIL | Toplam Memur Sayısı | Sendikalı Memur Sayısı | Sendikalı Memur oranı % | KESK üye sayısı |
| 2010 | 1.767.737 | 1.023.362 | 57,89 | 219.195 |
| 2015 | 2.354.314 | 1.679.028 | 71,32 | 236.203 |
| 2025 | 3.016.495 | 2.319.157 | 76,88 | 166.266 |
Sendikalaşma oranında 15 yıl içinde yaklaşık %20 artış yaşanırken, devlet işçilerinin giderek yoksullaşması, sendikal örgütlenmenin hak için değil, biat için devlet eliyle yapıldığını göstermektedir. KESK’in üye sayısının azlığı ve daha da azalması sendikal örgütlülük üzerindeki baskının net ifadesidir. Bu çelişkinin izahının bir yönü de, toplumun korporatist yapısının inşasının memurlardan hareketle ivmelendirilmekte olduğudur. Bu tek beden ve biat eden toplum projesine karşı hak temelli sınıf sendikacılığında ısrar ve mücadele her zamankinden daha fazla zorunluluktur/görevdir.
Yoksul yaşama mahkûm değiliz!
“Ben yanmasam
sen yanmasan
biz yanmasak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa…”
Beynelmilel hale gelmiş, dünya alem bilinen genel doğruyu tekrar edeceğim: Hak verilmez alınır! Kazanmanın yolu emekten yana toplumsal ve siyasal muhalefetin birleşik mücadelesinden geçer.
Bunu bilmek yetmez, yetmiyor. Zira işi bilmek önemlidir ama asıl olan yapmaktır, eylemektir.
Yapmak; yapma iradesini gerektirir.
Bu irade bir tutum beyanının ötesine geçen davranış pratiğinde cisimleşir.
Bu cisimleşme çoklu bedelleri kapsamakla özneleşir. Özne olmak, fiziki özgürlüğün toplumsal özgürlükten geçtiğini görmeyi ve gerektiğinde bireysel “özgürlükten” yoksun kalmayı göze almayı; bencil ve küçük sevinçler avuntusu gündelik yaşamdan uzaklaşmayı, hak ve sınıf mücadelesini gündelik yaşamında içselleştirmeyi gerektirir.
Eksik olan budur!
Artık zaman geçirmeden, kendi “güvenli” limanında muktedirleri rahatsız etmeden, ezilenleri de uyandırmadan, kendi halinde aheste kürek çekme hali terk edilmelidir. Ayrıca bilinir ki, hiçbir liman güvenli değildir.
Bu adımı atabilmek hayati önemdedir. Sonraki adımlar ardı ardına gelecektir.
Gelir dağılımındaki adaletsizliğin giderilmesi için, asgari ücretin insanca yaşam ücreti olması için, dolaysız vergilerin azaltılarak servet vergisinin getirilmesi için, örgütlenme, söz ve ifade özgürlüğü önündeki engelleri aşmak için vb. kampanyalar,
Bu konuların her birini teşhir eden ve çözüm odaklı milyonların izleyebileceği kısa çarpıcı video çalışmaları,
Farkındalık gelişimi üzerinde yükselen yerel dayanışma ağlarının örülmesi vb. faaliyetler,
Ortak mücadelenin ve örgütlülüğün yaşamın içinde boy vermesine, siyasal olanın toplumsallaşmasına ve toplumsalın siyasete içkin hale gelmesine imkân sağlayacaktır.
Böylece “oto-tutsaklık”la malul dönem kapanacak, “özgür” öznelerin mücadele dönemi boy verecek.
Ve biz kazanacağız!
18.11.2025
