Türkiye’de son yıllarda giderek görünür hâle gelen iki “sessiz salgın” aynı toplumsal zeminde büyümektedir: uyuşturucu kullanımı ve özellikle mobil teknolojiler aracılığıyla yaygınlaşan sanal kumar/yasa dışı bahis. Bu iki olgu çoğu zaman ayrı başlıklar altında ele alınmakta; oysa onları besleyen yapısal dinamikler büyük ölçüde ortaktır. Yoksullaşma, gelir güvencesizliği, borç sarmalı, gelecek belirsizliği, denetimsizlik, dijital erişimin sınırsızlığı ve erken yaşta başlayan risk davranışları bu ortak zeminin başlıca unsurlarıdır.
Bu bağlamda, uyuşturucu kullanımı ile sanal kumar arasında yalnızca bireysel tercihler düzeyinde değil; sosyoekonomik koşullar, dijital ortam ve sosyal politika eksiklikleri düzeyinde güçlü bir kesişim bulunmaktadır. Her iki olgu da “kestirme bir çıkış” vaadi üzerinden özellikle genç nüfusu hedef almakta; biri “unutma”, diğeri “kurtulma” iddiasıyla aynı yıkıcı sona sürüklemektedir: derinleşen bağımlılık, artan borç, sosyal çözülme ve yalnızlaşma.
Gençlik ve erken başlama riski
Mevcut veriler, sorunun özellikle genç yaş gruplarında yoğunlaştığını göstermektedir. Yeşilay’ın 2025 tarihli Türkiye Kumar Raporu’na göre, Türkiye’de 15 yaş ve üzeri nüfusta hayatında en az bir kez kumar oynayanların oranı yüzde 10,1’dir. Bu oran milyonlarca kişiye karşılık gelmektedir. Daha çarpıcı olan ise “ilk temas” yaşıdır: Hayatında en az bir kez kumar oynadığını belirtenlerin yüzde 71’i ilk deneyimini 15–24 yaş aralığında yaşamıştır. Aynı rapor, yasa dışı internet bahislerinin özellikle 15–24 yaş grubunda daha yaygın olduğunu ve çoğunlukla akıllı telefonlar üzerinden oynandığını ortaya koymaktadır.
Uyuşturucu kullanımı açısından da tablo benzerdir. 2025 yılında yayımlanan klinik bir çalışmada, ergen örnekleminde ilk madde kullanım yaş ortalamasının 14,46 olduğu bildirilmektedir. Bu veri, bağımlılığın bireyin kimlik ve kişilik gelişimi tamamlanmadan önce başladığını; dolayısıyla yalnızca bir sağlık sorunu değil, aynı zamanda ciddi bir çocuk ve gençlik politikası meselesi olduğunu göstermektedir.
Sosyoekonomik zemin: Yoksullaşma, umutsuzluk ve dijitalleşme
Bağımlılığın tek bir gelir grubuna özgü olmadığı açıktır; ancak yoksullaşma ve borç sarmalı, bağımlılığın hem nedeni hem de sonucu olarak belirleyici bir rol oynamaktadır. Orta sınıfın eridiği, düşük gelirli nüfusun genişlediği ve gelecek öngörüsünün zayıfladığı bir toplumsal iklimde, özellikle gençler için “umut” daralmaktadır. Bu daralan alanda sanal kumar “bir kuponla kurtuluş”, [uyuşturucu] madde kullanımı ise “bir anlık kaçış” olarak pazarlanmaktadır.
Dijitalleşme bu süreci daha da hızlandırmaktadır. Kumar, fiziksel mekân sınırlarını aşarak herkesin cebine girmiş; yasa dışı bahis ağları sosyal medya, dijital reklamlar ve mobil ödeme sistemleri üzerinden yaygınlaşmıştır. Yeşilay raporu, pandemi sonrası dönemde depresyon, anksiyete, yalnızlık ve ekonomik belirsizliğin çevrim içi kumarı beslediğini açık biçimde ortaya koymaktadır.
Normalleştirme ve gecikmiş müdahale
Sorunu derinleştiren temel etkenlerden biri de bağımlılık davranışlarının normalleştirilmesidir. Kumarın “oyun”, bahis kuponunun “eğlence”, [uyuşturucu] maddenin ise “rahatlama” olarak sunulması bağımlılığın en etkili fakat en sessiz propaganda biçimidir. Buna damgalanma korkusu eklendiğinde, aileler ve bireyler çoğu zaman sorunu geç fark etmekte ya da fark ettiklerinde gizlemeyi tercih etmektedir. Oysa bağımlılık ahlaki bir zaaf değil; biyopsikososyal boyutları olan bir halk sağlığı sorunudur.
