YÖK (Yükseköğretim Kurulu) 44 yıl önce bugün, 6 Kasım 1981’de, faşist askeri cunta tarafından çıkarılan Yükseköğretim Kanunu ile kurulmuştu. Ardından, 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu uyarınca, özellikle solcu olduğu düşünülen binlerce kamu görevlisi işten atılmış ve çok sayıda öğretim üyesi YÖK’ün desteği ve kolaylaştırıcılığı ile üniversiteden uzaklaştırılmıştı.
YÖK, 1990’lı ve 2000’li yıllardaki nispi yumuşamaya rağmen, o gün bu gündür kendisine yüklenen vesayet görevini sürdürüyor. Özellikle 2016’daki denetimli darbe girişiminden ve “Barış İçin Akademisyenler”in tasfiyesinden sonra tam bir kapıkulları topluluğu haline geldi. Siyasi iktidarla sıkı iş birliği içinde üniversiteleri zaptürapt altında tutmak, onları resmi ideolojiyi yeniden üreten ve gençlerin kafasına kakan birer merkeze dönüştürmek, buna boyun eğmeyenleri çökertmek, öğretim kadrolarını cahil ve yeteneksiz yandaşlarla doldurmak, eğitimin kalitesini düşürmek, öğrencileri güncel ve geliştirici bilgi ve beceriyle donatmadan oyalamak için elinden geleni yapıyor.
Halihazırda Türkiye’de 208 yükseköğretim kurumu (üniversite ve meslek yüksekokulu) var. Ama akademik dünya sıralamalarında ilk 1000’e giren üniversite sayısı ancak iki elin parmakları kadar. Onlar da kimi sınıflandırmalara göre 300., kimilerine göre 500. sıradan sonra geliyor. Türkiye’den ilk 100 veya ilk 300 listesine giren üniversite yok. Oysa eskiden, söz gelimi 2015’te, ODTÜ ilk 100’e giriyor, diğer birkaç üniversite de ilk 200 arasında yer alıyordu. Son 10 yılda kaydedilen gerileme YÖK’ün ne kadar başarılı (!) olduğunu açıkça gösteren bir ölçüt.
Bu durum o kadar göze batar hale geldi ki Fransa’nın ünlü gazetesi Le Monde bile, 29 Ekim’de ve İstanbul muhabiri Nicolas Bourcier imzasıyla, “Türk Üniversitesi, sınıfın sonuncusu” başlığıyla tam sayfalık bir makaleye* yer verdi.
Türkiye’de ise bugün çeşitli illerde birçok üniversitenin öğrencileri YÖK’ü protesto eylemleri düzenledi.
Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen) de YÖK’ün 44. kuruluş yıl dönümü dolayısıyla kapsamlı bir açıklama yayımladı ve “YÖK’ün derhal kapatılmasını, üniversiteler arasında koordinasyonu sağlayacak, demokratik, katılımcı ve çoğulcu modellerin hayata geçirilmesini” talep etti. Eğitim Sen’in açıklaması şöyle:
Türkiye’de üniversiteler üzerinde bir denetim mekanizması olarak kurulan Yükseköğretim Kurulu (YÖK), 44 yıldır bu işlevini sürdürüyor. 12 Eylül darbecileri, yükseköğretim alanındaki tüm yetkileri tek elde toplayarak üniversiteleri siyasi iktidarın denetimine almak amacıyla YÖK’ü kurdular. 6 Kasım 1981’den bu yana üniversiteleri abluka altında tutan bu yapı, bugün de akademik özerkliği, bilimsel üretimi ve özgür düşünceyi baskılamanın bir aracı olarak kullanılmaktadır.
Siyasal iktidar, kamu kurumlarını denetimi altına alıp kararları tek merkezden yönetme politikasını en açık biçimde üniversitelerde uygulamıştır. Cumhurbaşkanının rektörleri doğrudan atama yetkisi ve YÖK aracılığıyla sürdürülen denetim sistemi, üniversiteleri tamamen siyasi iktidarın kontrolüne almıştır. Bu durum, üniversitelerde korku ve itaate dayalı bir ortam yaratmış; eleştirel düşünen akademisyenlerin tasfiyesine ve muhalif seslerin susturulmasına yol açmıştır. Akademisyenler üzerindeki baskı, öğrencilerin demokratik haklarının kısıtlanması ve kurumsal özerkliğin zayıflatılmasıyla birleşerek yükseköğretimi derin bir krize sürüklemiştir.
