Marmara Denizi’nde üç yıl önce görülen müsilaj geri döndü ve kısa sürede tüm bölgeyi etkisi altına aldı. 2022’de açıklanan Marmara Denizi Eylem Planı’na uyulmadığı gibi denizdeki kirlilik yükü azaltılmadı. Üstelik, Ergene Nehri’ni sanayi atıklarından arındırmak amacıyla kurulan derin deşarj sistemi Marmara Denizi’nde müsilaj felaketini tetikledi. Oksijen seviyesi giderek azalan denizin yeni atık yüklerini kaldırmaya gücü yok
Ocak ayında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), tarihinde ilk kez bir devletin çevre kirliliğini önlemeye yönelik yeterli önlem almaması nedeniyle insanların yaşam hakkını ihlal ettiğine hükmetti. Bu karar AİHM’in ilk kez çevre kirliliğinin yaşam hakkını tehdit edebileceğini hukuken de kabul ettiğini gösterirken, bu gelişme tarihi bir karar olarak nitelendiriliyor.
İtalya’nın Campania bölgesinde yasa dışı atık depolama ve yakma işlemleri nedeniyle yıkıcı sağlık sorunları yaşadıkları için İtalyan devletine dava açan yurttaşlar, davayı AİHM’e taşımışlardı.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2’nci Maddesi, “Her bireyin yaşam hakkı yasanın koruması altındadır” ifadesiyle yaşam hakkını tanımlıyor. Bu madde ile koruma altına alınan yaşam hakkının ihlali geri dönülmez zarara ve yaşam kaybına neden olabileceği için devletlere güçlü yükümlülükler getiriyor. Bu aynı zamanda AİHM kararıyla, tüm devletlerin çevre sorunlarına proaktif, özenli ve zamanında müdahale etme yükümlülüklerinin uluslararası hukuk çerçevesinde vurgulanması anlamına da geliyor.
Biz maalesef, Türkiye’de doğal, kültürel ve tarihi varlıklarla olan ilişkimizde koruma/kullanma dengesini bir türlü tutturamadık. AKP iktidarlarının 23 yıllık döneminde bugüne kadar planlı, programlı, taraflarla istişare edilmiş, sürdürülebilir anlamda bir çevre koruma planı hiç olmadı. Yapılan ya da yapılmak istenen eylem planları genelde kağıt üzerinde kaldı. Doğal alanlarda, korunan alanlarda, SİT bölgelerinde koruma/kullanma dengesinin ibresi hep kullanmadan yana çevrildi.
Sonuç, tahrip edilmiş ormanlar, delik deşik edilmiş dağlar, kurutulmuş göller, nehirler, yok edilmeye yüz tutmuş, kirletilmiş tarım toprakları, meralar, sulak alanlar, denizler…
İşte bu koruma/kullanma dengesinde ibrenin hep kullanmadan yana çevrilmesinin sonuçlarını izlediğimiz Marmara Denizi’ndeki müsilaj sorunu da, denizle olan ilişkimizin çarpıklığının net bir örneği. Marmara Denizi, özellikle son yıllarda adeta gözümüzün önünde can çekişiyor.
Marmara Denizi’nde son yıllarda giderek artan yoğunlukta yaşamakta olduğumuz müsilaj sorunu gibi deniz, göl, baraj gibi alanlarda yaşanan ötrofikasyon (besin maddelerinin büyük oranda artması), alg patlaması benzeri sorunların iki temel sebebi var:
Birincisi organik yükün artması, ikincisi sıcaklığın bu canlıların üremesi için en elverişli seviyeye ulaşması…
Bu iki ön koşula akıntı ve rüzgar gibi su hareketlerinin azlığının da eklenmesi deniz salyası ya da müsilaj olarak adlandırılan sorunların gözle görünür şekilde açığa çıkmasına sebep oluyor.
