feminizmin türkiye’deki ilk ve önemli metinlerinden olan kadınların kurtuluşu bildirgesi’nde, emeğimize, bedenimize, kimliğimize el konulmasından söz edilir. bu metnin önemi kadınların sadece ezilmediğinden, aynı zamanda sömürüldüğünden de söz etmesiydi.
sömürü bir üretim ilişkisini işaret eder, ben de birçok feminist yol arkadaşım gibi, bunu patriyarka olarak tanımlıyorum. konuyla doğrudan bağlantısı yok ama erkek egemenliğini de bir yönetim biçiminin adı olarak kullanıyorum.
patriyarka erkeklerin kadınların emeğini sömürdüğü bir üretim ilişkisi, tarih boyunca çeşitli biçimler almış, başka üretim ilişkileriyle birlikte şekillenmiş. bugün erkekler, artı-değere el koyan ama işçilere ücret ödeyen patronlardan farklı olarak, kadınlara ücret ödemiyor. erkeğin ücretli çalıştığı durumlarda bu emeğin karşılığının “boğaz tokluğu” olduğu ifade edilir ama kadınların da ücretli çalıştığı ve bir erkekle paylaştığı evin işini gördüğü durumlarda bu dahi geçerli değil.
hepimizin gündelik hayatımızdan bildiğimiz durumlar.
patriyarkanın kapitalizmle ilişkisi konusunda farklı tespitler ve yaklaşımlar var.
öncelikle şunu hatırlatmak istiyorum. kapitalizmle bağını görmeden patriyarkayı anlamak imkânsız değil ama zor olabilir. fakat patriyarkanın adını bile anmamış olan, örneğin karl marx’in kapitalizm tahlillerinin gördüğü teveccüh, bu açıdan bakıldığında bence düşündürücü.[1]

kapitalizm bütün egemenlik ilişkilerinin, toplumsal olguların sermayenin çıkarına araçsallaştırıldığı bir sistem. diyelim savaş çıktı, insanlar başka bir yere göç etti, oranın sermayesi onları ucuza, güvencesiz çalıştırır. bunlar da bildiğimiz şeyler. ama zaman zaman gözden kaçan bir şey var. kapitalizm, tek bir beden gibi, bütün çıkarları ortak olan bir sistem değil, birbiriyle rekabet halinde olan farklı sermaye grupları, farklı iş kolları, farklı insanlardan oluşan bir yapı. ikinci bir nokta, sermayenin sürekli olarak genişlemeye ihtiyaç duyan özelliği. bu, yeni yatırım alanlarının açılması demek.
dolayısıyla, kadınların evdeki işleri yapmaktan vaz geçmeleri, sadece erkeklerle kadınların birlikte yaşadıkları evlerde daha eşit bir işbölümüne yol açmaz. bundan daha fazla çeşitli sermaye grupları için yeni yatırım alanlarının açılmasına sebep olur.
benim büyüdüğüm istanbul’da, iki çeşit lokanta bulunurdu. biri “yemeğe çıkılan” yerler, diğeri de esnaf lokantaları. ilkini anlatmaya gerek yoktur, ikincisi de işyerlerinde öğle yemeği çıkmayan erkeklerin -ki bu genellikle küçük esnaf olur- yemek yediği lokantalar. işyeriyle evin birbirine yakın olduğu yerlerde ve zamanlarda kadınların erkeklerin işyerine öğle yemeği taşıdığı da vakiydi.
bugün işler bambaşka. yemek fabrikalarından aldıkları yemekleri satan lokantaların yanı sıra, evinize yemek söyleyebileceğiniz büyük bir sistem var. küçük işletme sahibi kadınlar, nadiren de olsa erkekler, “ev yapımı” kek, pasta, çörek, börek satıyor. kadınların yemek yapmaması ya da bir kısmının yapamayacak halde olması, sermaye için yeni bir yatırım alanı açtı.
