Lahey’de toplanan 2025 NATO Zirvesi, yalnızca yeni bir savunma harcaması hedefi belirlemekle kalmadı, aynı zamanda “barışın temettüsüne” dayalı sınırlı harcama ve kriz-odaklı müdahale pratiğine yaslanan Soğuk Savaş sonrası güvenlik mimarisinin fiilen sona erdiğini ilan etmiş oldu. Zirvede alınan karara göre, NATO üyeleri 2035 yılına kadar gayrisafi yurt içi hasılalarının yüzde 5’ini savunma ve güvenlik harcamalarına ayırmayı taahhüt etti. Bu miktarın yüzde 3.5’i doğrudan askeri harcamalara (personel, teçhizat, operasyonel kabiliyet) yöneltilirken; yüzde 1.5’i ise siber güvenlik, lojistik altyapı, kritik teknolojiler ve toplumsal direnç kapasitesi gibi genişletilmiş güvenlik alanlarına tahsis edilecek.
Bu karar, NATO tarihinde belirlenen en yüksek ortak harcama hedefi olma niteliği taşıyor. Daha önce 2014 Galler Zirvesi’nde kabul edilen yüzde 2’lik hedef, birçok üye ülke tarafından ancak Rusya’nın 2022’de Ukrayna’yı işgali sonrasında ciddiyetle ele alınabilmişti. Oysa şimdi yüzde 5 gibi olağanüstü iddialı bir oranın, kolektif biçimde benimsenmesi, savaşın artık istisnai bir durum değil, kalıcı bir örgütlenme biçimi haline geldiğini gösteriyor.
Trump etkisi: Baskı mı, dönüşüm mü?
Bu kararda Trump faktörü belirleyici. Trump, NATO’ya yönelik en sert eleştirileri ilk başkanlık döneminde dile getirmiş, müttefiklerini “ABD’nin sırtından geçinmekle” suçlamıştı. Ona göre NATO, “artık modası geçmiş”, Avrupalıların güvenliği için yeterince ödeme yapmadığı bir ittifaktı. 2018 Brüksel Zirvesi’nde Trump, Almanya başta olmak üzere birçok ülkeyi doğrudan hedef alarak “ABD sizi korumayacak” demişti.
İkinci başkanlık döneminde bu söylem daha da keskinleşti. Trump, NATO’nun kolektif savunma ilkesini düzenleyen meşhur 5. Madde’yi bile “koşullu” hale getirdi. Kimin savunulmayı hak ettiğine bakarız tarzındaki tutumu ile, ittifakı isteğe bağlı bir güvenlik ağına dönüştürme tehdidinde bulundu.
Ancak ABD’nin askeri varlığı Avrupa için hala varoluşsal. Bu nedenle NATO üyesi Avrupalı devletler Trump’ı yatıştırmak, ABD’yi NATO içinde tutmak ve ittifakın çökmesini önlemek amacıyla savunma harcamalarını artırmaya razı oldular.
Ancak bu hamleyi yalnızca Trump’ı ikna etmeye yönelik bir siyasi jest olarak görmemek de lazım. Bu karar aynı zamanda Avrupa güvenlik mimarisinin yeniden şekillenmesi arzusu ile bağlantılı. Zira ABD’nin Avrupa güvenliğinden kademeli olarak çekilmesinin konuşulduğu, NATO içindeki yük paylaşımı tartışmalarının derinleştiği ve özellikle Ukrayna’nın işgali sürecinde Avrupa’nın ABD’den beklediği düzeyde desteği alamadığı bir dönemde, Avrupa ülkeleri kendi savunmalarını daha fazla üstlenmek zorunda olduklarını açık biçimde fark ettiler.
Bu farkındalık, son dönemde somut kurumsal girişimlere de dönüşmüş durumda. Avrupa Komisyonu tarafından Nisan 2024’te yayımlanan Avrupa Savunması Beyaz Kitabı (White Paper on European Defence) ile birlikte başlatılan “Rearm Europe” planı, bu yöndeki en kapsamlı adımlardan biri. Plan, Avrupa’nın savunma kapasitesini 2030’a kadar yeniden inşa etmeyi, tedarik zincirlerini kısaltmayı, ortak Ar-Ge yatırımlarını artırmayı ve savunma sanayii dayanıklılığını güçlendirmeyi hedefliyor. Ayrıca Avrupa Savunma Fonu (EDF) ve PESCO gibi önceki girişimlerin kapasitesel ve mali çerçevesi de genişletilmeye başlandı. Tüm bu adımlar, Avrupa’nın “stratejik otonomi” yönündeki siyasi söylemini, artık somut kaynak tahsisine ve kurumsal kapasite inşasına dönüştürdüğünü gösteriyor.
