Yıllardır kadınların iş hayatındaki varlığını güçlendirmek, çalışma yaşamında eşitliği sağlamak gerektiğini söylüyoruz. Ancak görünen o ki, yasa koyucular hâlâ “eşitlik” kelimesinin yanına kocaman bir “ama” koymaktan vazgeçmiyorlar. 18 Temmuz 2025’te yürürlüğe giren Devlet Memurlarının Yarım Zamanlı Çalışma Hakkının Kullanımına İlişkin Yönetmelik tam da bu çelişkinin belgesi.
Kâğıt üzerinde kulağa hoş geliyor: “Çocuğunuz oldu, yarım zamanlı çalışabilirsiniz.” Ama işin aslına bakınca, bu hak, kadınlara dönük incelikle paketlenmiş bir hak gaspı. Çünkü bu “yarım zaman” düzenlemesi, yarım maaş, yarım sosyal hak, yarım terfi demek. Ve ne yazık ki yarım bırakılan yalnızca ücret değil; kadınların mesleki geleceği, toplumsal hayattaki etkinliği ve ekonomik bağımsızlığı da yarıya iniyor.
Devletin kreş sorumluluğu nerede?
Bu ülkede çocuk bakım sorununun çözümü belli: Yeterli sayıda, nitelikli, ücretsiz kamu kreşleri. Fakat devlet bu sorumluluğu yerine getirmek yerine faturayı yine kadınlara kesiyor. Yetersiz sayıdaki kamu kreşleri ya kapatıldı ya da niteliği düşürüldü. Özel kreş ücretleri ise her yıl enflasyonla yarışıyor. Kadın memurlar, maaşlarının yarısından fazlasını bakım hizmetine vermemek için yarım zamanlı çalışmaya “razı” olmak zorunda kalıyor. Bu, tercihten çok zorunluluk.
Eğitim Sen’in yıllar önce yaptığı araştırmada ücretsiz kamu kreşlerinden yararlananların oranı sadece yüzde 6,4 idi. Bugün bu oranın daha da düştüğünü biliyoruz. Yani kadınlar iş ile ev arasında sıkışmaya mahkûm ediliyor.
Yarım çalışma, çifte yük
Yarım zamanlı çalışma kâğıt üzerinde ebeveynlere seçenek gibi sunulsa da fiiliyatta hedef kitle kadınlar. Çocuk bakımının toplumsal olarak kadınlara yüklenmesi, bu düzenlemeyi bir “anne tuzağı”na dönüştürüyor. Kadın memur yıllarca yarım maaşla, yarım sigorta primiyle, yarım terfi hakkıyla çalışıyor; mesleki ilerlemesi tıkanıyor. Eğitimde ise bu durum öğrencileri doğrudan etkiliyor. Haftanın üç günü sınıfında olan bir öğretmenin yerine kalan iki gün başka bir öğretmen giriyor. Eğitimde süreklilik bozuluyor, çalışma barışı zarar görüyor.
Pozitif ayrımcılık mı, hak kaybı mı?
Anayasa’nın 10. maddesi kadınlar ve çocuklar lehine pozitif ayrımcılık yapılmasına izin verir. Ancak bu düzenleme pozitif ayrımcılık değil, negatif sonuçlar üretiyor. Kadını iş yaşamından koparan, ekonomik bağımsızlığını zayıflatan, çocuk bakımını kamusal bir sorumluluk olmaktan çıkaran bir uygulama, eşitlik değil eşitsizliktir.
Türkiye’nin taraf olduğu BM Çocuk Hakları Sözleşmesi, çocuk bakımının devletin sorumluluğunda olduğunu açıkça söylüyor. Devletin görevi, kadınları yarım maaşa mahkûm etmek değil, kreş ve bakım hizmetlerini kamusal olarak sağlamak.
Lütuf değil, hak
Kadınların çalışma yaşamından koparılmadığı, çocuk bakımının kamusal bir görev olarak üstlenildiği, ebeveyn izinlerinin eşit ve devredilemez biçimde düzenlendiği bir sistem istiyoruz. “Yarım zamanlı çalışma” adı altında sunulan bu uygulama, kadın emeğini yarıya indiren, eşitlik mücadelesini geriye çeken bir tuzak.
Kadınlara lütuf gibi sunulan bu “hak”, gerçekte kazanılmış hakların törpülenmesidir. Ve biz biliyoruz ki, eşitlik yarım zamanlı olmaz.
* Avukat, Eğitim Sen Hukuk Bürosu’nda görev yapıyor.