Çalışma Bakanlığı’nın aynasındaki işçi sınıfı ve sendikal mücadelenin kaderi
Türkiye, uzun süredir bir asgari ücretliler ülkesi.
Yasal olarak “en düşük ücret” olması gereken asgari ücret, bugün milyonların ortalama yaşam standardı haline gelmiş durumda. DİSK-AR’ın verilerine göre çalışanların yarısını oluşturan milyonlarca işçi, hayatını asgari ücret düzeyinde ya da hemen üzerinde idame ettirmeye çalışıyor.
Bu tablo, ücret politikasının nasıl bir yoksullaştırma mekanizmasına, bir sermaye birikim aracına dönüştüğünün en açık göstergesi.
Bu yazı, Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun yapısını, geniş tanımlı işsizliğin gizlediği gerçekleri, işçi ücretlerinin nasıl bilinçli bir şekilde baskılandığını ve sendika konfederasyonlarının bu süreçteki pozisyonunu sınıf mücadelesi perspektifiyle ele almaktadır.
Geniş tanımlı işsizlik: Gizlenen gerçek yoksulluk tablosu
Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun kararlarını dayandırdığı en temel göstergelerden biri işsizlik oranlarıdır. Ancak Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) kullandığı dar tanımlı işsizlik verileri, işgücü piyasasının ve dolayısıyla yoksulluğun gerçek boyutunu kasıtlı olarak gizlemektedir. Bu dar tanım, umudunu kaybetmiş, iş bulma çabasını geçici olarak durdurmuş veya eksik istihdam edilen milyonlarca emekçiyi yok sayar.
Oysa sınıfsal perspektif şunu söyler:
Gerçek işsizlik, geniş tanımlı işsizliktir.
DİSK-AR’ın hesaplamalarına göre Türkiye’de geniş tanımlı işsizlik yüzde 30’a dayanmış durumda. Bu, 12 milyonu aşkın insanın ya işsiz ya da güvencesiz çalıştığı anlamına geliyor. Bizim için gerçek gösterge geniş tanımlı işsizliktir. DİSK-AR, bu kapsamlı tanımı kullanarak, Türkiye’deki yedek işgücü ordusunun gerçek büyüklüğünü ortaya çıkarıyor.
Bu devasa işsizler ordusu, patronların elindeki en güçlü silah haline geliyor:
“Dışarıda bekleyen milyonlar var.”
Bu korku politikası, asgari ücretin sürekli baskılanması için bir bahane, bir sopadır.
Özellikle kadın emeğinde tablo daha ağır. Geniş tanımlı kadın işsizliği yüzde 40’lara dayanmış durumda. Bu, kadınların işgücü piyasasında nasıl ucuz ve güvencesiz emek deposu olarak görüldüğünü açıkça ortaya koyuyor.
Bu gerçek masaya konulmadan belirlenen ücret, işçi sınıfının değil sermayenin belirlediği ücrettir.
Komisyon: Devletin hakem değil sermaye ortağı olduğu masa
Asgari Ücret Tespit Komisyonu, adında “işçiyi koruma” imasını taşısa da, gerçekte patronların kârlılık sınırlarını koruyan bir yapıdır.Komisyon’un yapısındaki devlet, işçi ve işveren temsilcileri arasındaki asimetri, sonuçları baştan belirlemektedir. Hükümet, iddia ettiği gibi “tarafsız hakem” rolü üstlenmek yerine, yıllardır sermayenin “rekabet gücü”nü ve “piyasa istikrarını” koruma güdüsüyle hareket etmiştir. Bu da devletin, açıkça patronların yanında saf tuttuğunu göstermektedir.
Devlet, işçi ve işveren temsilcileri arasında kurulan bu sözde denge, daha masaya oturmadan hükümetin tavrıyla bozulmaktadır. Devlet, komisyon kurulduğundaki pozisyonu olan tarafsız bir hakem değil, uzun süredir sermayenin siyasal temsilcisi olarak hareket eden belirleyicidir.
Belirlenen ücret ise bırakın “insanca yaşamı”, asgari geçim sınırını bile karşılamaktan uzaktır.
Üstelik işçinin cebine girmesi gereken ücret artışı, yüksek enflasyon, yılın başında devreye giren vergi dilimi adaletsizliği nedeniyle daha elde tutulamadan eriyor.
İşçi daha yılın ilk yarısında üst vergi dilimine girerken, sermaye vergi teşvikleri ve muafiyetlerle korunuyor.
DİSK-AR’ın yaptığı hesaplamalar, eğer asgari ücret ülke ekonomisinin büyüme hızı ve kişi başına düşen milli gelire paralel artsaydı, bugün belirlenen seviyenin çok daha üzerinde olması gerektiğini açıkça gösteriyor. Çalışma Bakanlığı, bu verileri masaya getirmeyerek, işçi sınıfının hakkı olan refah payını patronlara aktarmaktadır.