Dolayısıyla yüzde 5 hedefi, yalnızca bir NATO uyumu değil; aynı zamanda Avrupa savunma sisteminin Amerikan gölgesinden sıyrılma arzusunun da parçası. Bu durum hem Atlantik ötesi ilişkilerde yeni bir denge arayışını hem de Avrupa içi güvenlik stratejilerinde kalıcı bir dönüşümü işaret ediyor.
Savunma odaklı kalkınma
Yüzde 5’lik hedef yalnızca askeri bir taahhüt değil; sadece askeri güvenlik ile de ilgili değil. Aynı zamanda Avrupa’nın kamu harcamalarının yapısını kökten değiştirme potansiyeli taşıyor. Bu dönüşüm, bütçe önceliklerinden sanayi politikalarına, dış ticaret dengelerinden mali disiplin rejimlerine kadar geniş bir yelpazeyi doğrudan etkileyecek.
Bir diğer deyişle bütün NATO ülkelerinde “savunma odaklı kalkınma” olarak tanımlanabilecek yeni bir modelin temelleri atılıyor: kamu destekli, yüksek teknolojiye dayalı ve devlet güdümlü bir büyüme hattı. Bu modelde, geleneksel altyapı, enerji ve sosyal hizmet yatırımları bütçe öncelikleri açısından geri plana itilirken; güvenlik altyapısı, savunma Ar-Ge’si ve askeri üretim teşvikleri giderek daha fazla kaynak çekmeye başlayacak. Emeklilik sistemleri, sağlık hizmetleri ve eğitim gibi kamusal harcama alanları, savunma öncelikli mali mimarinin gölgesinde kalacak. Bu da, hâlihazırda ciddi gelir eşitsizlikleriyle mücadele eden Avrupa toplumları için yeni bir sınav anlamına geliyor.
Bu yapısal değişimin siyasi yansımalarının olmaması düşünülemez. Kamuoyu yoklamaları savunma harcamalarının yükseltilmesine desteğin Avrupa genelinde yüzde 50 civarında olduğunu gösteriyor. Ancak seçmenler hem savunma, hem hizmet talep ediyor. Savunma harcamalarının yükseltilmesinin maliyetlerinin farkında olmadan tercihlerini yapıyor. Bütçelerde güvenliğe ayrılan pay arttıkça, bu durum hem seçmen davranışlarını hem de toplumsal kutuplaşmayı derinleştirecektir.
Bu yeni dönemde eşitsizlikten beslenen aşırı sağ partiler, “güvenlik” temasını merkezine alarak daha fazla toplumsal meşruiyet kazanabilir. Sosyal adaleti ve güvenli bir gelecek vizyonunu birlikte sunabilen bir merkez-sol alternatif gelişmediği sürece, bu yeni harcama rejimi otoriter ve milliyetçi siyasal eğilimlerin zeminini güçlendirebilir. Yaşayıp, göreceğiz.
Transatlantik ticaret boyutu: Bağımlılık mı, işbirliği mi?
Trump’ın ilk başkanlık döneminden bu yana izlediği dış politika çizgisi, yalnızca müttefiklerin savunma harcamalarını artırma çağrısıyla sınırlı değildi; aynı zamanda bu harcamaların “Buy American Weapons (Amerikan silahları al)” doktrini çerçevesinde ABD menşeli savunma sistemlerine yönlendirilmesini de içeriyordu.
2020’lerden itibaren Avrupa ülkeleri savunma harcamalarını artırırken, bu artışın önemli bir kısmı Amerikan yapımı sistemlere yöneldi: F-35 savaş uçakları, Patriot hava savunma platformları gibi yüksek maliyetli ekipmanlar birçok NATO ülkesinin tedarik listesine girdi. Bu süreç, ABD savunma sanayiine milyarlarca dolarlık yeni bir pazar açtı.
