
Cecilia Amorim’in Publica Agency’de (apublica.org) yayımlanan röportajını sunuyoruz:
COP30 yaklaşıyor. Belém, kentsel peyzajı dönüştüren projeler ve iklim kriziyle mücadeleye yönelik küresel taahhütleri yansıtan konuşmalarla İklim Konferansı’na hazırlanıyor. Şehir, karbon salınımını azaltma hedefleri ve küresel ısınmayı kontrol altına alma planları oluşturmayı amaçlayan önemli diplomatik müzakerelere ev sahipliği yapacak. Bu arada, yerli halklar, Quilombola’lar(1) ve çevre bölgelerdeki kadınlar ikili bir mücadele veriyor: Hem günlük yaşamlarını olumsuz etkileyen iklim krizine karşı hem de tarihsel olarak onları baskıyla susturan iktidar alanlarına gerçek anlamda dahil olmak için.
İklim krizinden en çok etkilenen ve toprak koruma eylemlerinin ön saflarında yer alanların kadınlar olmasına rağmen, küresel karar alma alanlarında azınlık olmaya devam ediyorlar. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) Cinsiyet Paneli’nden elde edilen veriler, İklim Konferansları’ndaki ulusal delegasyonlardaki kadın oranının hayli düşük olduğunu gösteriyor: Ortalama olarak temsilcilerin yalnızca %30 ila %35’i kadın. Cinsiyet eşitliğine doğru ilerleme yavaş oldu. 2008 ile 2019 yılları arasında delegasyon başkanlığı yapan kadın sayısı %12’den %27’ye yükseldi. 2022’de, COP27’de bu oran %34’e ulaştı; bu bir artış olsa da hâlâ dengeli olmaktan uzak.
Bu eşitsizlik, üst düzey liderlik pozisyonlarına da yansıyor. COP28’de sadece beş kadın etkinliklerde başkan olarak görev yaptı. İskandinav ve Avrupa Birliği ülkelerinin delegasyonları neredeyse eşit olsa da, diğer ülkelerin heyetlerinde erkek ağırlığı varlığını sürdürüyor. Bu tezat, çevre krizinin yükünü orantısız bir şekilde çekmelerine rağmen, kadınların iklimle ilgili karar alma süreçlerindeki temsiliyetinin düşüklüğünün hala bir sorun olmaya devam ettiğini gösteriyor.
Köylerde, quilombo’larda, nehir kıyılarında ve şehirlerin dış mahallelerinde yaşayanlar, iklim krizinin etkilerini (aşırı sıcaklar, yıkıcı yağmurlar ve gıda güvenliğine yönelik tehditler) ilk ve en sert şekilde hissedenlerdir. Konferans’a sıradan seyirciler olarak değil, cinsiyetçi bir sisteme meydan okuyan atalarından kalma bilgi ve pratik çözümlerin taşıyıcıları olarak geliyorlar. Mücadeleleri, bu küresel buluşmanın temel paradoksunu ortaya koyuyor: Amazon’un geleceğini, onu her zaman ayakta tutanları dinlemeden nasıl tartışabiliriz?
| COP30 ve Kadınlar Araştırmalar, kadınların iklim krizlerinden en çok etkilenen gruplar arasında yer aldığını gösterse de, COP müzakerelerine katılan delegasyon başkanları arasında azınlıkta kalıyorlar. Kadınlar, etkinliğe yalnızca beş kez başkanlık ettiler.  | 
Marinette Tucano ekofeminizmi, atalar inancını ve direnişi savunuyor
Belém’de, COP30’a geri sayım, adeta bir şantiyeye dönüşen şehrin günlük rutininde değişikliklere yol açtı. Ancak büyük diplomatik müzakerelerin ve küresel hedeflerin ötesinde, hayatlarını etkileyen kararlar alınırken acilen seslerini duyurma ihtiyacı hisseden Amazon kadınları var. Bunlardan biri olan yerli lider ve Brezilya Amazon Yerli Kadınlar Birliği (UMIAB) koordinatörü Marinete Tukano, iklimsel çöküş döneminde kadın ve Amazonlu olmanın ne anlama geldiğini dile getiriyor.
