Bianet’ten Ayşegül Başar‘ın haberine göre; direnişin 300 günü aşkın sürelere ulaştığı şu sırada, söz konusu mahpusların fiziksel ve psikolojik dayanma sınırları zorlanıyor. “Kuyu tipi” olarak nitelendirilen Y, S ve R tipi yüksek güvenlikli cezaevlerinde uygulanan ağır izolasyon koşulları, eyleme girenlerin iddiaları arasında. Havalandırma hakkı, görüş hakkı, sosyal iletişim imkânı gibi temel mevzuların sistemli biçimde kısıtlandığı bu modelde mahpuslar —avukat, hak örgütleri ve eski mahkûmlar tarafından— insan onuruyla bağdaşmayan şartlarda tutulduklarını ifade ediyor.
Mahpus Serkan Onur Yılmaz, eylemin 355. gününe yaklaşırken avukat görüşü için tekerlekli sandalye ile çıkabiliyor; elli ve ayaklarında sinir hasarı sonucu uyuşmalar artmış durumda, nefes darlığı gün geçtikçe ağırlaşıyor. Elleri ve ayaklarındaki yaralar iyileşmiyor; uykusuzluk hâlâ sürüyor. Öte yandan Fikret Akar da 214 gündür grevde ve ellerde-ayaklarda uyuşmalar, sıvı-şeker tüketiminin ciddi oranda düşmesi, kulak çınlaması, uyku bozukluğu gibi çok sayıda sağlık sorunu yaşıyor.
Direnişte olan eski mahpus Vedat Doğan’ın aktardığına göre, bu cezaevlerinde “insanlık dışı koşullar” nedeniyle direnmek zorunda kalındı:
“Sıra dışı insanlar olduğumuz için değil, gerçekten insanlık dışı koşullar olduğu için direnmek zorundaydık. Burada kalan her insanın psikolojisinin çöktüğünü gördük. Direnmeseydik biz de çökerdik, akıl sağlığımızı koruyamazdık.”
Hak örgütleri ve hukuk dernekleri “kuyu tipi” cezaevlerinin yasal altyapısının dahi olmadığını belirtiyor. Örneğin Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) tarafından yapılan açıklamalarda; günde tek bir saat havalandırma hakkı tanındığı, hücrelerin adeta yeraltı kuyu kıvamında olduğu, mahpusların “çok basit talepler” için açlık grevine girmek zorunda bırakıldığı vurgulanıyor. 
Yine ÇHD ve İnsan Hakları Derneği’nin ortak açıklamalarına göre, bu eylemler ölüm sınırına yaklaştı ve yetkililerin derhal müdahale etmesi gerekiyor:
“Mahpuslar yaşamla ölüm arasındaki farkın anlamsızlaştığı bir hatta yaşamaya zorlanıyor.” 
Talep edilen hususlar arasında başlıca:
• “Kuyu tipi” cezaevlerinin kapatılması veya dönüşümünün sağlanması,
• Bu koşullara maruz kalmış mahpusların başka hapishanelere sevk edilmesi,
• Hasta mahpusların özgürlüğe çıkarılması,
• Zorla sevk ve tecrit politikalarının sonlandırılması
Ancak hâlâ çözüme yönelik somut bir adım gözlemlenmiş değil. Direnişin daha uzun sürmesi, kalıcı sağlık kayıpları ya da ölümler gibi daha ağır sonuçları beraberinde getirme riski taşıyor.
Kuyu Tipi Hapishaneler
“Kuyu tipi” hapishaneler, mahpusları fiziksel olarak değil, psikolojik olarak da izole eden yeni nesil yüksek güvenlikli cezaevi modelleridir. Güneşi görmenin, insan sesi duymanın, sohbet etmenin bile lüks sayıldığı bu yerlerde, mahpuslar günün 23 saatini tek kişilik hücrelerde geçirir.
Havalandırmaya sadece bir saat çıkarılır, gökyüzü çoğu zaman görünmez. Kapılar otomatik, sesler duvarların ardında yankısız. İnsan adeta diri diri betona gömülür. Bu sistem, “güvenlik” adı altında insanlık onurunu ortadan kaldırır; kişiyi yalnızlaştırarak susturmayı hedefler.
Bugün birçok mahpus, bu insanlık dışı koşullara karşı açlık grevinde. “Kuyu tipi” sadece bir mimari değil; insanın sesini, varlığını ve umudunu silmeye çalışan bir sistemin adı.