Ancak aynı dönemde Avrupa’da yerli savunma sanayiini güçlendirmeye yönelik ciddi bir ivme de ortaya çıktı. Örneğin Fransa, Almanya ve İspanya’nın ortak savaş uçağı geliştirme girişimi olan SCAF (Future Combat Air System), yalnızca F-35’e alternatif oluşturmakla kalmıyor; aynı zamanda Avrupa’nın savunma teknolojilerinde stratejik özerklik hedefini ortaya koyuyor. Benzer şekilde, MGCS (Main Ground Combat System) projesi de mevcut Leopard 2 ve Leclerc tanklarının yerini alacak yeni nesil modüler kara savaş platformları üretmeyi hedefliyor. Örnekler çoğaltılabilir, ama hedef aynı: “yerli ve milli” teknolojiye yatırım yapmak.
Dolayısıyla bu yeni dönemde Avrupa iki yönlü bir sınamayla karşı karşıya: Trump’ı mutsuz etmeden kendi savunma kapasitesini geliştirmek.
Ortak karar, farklı sınırlar
Yüzde 5 savunma harcaması hedefi, teknik olarak oybirliğiyle kabul edilmiş olsa da, karara yönelik istek ve hazırlık seviyesi bakımından ülkeler arasında ciddi farklılıklar var. Örneğin Polonya zaten 2024 itibarıyla GSYİH’sinin yaklaşık yüzde 4’ünü savunmaya ayırıyordu ve kararı canı gönülden destekledi. İngiltere ise yüzde 5 hedefini yeterince hızlı ve etkili bulmadı. İngiliz Savunma Bakanlığı, tehditlerin hızla arttığı bir dönemde 2035 gibi uzak bir tarih belirlemenin yetersiz olduğunu savundu.
Buna karşılık, İspanya, Belçika gibi savunma harcamalarının artışının yaratacağı toplumsal tepkiden ürken ülkeler bu düzeyde bir artışın sosyal harcamaları olumsuz etkileyeceğini savundu. İspanya Başbakanı Pedro Sánchez, artışın “oransız” ve “önceliklerle uyumsuz” olduğunu belirterek, ülkesinin bu hedefe katılmayacağını açıkça ifade etti. Belçika ise bütçe dengeleri ve sendikal baskılar nedeniyle bu hedefe 2035 sonrasına kadar kademeli uyum sağlayacağını açıkladı. Kısacası bu hedef konusunda ülkeler arası heves pek de aynı değil.
Küresel teyakkuz hali
Son zamanlarda sürekli artan sistemik savaş tehlikesinden bahsediyorum. Korkarım yine aynı şeyi yapacağım. Zira NATO’nun yüzde 5 savunma harcaması hedefi, yalnızca mali bir eşik ya da teknik bir bütçe düzenlemesi değil.
Tarihsel olarak askerî harcamalarda yaşanan keskin artışların hemen hepsi (1910’ların Avrupası’ndan Soğuk Savaş’ın zirve yaptığı yıllara kadar) yalnızca caydırıcılığı değil, aynı zamanda karşılıklı güvensizlik ve bloklaşma dinamiklerini de tetiklemiş dönemeçler. Bu tür harcama rejimleri, güvenliği sağlama amacı kadar (ve hatta ondan daha fazla), güvenlik üzerinden kurulan rekabeti kurumsallaştırma, bütün toplumu savunma üzerinden yeniden düzenleme işlevi görüyor.
NATO’nun yüzde 5 hedefi de bu bağlamda salt savunma kapasitesini artırmaya yönelik değil; büyük güçler arası stratejik rekabetin altyapısını yeniden inşa etmeye dönük bir hamle. Harcamalar yalnızca askeri araçları değil, aynı zamanda altyapıyı, teknolojiyi, siber güvenliği ve kamuoyunun psikolojik hazırlığını da kapsayan çok boyutlu kitlesel bir mobilizasyon anlamına geliyor.
Bu nedenle söz konusu hedef, barışçıl istikrarın kurumsallaşmasına hizmet etmekten ziyade, kalıcı bir teyakkuz rejiminin normalleşmesine dair de güçlü bir işaret niteliği taşıyor.