Ağustos ayında ülkenin ana gündemine oturan, üst düzey yöneticilerin e-imzaları kopyalanarak sahte diploma ve sürücü belgesi düzenleme rezaletinin davası Ekim ayına ertelendi. Rezaletin kamuoyuna yansıması üzerinden yaklaşık bir ay geçmişken, konuyu yalnızca bir örgütlü suç olayı olarak görmemek; meselenin adli boyutunun yanı sıra özünde yatan yapısal sorunları da tartışmak gerekiyor.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı iddianamesine göre, üst düzey kamu yöneticilerinin e-imzaları kopyalanarak çok sayıda sahte diploma ve belge düzenlendi. İddianamede, Yıldız Teknik Üniversitesi, Anadolu Üniversitesi, YÖK ve BTK gibi kurumların sistemlerine izinsiz giriş yapıldığı; sahte ehliyetler çıkarıldığı, notlar ve ÖSYM puanları ile 6 Şubat depremlerinde ölen avukatların diplomalarının usulsüz olarak değiştirildiği belirtiliyor.
Soruşturmada 57 sahte üniversite diploması, 4 lise diploması ve 108 sahte sürücü belgesi tespit edildi. Psikoloji, makine mühendisliği, hukuk, mimarlık ve inşaat mühendisliği bölümleri başta olmak üzere, üniversiteler adına çeşitli belgeler üretildi. Bir sanık, 400 akademisyenin usulsüz bir şekilde kadrolara yerleştirildiğini iddia etti.
Bakan Yerlikaya, 4 Mayıs’ta yaptığı açıklamada Ocak ve Mayıs 2025 aylarında düzenlenen iki operasyonda toplam 197 şüphelinin yakalandığını, bunların 37’sinin tutuklandığını, 150’si için ise adli kontrol kararı verildiğini duyurmuştu. AKP Sözcüsü Ömer Çelik ise, 6 Ağustos’ta, söz konusu suç şebekesinin bir yıl önce fark edildiğini ve bu sürede delillerin toplanarak dosya haline getirildiğini söyledi.
Diploma skandalının sorumlusu AKP iktidarıdır
Yetkililerinin açıklamaları ve sosyal medyadaki tartışmaların ardından sahte diploma skandalı, siyasetçiler, sendikalar, üniversiteliler ve toplumun geniş kesimleri tarafından gündeme taşındı. Ancak AKP’ye yakın medya, meseleyi yalnızca örgütlü suç sorunu olarak çerçevelemeye ve sistematik yozlaşmayı örtbas etmeye çalışıyor.
Siyasi iktidar, tıpkı 6 Şubat depremlerinde halkın kritik saatlerde yalnız bırakılmasında, orman yangınlarının günlerce kontrol altına alınamamasında veya Yeni Doğan Çetesi’nin sebep olduğu bebek ölümlerinde olduğu gibi, yine sorumluluğu başkalarına yıkarak kendi yarattığı kurumsal çöküşü gizlemeye çalışmaktadır. Oysa elektronik iletişim sistemlerinin güvenlik duvarını sık sık güncellemek ve şifre düzeneğini yenilemek yetkililerin görev ve sorumluluğundadır. Türkiye’de daha Çovid-19 salgını sırasında sağlık sisteminden veri sızıntısı olduğu ortaya çıkmış, daha sonra başka iddialar da ortaya atılmıştı. Eğer gereken önlemler zamanında alınmış olsa sahtekarların “izinsiz giriş” yapması engellenir veya sınırlanabilirdi. Demek ki bu görevleri yerine getirmemek birilerinin işine geliyor.
Elbette mesele bir yolsuzluk ve suç örgütü vakasıdır; ancak tartışma yalnızca buraya hapsedildiğinde iktidar kendi tarihsel sorumluluğundan sıyrılma fırsatı bulacaktır. Sahte diploma meselesinin ardındaki esas gerçek, bu skandalın AKP iktidarının yıllardır üniversitelere yönelik sistematik saldırılarının doğrudan bir sonucu olmasıdır.
Siyasi-ideolojik saldırılar üniversiteleri çürütmüştür
Başlangıçta YÖK’ü kaldırma vaadiyle yola çıkan AKP, 23 yıllık iktidarı boyunca üniversitelere yönelik baskılarını artırmış ve yükseköğretim alanını siyasal denetim altına almıştır. Bugün diploma tartışmalarında açığa çıkan rezalet bu müdahalelerin en görünür sonuçlarından biridir. AKP iktidarı boyunca, muhalif akademisyenlerin ihraç edilmesiyle kadrolaşma derinleşmiş, 2016’da rektörlük seçimlerinin kaldırılmasıyla akademik özerklik ortadan kalkmış, üniversiteler saraya bağlı idari yapılar haline getirilmiştir.