Tukano, “Biz kadınlar, toprakları içimizde taşıyoruz. Mücadelemiz yaşam, orman ve insan olarak varoluşumuz içindir,” diye özetliyor. Ona göre, doğayı kadın figürüne bağlayan fikir metaforun ötesine geçiyor; toprağı işleme, balık tutma, nehri koruma, yaşamı yaratma ve ona bakma pratiğinde yatıyor.
Yerli liderler için COP, görünürlük için bir alan olduğu kadar, aynı zamanda dışlanma için de bir alan. Yerli kadınların katılımda karşılaştıkları engelleri hatırlatıyor: pahalı ve bürokratik pasaportlar, akreditasyon zorlukları, uzun yolculukların getirdiği maddi yük ve çocuklarını başkalarının bakımına bırakmak zorunda kalan anneler için altyapı eksikliği.
“Bu alanlara ulaşmayı başarmanın kendisi, zaten büyük bir mücadele. Birçoğu katılmak için gereken maddi koşulları karşılayamadığı için vazgeçiyor. Bu da Amazon adına konuşabilecek kişileri kısıtlıyor,” diye açıklıyor. Örgüt, dokuz kadını Belém’e götürmeye hazırlanıyor. Amazon’daki yüksek seyahat masrafları, etkinliğe daha fazla katılımın önündeki en büyük engellerden biri.
Amazon’daki farklı topluluklardan kadınları koordine eden UMIAB, yerli kadınların COP30’da hazır bulunmasını sağlamak için örgütleniyor. Tukano için kadınların varlığı hayati önem taşıyor çünkü iklim değişikliğinin etkilerini topluluklarında ilk hissedenler kadınlar.
Lider, iklim değişikliğinin artık uzak gelecekte gerçekleşecek bir tehdit olmadığını; kuruyan nehirlerde, azalan balık stoklarında, kuraklık veya aşırı sellerden etkilenen tarımda gün be gün yaşandığını açıklıyor. “Toplumların gıda güvenliği risk altında. Bir zamanlar bol olan şeylere erişim olanağı artık belirsiz. Bu da fiziksel ve ruhsal hastalıklara yol açıyor,” diye belirtiyor.
Geleneksel olarak ailelerinin beslenmesinden ve sağlığından sorumlu olan kadınlar, sonuçları ilk hissedenler oluyor. Birçoğu hayatta kalma stratejisi olarak şehirlerde el sanatları satmaya yöneliyor, ancak ırkçılık, kamu politikalarının eksikliği ve görünmezlikle karşı karşıya kalıyorlar. Yerli lider, “Belém’in dış mahallelerinde yaşayan ve unutulan Yerli kadınlar var. Varlar, direniyorlar ve aynı zamanda Amazon’un ta kendisi onlar,” diyor.
Liderin vurguladığı noktalardan biri Amazon’un çoğulculuğu. “Amazon sadece orman değil. Nehir, deniz, şehir, çevre, quilombo, köylerden oluşuyor. Afro-Amerikan kökenli ve aynı zamanda Yerli,” diye belirtiyor. Bu bakış açısı, iklim tartışmasını genişleterek Amazon bölgesinin, çevre krizi ve madencilik projelerinin ilerlemesiyle tehdit altında olan çeşitli yaşam biçimlerinden oluştuğunu gösteriyor. Dolayısıyla, tartışmaların bu çoğulculuğu dikkate alması gerekiyor.
Belém’de binlerce insanı bir araya getirecek olan COP30 hazırlıkları, hem kentsel zıtlıkları hem de yerel halkın karşılaştığı zorlukları gözler önüne seriyor. Marinette’e göre, Konferans ancak bu seslere gerçekten alan açarsa anlamlı olacak: “Amazon’u bir vitrin olarak kullanmak yeterli değil. Burada yaşayanları, özellikle de iklim krizinden en çok ve en önce etkilenenlerin saflarında yer alan kadınları dinlememiz gerekiyor.”