Ancak, Marmara Denizi’nde yaşanan müsilaj sorununun zamansal uzunluğu, kapsadığı alanın genişliği ve yoğunluğunu göz önünde bulundurulduğunda bugünkü sorun doğal döngünün dışındaki problemlere işaret ediyor.
ERGENE’Yİ KURTACAKTI, MARMARA’DA FELAKETİ TETİKLEDİ
Avrupa’nın en büyük çevre projesi olarak lanse edilen “Ergene’yi Kurtarma Projesi”, Marmara Denizi’nin sonunu getirmek üzere.
Sanayi atıkları Ergene Nehri’ni dünyanın en kirli akarsularından biri haline getirmişti. Bu atıklar artık borularla Marmara Denizi’nin derinlerine taşınıyor.
Ege Denizi’nin kirlenmesinde rol oynayan kaynaklardan Ergene Nehri, Meriç suyu ile birleşerek Saros’dan denize dökülüyor. Ağır kimyasal kirlilik yüklerini yıllardır Ege’ye taşıyan Ergene’nin kurtarılması için hayata geçirilen derin deşarj projesi uzmanlar tarafından yetersiz görülüyor. Ergene Nehri’ni yok olma noktasına getiren kirliliğe karşı yapılan deşarj sistemi de elbette çözüm olmadı, çözüm olmadığı gibi başka bir felaketi tetikledi.
Güya, Ergene Derin Deniz Deşarjı Projesi ile sözde “arıtılmış” atık sularının Marmara Denizi’nin 47 metre derinliğinde ve 4,5 kilometre açığında boşaltılarak, alt akıntıyla Karadeniz’e gitmesi hedeflendi. Ancak, deşarj edilen atıkların alt akıntıyla Karadeniz’e gitmediği ortaya çıkmış, 2021 yılında yaşanan müsilaj felaketiyle en acı biçimde projenin işlemediği görülmüştü.
Bunun böyle olacağı belliydi.
Ergene Nehri havzasında yer alan sanayi kuruluşlarının uzun yıllardır endüstriyel atıklarını Ergene Nehri’ne boşalttığı ve bu nedenle Ergene Nehri sularının çok çeşitli toksik kimyasal maddeleri içerdiği, hatta zaman zaman renginin değiştiği herkes tarafından biliniyor. Ergene Nehri’nin son derece kirli olduğu, zehir saçtığı ve çevresindeki canlı yaşamını da tehdit ettiği pek çok bilimsel araştırmada, makalede raporlarla anlatıldı.
Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Sarı, paylaştığı bir X mesajında yaptığı, “Denizle kurduğumuz yanlış ilişkinin bir sonucu olarak ortaya çıkan müsilaj gittikçe yoğunlaşıyor. 11 bin 350 kilometrekare yüzey alanına sahip Marmara Denizi’nin ilk 30 metresi müsilajla kaplandı. Zaman zaman yüzeye de çıkan müsilajın esas etkisi ise dipte. Denizin dibini bir yorgan gibi örten müsilajın kalınlığı gün geçtikçe artıyor. Dipte biriken müsilaj bir taraftan süngerler, pinalar, mercanlar gibi canlılara zarar veriyor. Bir taraftan parçalanırken sudaki çözünmüş oksijeni tüketerek derinleri yaşanmaz hale getiriyor
“Çare mi? Tabi ki denizin kirlilik yükünü azaltmak! Bir an önce, 1 litre bile azaltabiliyorsak azot ve fosfor yükünü hafifletecek en küçük tedbiri bile göz ardı etmeden harekete geçmemiz lazım. Herkes birbirine bakıyor. Küçük yerleşimler, büyükleri, büyükler daha büyük kentleri sorumlu tutuyor. Oysa elbirliği ve işbirliği halinde her türlü kirliliği durdurup denizimizi bir an önce kurtarmalıyız” şeklindeki değerlendirmesi son derece önemli.
Dinleyen var mı?
Marmara, bu ülkenin tek iç denizi… Marmara Denizi’nde organik yükün artmasındaki birincil sebebin yanlış atık su arıtma politikası olduğunu herkes biliyor.