Kadın yaptığında yeniden üretim
patronlar, tıpkı -dil vb. engellerle- rahat iş bulamayacaklarını bildikleri göçmenleri ucuza çalıştırdıkları gibi[2] patriyarkal yüklerini dünya alemin bildiği kadınları da erkeklerden daha kötü koşullarda çalıştırıyor. ama tıpkı yemek sektöründe olduğu gibi, evde yapılan işler piyasalaşıyor. peki bu işleri sermaye örgütlediğinde adı üretimken, evde yapıldığında neden yeniden üretim adını alıyor? yani örneğin, nusret’in lokantalarında üretim yapılırken, neden bahçede kurulan mangal yeniden üretim? ev işleriyle ilgili güncel politikalar üretirken çok da önemli olmayan bu soruya, kendi adıma 40 yıldır falan tatmin edici bir cevap alamadım.
erkekler de kadınları köleleştirmeye devam etmek için kapitalistlerin kadınları düşük ücretle çalıştırması gibi olgulardan yararlanıyor; nice koca boşanmak isteyen karısına, “kimse seni işe almaz, alsa da geçinebileceğin parayı vermez” diyor. ama boşanmak isteyen kadın da ilk olarak iş arıyor yani düşük de olsa bir ücret almaya çalışıyor, kapitalist sömürüye başvuruyor desem de olur. yani kapitalizmle patriyarkanın mutlak bir uyum içinde olduğu fikri gerçekçi değil.
kadınların evde ücretsiz olarak çalışmasından, kocalarının patronunun yararlandığı fikri var, bir de. ailenin ve iş gücünün yapısının değiştiği günümüzde bunun anlamsızlığı iyice ortaya çıktı bence. kadınların evde ücretsiz çalışmasından sadece o evde yaşayan ve kadının çocukları varsa onların babası olan erkekler yararlanıyor. bu ikinci noktaya birazdan değineceğim.
patron evin işine karışmaz
evli erkeklerin kimi iş yerlerinde biraz daha yüksek ücret aldığı doğru ama bunu karılarının kendilerine bakması karşılığında aldıkları doğru değil. çünkü annelerinin ve/veya kız kardeşlerinin kıçlarını topladığı ve ücretleri o hanede kullanılan bekâr erkekler de var. yani aile sahibi olmak illa evli olmak anlamına gelmiyor. ikincisi, kadınlar çoğunlukla daha az ücret alsa da, iş gücü içindeki oranları arttı, işçi sınıfı sadece erkeklerden oluşmuyor. üçüncüsü, kadınlar ister ücretli çalışsınlar, ister çalışmasınlar, patriyarkanın şekillendirdiği toplumsal yargılar, evdeki işleri yapmalarını öngörüyor; evdeki erkekler ücretli çalışmasa bile! işsiz kocaların karıları işteyken cam silmesi, yemek yapması falan haber ya da dedikodu konusu olacak kadar nadir. türkiye’de çocuklar da dahil herkesin ücretli çalıştığı aileler var, babaları “aile ücreti” falan almıyor ve hepsinin işini genellikle anne yapıyor.
bakım emeği meselesi
bu mecrada daha önce de yazdım, bakım emeği bence sorunlu bir ifade çünkü bakıma muhtaç olan kişilerin bakımıyla, eli ayağı tuttuğu, aklı erdiği halde işini başkasına -bir kadına- yaptıranlara verilen hizmeti aynı terimle ifade ediyor. bu da kadın emeği üzerindeki patriyarkal sömürüyü göz ardı eden, kadın emeğini, kapitalizm karşıtı mücadeleyi güçlendirecek şekilde anlamaya, ifade etmeye çalışan bir bakış açısı. kapitalizm karşıtı mücadele bence de çok önemli ama kapitalizmin teşhiri için yeterince olgu var.
hastaların bakımı tıbbın alanıdır ve tabii ki kamu tarafından yürütülmelidir. zaten parası olan da öyle yapıyor.
aslında yine parası olanın başvurabileceği yaşlı bakımı yapan kurumlar mevcut. ama birçok kadın, imkânı olsa bile, büyüklerinin bakımı için böyle bir kuruma başvurma konusunda isteksiz. bu sadece kuruma güvenmemekten kaynaklanmıyor, aynı zamanda kendisini yargılayacak olan patriyarkal bakış açısıyla da ilişkili! ayrıca yaşlı bakımı için -yine kamudan- evde destek almak mümkün. bazı belediyelerin yeterli olmasa da böyle hizmetler verdiğini biliyorum. yani hasta bakımı da kamunun sorumluluğu.
çocukları nasıl büyüteceğiz
yıllar önce denk geldiğim, nurcan özkaplan’ın bir sözü kafamda yer etmişti. mealen, “iktisadın ‘baba’ları gece uyanıp bebeğin üstünü örtmeyi açıklayamaz” diyordu. gerçekten de klasik iktisat, bir insanın bir işi mümkün olan en kısa zamanda, en rasyonel biçimde yapacağına dayanır ve bu -kimisi patalojik de olabilen- anneliğe dair bazı edimleri açıklayamaz.