Sendika konfederasyonlarının kıyaslaması: Mücadeledeki çatlak
Bu kritik süreçte sendikal hareketin duruşu, işçi sınıfının örgütlülüğü açısından hayati önem taşımaktadır. Ancak tablo, mücadeledeki büyük çatlakları gözler önüne sermektedir:
• TİSK ve HAK-İŞ Cephesi: İşveren örgütü TİSK, ücret artışlarını sürekli bir “maliyet” ve “enflasyon sebebi” olarak kodlayarak, işçi ücretlerini sermaye birikiminin önündeki engel olarak göstermektedir. Hükümetle organik bağları bulunan HAK-İŞ ise Komisyon’da olmamasına rağmen, genellikle Komisyon sürecinde uzlaşmacı ve hükümetin belirlediği orana itiraz etmeyen bir tavır sergileyerek, mevcut düzenin meşruiyetine katkı sunmaktadır. Bu konfederasyonun yaklaşımı, sınıf uzlaşmacılığıdır ve işçi sınıfının gerçek çıkarlarını temsil etmez.
• TÜRK-İŞ: En büyük işçi konfederasyonu olan TÜRK-İŞ, genellikle “kırmızı çizgi” gibi söylemlerle pazarlık sürecine girse de, sonuçta düzen içi kalmaya meyillidir. TÜRK-İŞ’in “geçim maliyeti” odaklı yaklaşımı, sınıf anlayışından uzaktır. Milyonlarca işçinin ortalama ücreti haline gelmiş asgari ücret için daha köklü ve sarsıcı bir mücadele tavrı yerine, bu zamana kadar Komisyon’daki müzakereci pozisyonu korumayı tercih etmektedir.
Bugün ise Komisyon’un bu yapısıyla TÜRK-İŞ masaya oturmamakta ısrar ediyor ama Komisyon’un demokratik ve de işçi lehine nasıl bir yapıda olması gerektiğine ilişkin kamuoyuna bir açıklama yapmış değil. Bu da, daha önceki komisyon süreçlerinde de olduğu gibi, masaya tekrar oturup oturmayacağı ile ilgili bir muğlaklık yaratıyor.
• DİSK’in Perspektifi: DİSK ise, Komisyon’da temsil edilmese de, DİSK-AR, Genel-İş Araştırma Dairesi, BİSAM gibi organları aracılığıyla bilimsel ve sınıf temelli bir duruş sergileme çabasında. DİSK’in temel talebi, asgari ücretin sadece yaşam maliyetini karşılamakla kalmayıp, insan onuruna yakışır bir ücret olmasıdır. DİSK’in en önemli taleplerinden biri, asgari ücretin tüm vergi ve kesintilerden muaf tutulmasıdır. Bu yaklaşım, ücret üzerindeki vergi yükünün tamamen patronlara aktarılması ve devletin patronlardan yana pozisyonunun sınırlandırılması demektir. DİSK’in bu duruşu, diğer konfederasyonların uzlaşmacı tavrından ayrılan sınıfsal duruşunu temsil etmektedir.
Sonuç: Asgari yaşam değil, insanca yaşam için mücadele
Asgari ücretin belirlenmesi, basit bir ekonomik ayarlama değil, sınıfsal bir hesaplaşmadır. Çalışma Bakanlığı’nın ve Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun yapısı, sermayenin tahakkümünü sürdürmektedir. Geniş tanımlı işsizlik verileri gizlenerek, işçi sınıfının pazarlık gücü kasıtlı olarak zayıflatılmaktadır.
Asgari ücret mevzu bahis olduğunda, Türkiye gibi ekonomisinde uluslararası sermayenin yarattığı iktisadi belirsizliğin ve hiperenflasyonun hakim olduğu ülkelerde, nereden türetildiği belli olmayan veya birkaç farklı parametreyi baz alarak türetilen net rakamların açıklanması, yöntem olarak doğru olmayabilir. Çünkü açıklanacak her rakam neye göre hesaplanırsa hesaplansın, sonraki bir yıl içinde TÜİK’in açıkladığı sefalet sınırının (eğer baz alınacaksa) bile altında kalma riskiyle karşı karşıyadır.
Peki hiç mi talepte bulunulmamalı: Elbette hayır! Öncelikle Komisyon’un bir tarafı olan hükümet, “öngörülen enflasyon” hesabından vazgeçmelidir. Burada en tutarlı talep asgari ücretin gerçek enflasyon verilerine dayalı bir şekilde sık aralıklarla (en az 3-4 defa) artırılması olabilir. Ayrıca Komisyon’un yapısında işçi lehine, demokratik bir organizasyona ihtiyaç vardır ki; bu aynı zamanda sermayenin artık emek üzerinden elde ettiği karın azalması ve işçinin zorunlu emeğinin karşılığı olan asgari geçimini sağlayabileceği ücrete daha da yaklaşmasını sağlar.Yani kapitalizm sınırları dahilinde refah düzeyini yükseltilmiş olur.
Sonuç olarak; gerçek çözüm sınıf sendikacılığının büyütülmesi, örgütlü gücün artırılması, asgari ücretin bir sefalet çizgisinden, bir insanca yaşam ücreti haline getirilmesi için yürütülecek mücadelededir.
Çünkü önce asgari olanı almak, sonra hak olanı söke söke almak, ancak örgütlü bir sınıf ve demokrasi mücadelesiyle ile mümkündür.
Asgari ücret konusunda sınıfın bütün temsilcilerine düşen, asgari ücretin sefalet ücreti olmaktan çıkarılıp insanca bir yaşam ücreti olması için örgütlü sınıf dayanışmasını büyütmek olmalıdır.