Marmara Denizi, çevresinde yaşayan 25 milyon insanın, bölgedeki sanayi tesisleri ve tarımsal faaliyetlerin atık yükünü taşıyor. Bunun sonucu olarak ortaya çıkan müsilaj sorununun çözümü için 2021 yılında 22 maddeden oluşan Marmara Denizi Eylem Planı hazırlandı ve Marmara Denizi’nin tamamı Özel Çevre Koruma Bölgesi ilan edildi. Ancak müsilajın en önemli sebeplerinden biri olan atık deşarjı ve kirlilik sorunu aradan geçen üç yılda çözülemedi, göstermelik birkaç tesise para cezası vermek dışında ciddi bir aksiyon alınmadı, bir eylem planı daha kağıt üzerinde kaldı.
Doğal varlıkları koruma/kullanma dengesine ilişkin büyük bir fiyasko daha…
Marmara Denizi adeta bir lağıma dönüştürülürken, herkes izliyor. Müsilajla birlikte Marmara Deniz’nde sadece ekolojik bir yok oluş değil, şeffaflık, hesap verebilirlik, uygulamada ve karar alma süreçlerinde tutarlılık sınavı da veriliyor.
Daha önce Çevre Mühendisleri Odası’nın yayınladığı rapora göre, deşarj verileri incelendiğinde son yıllarda İstanbul atık sularının neredeyse yüzde 70’inin yalnızca ön arıtmadan geçirilerek Marmara Denizi’ne derin deniz deşarjının yapıldığı görülüyor.
Marmara’nın dip akıntısı ile Karadeniz’e aktarılacağı düşünülen bu atık su yönetimi her şeye rağmen Marmara Denizi’nin dibinde büyük bir kirlilik birikimine sebep oluyor. Müsilajın sürekli ve yaygın halde devam etmesi, deniz içindeki atık su organik dağılımının seyrelmediğini göstermekte olup, “derin deniz deşarjları” ile bırakıldığı noktalarda yeterli seyrelme olmadığı gerçeği ile karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.
Deniz deşarjı yapılarının dizaynı yeterli değil. Marmara Denizi çevresinde bulunan çok sayıda kentin (yaklaşık 25-30 milyona eşdeğer nüfusun) atık suları tam biyolojik arıtma olmadan büyük ölçüde fiziksel çökeltme ve ızgara sistemleri sonrasında Marmara’ya deşarj ediliyor.
Sanayi atıkları uzun yıllardır derin deniz deşarjı yöntemiyle Marmara Denizi’ne boşaltılıyor. Oksijen seviyesi giderek azalan Marmara Denizi’nin yeni atık yüklerini kaldırmaya gücü yok. Aralık 2020’de başlatılan Ergene atık su boşaltımıyla Marmara’ya her gün ilave yüz binlerce metreküp atık su karışıyor.
Maalesef, doğal kaynaklar yok edilerek ve kirletilerek inşa edilen sömürü düzeni nedeniyle Marmara Denizi bugün bu durumda. Marmara Denizi, gerekli arıtmalar yapılmadan deşarj edilen evsel ve endüstriyel atık sular, derin deniz deşarjları, büyüklü küçüklü binlerce sanayi tesisinin boşalttıkları zehirli sular, gemilerden kaynaklanan balast ve sintine suları, dip taramaları, kıyı kumullarının yok edilmesi ve daha birçok kirlilik yüküyle katlediliyor.
Bilimsel yaklaşım ve politikadan uzak politikacılar, yıllardır yapılan uyarılara ve gerçekliklere kulaklarını tıkayarak, sorunları görmezden gelerek ve zamanında çözüm üretmeyerek Marmara’nın can çekişmesine neden oluyor, kimse sorumluluk almıyor, günlük çözümlerle sorun ötelenmeye çalışılıyor. Müsilaj bir sebep değil sonuç. Özetle bu anlatılan sermayeye peşkeş çekilen bir denizin hikayesi…