Bu süreçte bilimsel ölçütler yerine siyasal sadakat esas alınmış, üniversitelerin kurumsal özerkliği ve toplumsal sorumlulukları tamamen rafa kaldırılmıştır. Ayrıca eğitim içeriğinin bilimsel temelden uzaklaştırılması, kampüslerin rant uğruna talan edilmesi, öğrenci ve akademisyenlere yönelik polis-ÖGB şiddetiyle üniversiteler adeta birer karakola dönüştürülmüştür. Sonuç olarak, kamu kurumlarının içi boşaltılmış; keyfilik ve denetimsizlik nedeniyle siyasal uzantılara sahip suç şebekeleri her alana sızmıştır.
Öğrenciler geleceksizliğe mahkûm edilmektedir
AKP iktidarı yükseköğretimi hem siyasal-ideolojik saldırılar hem de piyasa temelli baskılar altında şekillendirmiştir. Üniversitelerin en geniş bileşeni olan öğrenciler sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda rekabete zorlanmaktadır. Bugün öğrenciler, “seçilebilir ol, rekabet et, CV’ne bir şey daha ekle” anlayışıyla biçimlenen bir üniversite hayatı sürdürmektedir. Artık diploma sahibi olmak bile yeterli görülmemekte, öğrenciler geleceksizlik ve yoksulluk kıskacında eğitimlerine devam etmektedir. Gençler derin ekonomik kriz koşullarında, barınma, beslenme, ulaşım gibi temel ihtiyaçlarını bile karşılamakta zorlandıkları bir üniversite hayatı yaşıyor. AKP’nin gençliğe yönelik gerici ideolojik baskıları ise zaten oldukça kısıtlı olan sosyal hayatı tamamıyla sınırlandırmaktadır.
Tüm bunların yanında, üniversite öğrencileri yoğun bir kaygıyla mücadele etmek zorundadır. Adeta bir yaşam savaşı vererek kazandıkları diplomanın ardından mezunlara iki yol sunulmaktadır: ya düşük ücretli bir işte güvencesiz şekilde çalışacaksın, ya da rekabetçi piyasada elenerek işsizlikle boğuşacaksın. Yıllarca emek verip, dirsek çürütüp, zor koşullarda mezun olduktan sonra öğrencileri karanlık bir gelecek bekliyor. Sahte diploma meselesi, işte burada gençliğin şah damarını vurmaktadır. Gençler alın teriyle kazandıkları diplomalarına rağmen emeklerinin karşılığını alamazken, bazı kişiler tek bir tuşla bu emekleri çalabilmekte, hatta üniversitelerde ders verecek konuma gelebilmekte, haksız terfiler alabilmektedir.
Mart Direnişi yolumuzu aydınlatıyor
19 Mart’ta Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının İstanbul Üniversitesi yönetimi tarafından iptal edilmesi bardağı taşıran son damla olmuş ve gençlerin yıllar yılı biriktirdiği öfkeyi açığa çıkarmıştı. Bu öfkenin temelinde yoksulluk, güvencesizlik ve geleceksizlik kıskacındaki gençliğin hayatlarının ipotek altına alınması vardır.
Bugün gençler, siyasi muhalefetin en güçlü adayının diplomasının iptal edildiği, mevkilerin parayla satın alındığı ve alın terinin değerini yitirdiği koşullarda yoğun bir umutsuzluk taşımaktadır. Diplomasızlar sahtekârlıkla makam sahibi olmakta, liyakat sahibi kimsenin atanamadığı kurumlara yandaşlar kolaylıkla yerleştirilmektedir. Diğer yandan demokrasi ve adalet için ses çıkaran öğrenciler keyfi tutuklamalar, polis şiddeti ve okuldan atılma tehdidi ile karşı karşıya kalmaktadır.
Gençliğin ortak mücadelesini büyütelim
Bugün önümüzde duran görev, tek adam rejiminin sebep olduğu karanlığı ifşa etmek ve öfkenin hedefini sorunun kaynağına yönlendirmektir. Bizlere reva görülen bu yozlaşmış düzenin karşısına, “Sizin düzeniniz gençlere yaşam hakkı tanımıyor” diyerek, dinamik biçimde çıkabilmektir.
Öğrenci hareketleri Mart İsyanı’nı arkalarına alarak tek adam rejimine karşı mücadeleyi büyütmeli, faşist baskılara ve sömürüye artık yeter demelidir. Üniversitelerin iktidarın arka bahçesi haline getirilmesine, akademik özerkliğin ve bilimsel özgürlüğün ayaklar altına alınmasına karşı ortak bir direniş hattı etrafında birleşmek zorunluluk olarak önümüzde durmaktadır.
Herkes için eşit, parasız, bilimsel ve ana dilinde eğitim hakkı için sesimizi yükseltmek; bizleri karanlığa mahkûm edenlerden, geleceğimizi çalanlardan hesap sormak için gençlik mücadelesini büyütmek temel sorumluluğumuzdur.