Üniversiteler, insan, toplum, doğa yararını önceleyen kamusal kurumlar olmaktan uzaklaştırılarak hiç olmadığı kadar piyasacı ve muhafazakâr bir akılla yönetilmektedir. Başarı ölçütleri; özel şirketlerle yürütülen projelere, sermaye gruplarından alınan fonlara ve ‘rekabet’, ‘verimlilik’ gibi piyasa göstergelerine bağlanmaktadır. Kamusal bilgi üretiminin yerini bilimi ticarileştiren ve eleştirel düşünceyi daraltan bu süreçler almaktadır.
Bu süreçte YÖK, araştırma görevlilerinin iş güvencesinden yoksun çalıştırılması ya da işsiz bırakılması karşısında sorumluluk üstlenmemektedir. Profesörlüğe ya da doçentliğe yükselmeyi hak ettiği hâlde yıllarca kadro bekleyen öğretim elemanlarının sorunlarını çözmek için adım atmamaktadır. Özlük ve ekonomik hakları görmezden gelinen idari ve teknik personelin ‘tayin hakkı’, ‘yükseköğretim tazminatından yararlanma’ gibi temel talepleri karşılanmadığı gibi; düşük ücret, angarya ve mobbing uygulamaları adeta kurumsal bir yönetim anlayışına dönüştürülmüştür.
Yükseköğretim Kurulu, zorlu ekonomik koşullar altında güvenli bir gelecek kurmak için direnen üniversite öğrencilerinin en temel sorunlarına sırtını dönmektedir. Barınma, beslenme ve ulaşım krizi giderek derinleşirken YÖK, bu sorunlara çözüm aramak yerine öğrencilerin sesini kısmaya, hak arayışını bastırmaya yönelmektedir. Kendi geleceğine sahip çıkmak isteyen öğrenciler disiplin soruşturmalarıyla tehdit edilmekte, yurt ve barınma hakları keyfi biçimde ellerinden alınmaktadır. Üniversiteler, özgür düşüncenin değil, baskı ve denetimin mekânlarına dönüştürülmektedir. Kampüslerdeki sosyal alanları daraltıp özel şirketlerin denetimine açan YÖK, eğitim hakkını ticarileştirirken, kampüslerde işlenen kadın cinayetlerine ve toplumsal cinsiyet temelli şiddete karşı hiçbir somut adım atmamaktadır. Bu sessizlik, kadınların ve gençlerin yaşam alanlarını her geçen gün daha güvensiz bir ortama sürüklemektedir.
YÖK’ün görevi, öğrencileri cezalandırmak değil; onların yaşam, barınma, eğitim ve güvenlik haklarını korumaktır. Ancak bugün YÖK, öğrencilerin değil, sermayenin ve otoriter politikaların yanında saf tutmaktadır. Üniversitelerde bilim, düşünce ve sanat üretimi fiilen baskı altına alınmıştır. Siyasi kadrolaşma liyakat ilkesini ortadan kaldırmış, iktidara sadakat temel ölçüt haline gelmiştir. Bilime, eğitime ve hakikate verilen değer öylesine gerilemiştir ki, diplomalar ve akademik unvanlar piyasalaştırılmış; sahte belge düzenleyerek binlerce öğrenci ve akademisyenin emeğini gasp eden şebekeler kamu kurumlarına sızabilmiştir. YÖK ise bu skandalların sorumlularını açığa çıkarmak yerine, üstünü örtmeyi tercih etmiştir.
Oysa bilimsel bilgi, ancak özerk kurumlarda ve özgür ortamlarda üretilebilir. Bu nedenle üniversiteler kendi yöneticilerini seçebilmeli, eğitim ve araştırma programlarını özgürce belirleyebilmeli, bütçelerini kendileri oluşturabilmelidir. YÖK’ün tüm bu süreçleri tek elde toplaması; üniversiteleri üretimden uzak, ruhsuz kurumlara; bilim insanlarını sıradan “memurlara”, öğrencileri ise “itaatkâr bireylere “ dönüştürmektedir.
Eğitim Sen olarak vurguluyoruz: YÖK kapatılmadan üniversiteler üzerindeki baskı iklimi dağıtılamayacak; üniversiteler hak ettikleri bilimsel kurum olma vasfını geri kazanamayacaktır. Ancak artık yalnızca YÖK’ün kaldırılması yeterli değildir; yükseköğretimde gerçek bir dönüşüm için bu sistemin yapısal temellerinin bütünüyle değiştirilmesi zorunludur. Bu nedenle üniversitelerin demokratikleştirilmesi önündeki en temel engellerden birisi olan YÖK derhal kapatılmalı, üniversiteler arasında koordinasyonu sağlayacak, demokratik, katılımcı ve çoğulcu modeller hayata geçirilmelidir.
* Le Monde internet sitesi aynı makaleyi “Ne işte, ne okulda, ne formasyonda; Türkiye gençliğinin büyük bir kesimini kaybetme riskiyle karşı karşıya” başlığıyla yayımladı