“Quilombola kadınları olmadan iklim adaleti olmaz”: COP30’da ataların önderliği

Dünya iklimsel acil durumu kontrol altına almak için hedefleri ve anlaşmaları tartışırken, Pará’nın farklı bölgelerinden bir grup quilombola kadını, seslerinin, bedenlerinin ve deneyimlerinin 30. İklim Konferansı’nda yer almasını sağlamak için örgütleniyor. Ormanda yaşayan ve ormanları koruyanların atalarından kalma bilgilerini küresel bir tartışma forumunda bir araya getirme hedefi doğrultusunda, kadınların COP30’a katılımı, çeşitli toplumsal hareketlerle ortaklaşa düzenleniyor.
Kadınların stratejisi, bir buluşma noktası ve diyalog merkezi görevi görecek kolektif bir stant oluşturmayı içeriyor. Bu alanda, toplumsal cinsiyet, kadın hakları ve siyasi, sosyal ve ekonomik katılım konularında işbirlikçi oturumlar düzenlenecek ve bu konular her zaman quilombola topluluklarının özel endişeleriyle iç içe geçirilecek.
Eyaletteki 600’den fazla topluluğun haklarını temsil eden ve savunan bir kuruluş olan Pará Quilombola Dernekleri Koordinasyonu Malungo’da cinsiyet koordinatörü olan Carlene Pristes, “Amaç, quilombola kadınlarının görünürlüğünü sağlamak ve seslerini güçlendirmek, deneyimlerimizi ve mücadelelerimizi iklim adaleti ve insan hakları konusundaki tartışmaların merkezine yerleştirmek,” diye açıklıyor.
Girişim sembolik değil, stratejik. Pristes’e göre, bu kadınların iklimle ilgili karar alma süreçlerinde yer alması hayati önem taşıyor; çünkü krizle başa çıkmak için atalarından kalma çözümlere ve uygulamalara sahipler.
“İklim krizinden doğrudan etkileniyoruz, ancak aynı zamanda topraklarımıza ve halkımızın yaşamlarına özen gösterme konusundaki atalarımızdan kalma uygulamaların koruyucularıyız. Quilombolarımız Amazon’da yaşıyor, ormanlara, nehirlere ve toprağa bakıyor ve kadınlar bu süreçte hem kolektif çalışmalarda hem de bilgiyi korumada merkezi bir rol oynuyor,” diyor.
Kuruluş, COP30’a yüz quilombola kadınından oluşan bir heyeti getirmeyi hedefliyor. Bu kadın örgütleri, gezegenin korunması mücadelesinin sosyal adalet, insan hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesinden ayrılamaz olduğu siyasi mesajını taşıyor.
Pristes, “Quilombola kadınları bu alanlarda yerini aldığında, sadece çevre korumadan değil, aynı zamanda sosyal adaletten, insan haklarından ve siyasi öncülüğümüzün tanınmasından da bahsediyoruz,” diye vurguluyor. “COP’ta bulunmak, iklim değişikliğiyle mücadelenin, ön saflarda yer alanların, günlük yaşamlarında etkilerini hissedenlerin ve toprakların sürdürülebilir ve adil bir şekilde korunması için gerçek önerileri olanların seslerini de dikkate alması gerektiğini söylemek anlamına geliyor.”
“Amazon’u bilen biziz”: Çevreden yükselen sesler COP30’da dışlanma konusunda uyarıyor

Sıcaklar yoğunlaşır ve yağmurlar şehri daha da sert hırpalarken, iklim krizinin etkilerini ilk hissedenler şehrin çevresindeki kadınlar oluyor. Amazon vadilerinden yükselen seslerden biri olan gazeteci, araştırmacı ve siyah feminist aktivist Flávia Ribeiro, “Bu yıl kışımızın daha kısa olduğunu hissediyoruz. Sürekli hissettiğimiz bir sıcaklık bu,” diyor.
