İzmir’de belediye grevi büyüyor. DİSK’te örgütlü belediye çalışanları, ücret artışı ve “eşit işe eşit ücret” talepleri karşılanmadığı için greve çıktıklarını söylüyorlar. Durum vahim olduğu kadar ironik. Grev yapanlar da kendine grev yapılanlar da çoğunluk itibarıyla CHP’li. Grevi destekleyenler kadar işçilere kızanlar da grev kıranlar da öyle.
Belediye Başkanı Cemil Tugay, esnafla birlikte çöp toplama pozları veriyor. Bu davranışı kınayan grev gözcüsüne de kameralar önünde “grev yapan evinde oturur” mealinde tuhaf bir “endüstriyel ilişkiler” dersi verdiği görülüyor. Başkan, bu aklı Yılmaz Özdil gibi emek düşmanı Kemalist-buçuk kanaat önderlerinden alıyor olmalı. Özdil, “Biz İzmirliyiz; folklor ekibimiz de var” gibi naralar eşliğinde alenen lokavt çağrısında bulunurken muhtemelen CHP rozetli bir akademisyen de belediye işçilerinin ücret talebini kendi maaşıyla kıyaslayarak “bu ne cüret?” diye sorabiliyor.
AKP’nin Türkiye üzerindeki hükümranlığından da fazla bir zamandır İzmir’in başında olan CHP, sosyal demokrat bir yerel yönetim olarak çoğunlukla çalışanları tarafından da takdir edildi. Emek güvenliğinin sistematik bir saldırı altında olduğu (proletaryanın küresel ölçekte prekarya’ya dönüştürüldüğü) bir çağda, sözleşmeli değil sosyal güvencelere sahip kadrolu personel ilkesinde ısrar ederek sendikalaşma ve toplu sözleşme haklarını hayata geçirmeye önem veren bir yönetim oldu. Ama sosyal demokrat belediyecilik, özellikle Türkiye koşullarında mükemmel ve sorunsuz endüstriyel ilişkiler anlamına gelmiyor. Yetersiz ücretler başta olmak üzere sendikaların işaret ettiği önemli sorunlar var ve belediye çalışanları hak mücadelesi veriyorlar.
Birçok yorumcunun belirttiği üzere belediye grevleri, Batı metropollerinde sıkça rastlanan bir durum. Ama Türkiye normalleri böyle değil. Ülkede on yıllardır herhangi bir sektörde dişe dokunur bir grev görülmedi. Daha planlama aşamasındayken devletin radarına yakalanarak valilikler tarafından sistematik olarak yasaklanıyor. Bu nedenle İzmir grevinin olağan karşılanması mümkün olmuyor. CHP’nin işveren olduğu bu greve merkezi hükümetin yol verdiği iddiası doğru olmasa da en azından yolu tıkamadığı söylenebilir. Bu nedenle de AKP iktidarının CHP’yle özellikle 19 Mart tutuklamalarından bu yana tırmanmakta olan kavgası bağlamı içinde değerlendiriliyor.
Erdoğan için CHP’yi bitirmek, en azından kendi meşrebince dizayn etmek politik bir hamle olmanın ötesinde ideolojik bir takıntı. Bu, belli ki zihnindeki “mütedeyyin ihtilal” için genelkurmayı ve TÜSİAD’ı hizaya getirmek kadar hayatî ve Ayasofya’yı cami yapmak kadar ulvî bir dava; belki de o ihtilalin nihaî hedefi. İmamoğlu’na yapılan yargı ve polis darbesinden bu yana savaşın tırmandığına tanık olduk. CHP yönetimi, halkın talepleri doğrultusunda uzlaşma ya da yeniden “yumuşama” yerine bu kez direnme yolunu seçti. Protesto mitinglerine önderlik etmeyi sürdürüyor.
Dışarıdan yargı ve polis eliyle yıpratılan CHP surları, içten de çökertilmeye çalışılıyor. Birçok çıkar grubunu ve politik nüansı içinde barındıran tipik bir kitle partisi niteliği arz eden CHP’nin iç çelişkilerini yargı silahını da kullanarak tetiklemek hiç de zor değil. Bir önceki kongrede “ihanete uğrayan Sezar” rolünü icra eden Kemal Kılıçdaroğlu, bu kez Brütüs misali hançerini çekmiş, mutlak butlan kararını bekliyor. Böyle bir konjonktürde patlayan İzmir grevinin, AKP komplosunun bir ayağı olduğu yolunda değerlendirmelere zemin oluşturması kaçınılmaz görünüyor.
Sonuçta, CHP tahakkümünü DİSK önderliğinde yıkacak bir sosyal devrim söz konusu olmadığına göre, yerel yönetimin sendikalarla masaya oturarak anlaşmasından başka her türlü seçeneğin Erdoğan’ın ulvî davasına hizmet etmesi kaçınılmaz görünüyor. Başkan Cemil Tugay, bu yönde doğru adımları atmaya, sendikacıları azarlamak yerine İzmir algıları Talatpaşa Bulvarı’ndan ibaret Kemalist-buçuk provokatörleri etrafından uzaklaştırarak başlayabilir.
Ülkenin en büyük kentinin belediye başkanı hapsedilmiş, üçüncü büyük kentinin başkanıysa bir büyük grevle bunaltılmış haldeyken başkentin CHP’li belediye başkanı Mansur Yavaş, Talat Paşa anıtı açmış bulunuyor. Talat; posta idaresi, İttihat ve Terakki Cemiyeti, darbe ve tek parti diktatörlüğü kadar dünya literatüründe “soykırım” terimiyle de özdeşleşmiş bir isim. Türkçü ulus-devlet iskeletinin başlıca “fabrika ayarı” olduğu da unutulmamalıdır. Böyle bir konjonktürde bu şahsın anıtını Ankara’ya dikme kararı veren Yavaş, belli ki İmamoğlu yerine devletin başkanlığını Erdoğan’dan devralmaya hazır olduğu mesajını gerekli “derinliklere” ulaştırma derdinde.
Ama İzmir grevi karşısındaki basiretsizlik nasıl CHP’nin içini çalkalayıp muhalefet rüzgârını zayıflatmaktaysa, Talat anıtına sarılmış bir başkan adayı fikrinin de toplumsal muhalefet içinde bölünmeyi tırmandırarak aynı komplonun hizmetkârı olması kaçınılmaz görünüyor. Yirmi yıllık sistematik seçim yenilgileri ve düş kırıklıkları ardından, CHP kendini ve kendiyle birlikte toplumun bütün demokratik potansiyelini imha etme alanındaki uzmanlığını bir kez daha sahneye koymanın eşiğinde.