Planlama yazı dizisine devam ediyorum. Önceki bölümlerde, Hindistan’da yol gösterici planlamanın sermaye karşısında etkisiz kaldığını ve Güney Kore’de disipline edici planlamanın nasıl işlediğini tartışmıştım. Her iki deneyim de bize şunu gösteriyordu: Planlama yalnızca teknik bir tasarım değil, aynı zamanda sınıfsal ittifakların, uluslararası konjonktürün ve devlet-sermaye ilişkilerinin ürünüdür.
Dizinin önceki yazılarından birinde Çin’deki sistemin evrimini diğer sosyalist örneklerle karşılaştırarak ele almıştım. Bu yazıda Çin’e tekrar dönüyorum, fakat farklı bir bağlamda: Yuen Yuen Ang’ın How China Escaped the Poverty Trap (Çin Yoksulluk Tuzağından Nasıl Çıktı, 2016) kitabı, Çin’in kalkınma sürecini açıklarken hem Hindistan ve Güney Kore örneklerine, hem de Çin’in gelişimine dair ana akım kurumsalcı açıklamalara alternatif bir bakış açısı sunuyor.
Ang bu tartışmaya ‘eleştirel kurumsalcı’ bir perspektiften yaklaşıyor. Kurumları yalnızca ‘iyi’ ya da ‘kötü’ olarak sınıflandırmak yerine onların tarihsel işlevlerini ve değişen bağlamlarda nasıl farklı amaçlarla kullanılabildiğini analiz ediyor. Gelin, detaylara bakalım.
Eş/birlikte evrim ve Acemoğlu eleştirisi
Ang’ın çıkış noktası basit ama güçlü bir sorudur: Bir ülke yoksulluk kısır döngüsünden nasıl çıkar? Önce ekonomik büyüme mi gerekir, yoksa güçlü kurumlar mı? Hindistan’da kurumların biçimsel olarak inşa edilmesi tek başına kalkınmayı getirmemişti. Güney Kore’de devlet, sermayeyi disipline ederek hızlı sanayileşme sağlayabilmişti. Ang’a göre Çin ise bu iki modelden farklı olarak daha esnek ve doğaçlamaya dayalı bir yol izledi.
Ang’ın en önemli katkısı, kalkınmayı doğrusal bir ‘önce kurumlar, sonra büyüme’ çizgisine hapsetmek yerine, eş/karşılıklı evrimci kalkınma (coevolutionary development) anlayışıyla kavramasıdır. Bu yaklaşımda devlet ve piyasa karşılıklı olarak birbirini dönüştürür. Başlangıçta zayıf kurumlar piyasa inşasında kullanılabilir, güçlü kurumlar ise ortaya çıkan piyasaları daha sonra korumak ya da yönlendirmek için devreye girebilir.
Bu noktada Ang, özellikle Daron Acemoğlu ve James Robinson’un Why Nations Fail (Ulusların Düşüşü, 2012) kitabına eleştiri getirir. Acemoğlu-Robinson yaklaşımı, kalkınmayı tarihsel dönüm noktalarına ve kapsayıcı kurumlara bağlar. Buna göre doğru başlangıç yapmış ülkeler uzun vadeli büyümeyi yakalayabilirken, yanlış başlangıç yapmış olanlar geri kalmaya mahkumdur. Ang ise bu kurumsal determinizme karşı çıkar. Eğer kalkınma yalnızca yüzyıllar önce şekillenmiş kurumsal miraslara bağlı olsaydı, günümüzün yoksul ülkelerine bir çıkış yolu kalmazdı. Çin örneği bunun tersini gösterir: Kötü başlangıçlara rağmen, zayıf kurumların dönüştürülmesi ve uyum kapasitesi (adaptive capacity) sayesinde ülkeler yoksulluk tuzağından çıkabilir.
Ang’ın analizinde zayıf kurumlar, patrimonyal ilişkiler ve hatta yolsuzluk biçimlerinde ortaya çıkabilir. Ancak bunlar yalnızca ‘kötü’ olarak damgalanıp bir kenara konmak yerine, piyasa açılımlarını kolaylaştıran esnek araçlara dönüştürülebilir. Bu sürecin kilit kavramı yönlendirilmiş doğaçlamadır (directed improvisation) : Merkezi otorite yön çizer, yerel aktörler farklı çözümler dener, başarılı olanlar ise yaygınlaştırılır.
Ang’a göre Çin’in 1978 sonrasındaki reform süreci bu yaklaşımın en somut örneğidir. Deng Xiaoping döneminde başlatılan reformlar, kırsalda hane halkı sorumluluk sistemi ile üretici teşviklerini artırmış, şehirlerde ise devlet işletmeleri arasında rekabeti teşvik etmiştir. Çift kulvarlı fiyat sistemi (dual-track system) içinde hem planlı fiyatlar hem de piyasa fiyatları yan yana var olmuştur. Özel ekonomik bölgeler kurularak yabancı sermaye ve ihracata dönük üretim desteklenmiştir. Tüm bu uygulamalar yönlendirilmiş doğaçlamanın tipik örnekleriydi: Merkezi otorite genel yönü belirledi, yerel yönetimler ve aktörler farklı yöntemler deneyerek başarılı olanları yaygınlaştırdı.
Sonuç
Ang’ın yanıtı özetle şudur: Çin’in kalkınması, disipline edici planlamanın sıkı kontrolünden de yol gösterici planlamanın etkisiz rehberliğinden de farklıdır. Çin’de süreç geniş kapsamlı, cesur ve eşitsiz biçimde ilerlemiştir. Başlangıçta zayıf kurumlar piyasa inşasında kullanılmış, yerel düzeyde farklı uygulamalar denenmiş ve başarılı olanlar yaygınlaştırılmıştır. Bu esneklik sayesinde Çin, diğer örneklerin ilerisine geçerek dünyanın üretim üssü haline gelmiştir.
Planlama tartışması açısından bakıldığında, Ang’ın Çin analizi, uyum kapasitesi yüksek, doğaçlamaya açık ama merkezi yönlendirmeden kopmayan bir planlama tarzını vurgulamaktadır. Başka bir ifadeyle, planlama katı bir tasarımdan ziyade, krizler ve fırsatlar karşısında sürekli yeniden kurulan bir eş/karşılıklı evrim süreci olarak görülebilir.