Koruyucu ve önleyici sosyal politikalar: yapısal bir zorunluluk
Bağımlılıkla mücadele, yalnızca tedavi ve ceza mekanizmalarına indirgenemez. Etkili bir mücadele, ancak koruyucu ve önleyici sosyal hizmetlerin güçlendirilmesiyle mümkündür. Sosyal devletin temel sorumluluğu bireyi suçlamak değil, bağımlılığın ortaya çıktığı yaşam koşullarını dönüştürmektir.
Koruyucu–önleyici sosyal hizmetlerin güçlendirilmesi
Bağımlılık alanında sosyal hizmetler, “kriz sonrası” değil, risk öncesi devreye girmelidir. Yoksulluğun ve sosyal dışlanmanın yoğun olduğu bölgelerde çocuklara, gençlere ve ailelere yönelik koruyucu–önleyici müdahaleler sistematik hâle getirilmelidir.
Mahalle sosyal hizmeti modeli
Yerinde ve erken müdahale için mahalle sosyal hizmeti modeli hayata geçirilmelidir. Sosyal hizmet uzmanları, psikologlar ve rehberlik mekanizmaları mahalle ölçeğinde erişilebilir olmalı; riskli vakalar büyümeden tespit edilmelidir.
ÇAMATEM’lerin yaygınlaştırılması
Çocuk ve Ergen Madde Bağımlılığı Tedavi Merkezleri (ÇAMATEM), tüm illerde yeterli uzman kadrosuyla kurulmalı; erken tedavi ve rehabilitasyon süreçleri hızlandırılmalıdır.
Sosyal rehabilitasyonun güçlendirilmesi
Bağımlılıktan çıkış yalnızca tıbbi tedaviyle sınırlı değildir. Eğitim, istihdam, psikososyal destek ve aileyle yeniden bağ kurmayı içeren tam teşekküllü sosyal rehabilitasyon birimleri yaygınlaştırılmalıdır.
Aile kapasitesinin güçlendirilmesi
Özellikle sanal kumar konusunda ailelerin bilinçli ebeveynlik kapasitesi artırılmalıdır. Dijital riskler, para harcama davranışları ve erken uyarı işaretleri konusunda ailelere yönelik yaygın eğitim programları uygulanmalıdır.
Dijital denetim ve erişim engelleri
Yasa dışı bahis ve sanal kumarla mücadele, sürdürülebilir ve teknik olarak etkili erişim engelleriyle desteklenmelidir. Finansal akışlar, reklam kanalları ve dijital yönlendirme mekanizmaları eş zamanlı biçimde denetlenmelidir.
Sonuç
Uyuşturucu kullanımı ve sanal kumar “kötü bireylerin” değil kötüleşen yaşam koşullarının ürünüdür. Bir toplum çocuklarına ve gençlerine umutlu bir gelecek sunamazsa, o boşluğu bağımlılık endüstrileri doldurur. Bu nedenle çözüm; cezayı değil, bilimsel sağlık hizmetlerini, güçlü sosyal politikaları, nitelikli eğitimi ve damgalamayan bir toplumsal dili merkeze almak zorundadır.
Gerçek koruma; yasaklardan önce umut, cezadan önce destek, sessizlikten önce sosyal devlet demektir.
Ne var ki Türkiye’de AKP iktidarı boyunca uyuşturucu kullanımı ile sanal kumar/yasa dışı bahis sorunu görmezden gelinmiş, koruyucu–önleyici sosyal politikalar bilinçli biçimde ihmal edilmiştir. Bilimsel veriler ortadayken, bu alanlarda bütüncül ve kamusal çözümler üretilmemiş, sorun, baskı ve ceza odaklı yaklaşımlarla yönetilmeye çalışılmıştır. Sonuç, bağımlılığın azalması değil, yaygınlaşması ve derinleşmesi olmuştur.
Bugün gelinen noktada yaşanan tablo bir “tesadüf” değil, siyasal tercihlerin doğrudan sonucudur. Sosyal devleti tasfiye eden, gençleri güvencesizliğe ve umutsuzluğa mahkûm eden bu anlayış, bağımlılık endüstrilerinin önünü açmıştır.
Siyasal iktidarın görevi, bu yıkımın sorumluluğunu inkâr etmek değil; gecikmiş de olsa kamusal, bilimsel ve sosyal devlet temelli çözümleri derhal hayata geçirmektir. Aksi hâlde bu ülke bağımlılıkla değil, iktidarın yarattığı toplumsal enkazla yüzleşmeye devam edecektir.