Yağmurlar geldiğinde rahatlama değil, çatı hasarı, sel ve su baskınları getirir. İklimsel acil durumdan en çok, kamu hizmetlerine ve mali kaynaklara daha az erişimi olan bu topluluklar etkileniyor. Aynı zamanda toparlanma olanağına en az sahip olanlar ve kamu politikalarından en az faydalananlar da onlar oluyor. Tüm bunlar çevresel ırkçılığın bir yansımasıdır.
Bu sesler, karar alma alanlarını işgal ederken tarihsel engellerle karşı karşıya. Engeller her zamanki gibi aynı: ırkçılık, cinsiyetçilik ve LGBTfobinin sapkın kesişimi. Gazeteci, “Bu kadınlar daha az sayıda temsil ediliyor ve bu alanlarda tutunmayı başaranlar her gün şiddete maruz kalıyor,” diye açıklamada bulunuyor. “Bu alanın kendileri için olmadığı hatırlatılıyor. Bu, onlar için tasarlanmamış ırkçı ve cinsiyetçi bir yapı.”
Bu göz ardı etme tutumu o kadar derin ki, bölgede üretilen resmi belgelerde bile Amazon’un en büyük demografik grubu olan siyahlar görünmez kılınıyor. Araştırmacı, “Belém Deklarasyonu yayımlandı ve hiçbir noktada siyahlardan, siyahlıktan veya ırktan bahsetmiyor,” diye açıklıyor. “En büyük demografik gruptan hiç bahsedilmedi. Ve onları isimlendirebilmek önemli, çünkü onları isimlendirmezsek kamu politikaları oluşturamayız.”
Belém Deklarasyonu, 2023 yılında düzenlenen Amazon Zirvesi’nin ardından yazılmış bir belgedir. Yüzden fazla paragraftan oluşan belge, bölgenin korunmasının önündeki zorlukları ayrıntılı olarak ele almaktadır. Konular arasında sürdürülebilir kalkınma, sağlık, yasadışı ağaç kesimi ve mineral kaynakları, bilim ve teknoloji, ormanda yaşayan ailelerin sosyal durumu, yerli halkların korunması ve biyomun korunması, eşitsizliklerin azaltılması ve açlıkla mücadele gibi konular yer almaktadır.
“Yerli halklardan neredeyse 200 kez bahsedildi. Bu, yerli halklara yönelik bir eleştiri değil; orada olmaları gerekiyor. Ancak siyah erkek ve kadınlardan bahsedilmiyor. Şehirlerin dış mahallelerinde yaşayan siyah kadın ve erkeklerden bahsedilmiyor,” diye açıklıyor araştırmacı.
Temel eleştiri, COP30’un Amazon gerçekliğinin dışından insanlar tarafından planlanıyor olması. “Bu etkinliği kim planlıyor? Güneydoğu’dan, çoğunluğu beyaz olan ve bize ve dünyaya Amazon’un ne olduğunu anlatan insanlar,” diyor gazeteci. “Sürecin satır aralarında, Amazonluların sözlerini küçük gören ve bilgilerini suskunlukla yok sayan bir iç sömürgecilik gizli,” diye yakınıyor.
İklim kriziyle mücadele etmek için gerekli bilgiye sahip olanlar, tam da bu tarihsel olarak dışlanmış gruplardır. Ribeiro, “Burada yaşanan sorunları en iyi biz biliyoruz ve çözümü de bizde,” diyor. “Planlama aşamasında sesimizi duyurmaya ihtiyacımız var, fotoğraf çektirmeye davet edilen bir grup olmaya değil. Brezilya ve dünya Amazon’a sahip, çünkü biz Amazonlular buradayız.”
- Quilombola’lar: Kaçak kölelerin soyundan gelen, Brezilya’nın uzak ve terk edilmiş topraklarında yoksulluk içinde yaşayan Afro-Amerikalılar. Quilombole: Bu topluluğun yaşadığı derme çatma yapılardan oluşan yerleşim yerleri.
 