çocuk bakımı konusu karmaşık. öncelikle kadınların çocuk sahibi olmaya nadiren tek başına karar verdiklerini, çoğunlukla bu kararı bir erkekle birlikte aldıklarını hatırlatayım. ama çocuğun sorumlulukları konusunda genellikle ortaklık olmuyor. türkiye’de de tek ebeveynli ailelerin sayısı düzenli bir ivmeyle[3] artıyor. bunların sadece dörtte birinde çocuklar babayla yaşıyor ki bu oranın bu kadar yüksek olması beni şaşırttı.
çocuk bakımı için 7/24 hizmet veren kreş vb. kamusal destekler olabilir ama çocuk bakımı bütünüyle kamusallaştırılabilecek bir iş değil.[4] çocuklar, kendilerine bakamaz, dolayısıyla çocukla anne arasında bir sömürü ilişkisinden tabii ki söz edilemez. ama bir çocuğun büyümesinde sorumluluk almayan babalar bu süreçte yani çocuklarının bakımında da kadın emeğini sömürür.
patriyarkal emek sömürüsünün daha ince veçheleri de var. kadınlar ikinci dalga feminizmin ortaya çıkışından itibaren bunları tespit etmeye ve adlandırmaya başladı. örneğin kadınların romantik/cinsel ilişkiler içinde oldukları erkeklere verdikleri duygusal destek, kadınların çekici olmak için verdikleri emek ve daha niceleri…
şunu söyleyerek konuyu kapatmak istiyorum, patriyarka heteroseksüellikten ibaret değil, eşcinsel ilişkileri de şekillendiriyor. ama heteroseksüellik çok önemli bir payandası.
ne yapacağız
patriyarkanın yıkılmasından bahseden yol arkadaşlarımız var. bu tanıma katılmıyorum. patriyarka yıkılmayacak, çözünecek ve sönümlenecek. “yıkılma” -tarihsel- bir anda gerçekleşecek siyasal bir devrimin sonucu olabilir. çözünme ise bir süreci ifade eder. o sürece politik müdahalemiz nasıl olabilir? bu tabii ortak akılla bütünlenebilecek bir şey ama yine de bazı önerilerimi sıralamak istiyorum.
-sendikaların toplu sözleşmelerde üyelerinin eşleri de dahil, kadınları destekleyen maddelere yer vermesi için baskı yapmak. örneğin, eşine şiddet uygulayan işçinin ücretinin bir kısmının eşine verilmesi gibi…
-eş değerde işe eşit ücret için mücadele.[5]
-kadınlar için mesleki eğitim de dahil olmak üzere eğitimde pozitif ayrımcılık için mücadele.
-istihdamda kadınlar için pozitif ayrımcılık uygulanması için mücadele.
-anne ve babalara eşit doğum izni için mücadele.
-erkeklerin ev işi yapmasını, kadınların ev işinden vazgeçmesini öneren ajitasyon ve propaganda araçları üretmek. bunları üretirken hepimizin aile içinde yaşamadığını, hepimizin erkeklerle yaşamadığını akılda tutarak, kapsayıcı olabilmek. örneğin “bırak evi bok götürsün” böyle bir slogan değil bence. çünkü bir erkekle yaşasın yaşamasın her kadını hedef alıyor. oysa bazı kadınlar temiz olan bazıları da olmayan bir ortamda yaşamayı tercih edebilir. o yüzden, “bırak bokunu kendi temizlesin” bana daha doğru geliyor.
bırakalım boklarını kendileri temizlesin ya da ücret ödeyerek temizletsinler.
[1] O tahlilleri çok öğretici ve değerli bulduğumu söyleyeyim.
[2] istanbul’da, 2016’da, bir lokantada bulaşıkçılık yapan suriyeli bir psikiyatristle tanışmıştım.
[3] https://www.dusuncevadisi.com/makbul-aile/
[4] komün vb. önerilerin tedrici bir biçimde gerçekleşebilmeleri mümkün olabilir bence ama orada da ebeveynler ortadan kalkmıyor, sadece sayısı artıyor.
[5] “Eşit değerde işe eşit ücret, kadınların ve erkeklerin aynı veya benzer işleri yaptıklarında aynı ücreti almaları gerektiği anlamındadır. Ayrıca “objektif” kriterlere dayanarak eşit değere sahip olduğu gösterilebilen tamamen farklı işleri yaptıklarında da aynı ücreti kazanmalıdırlar. Bu objektif kriterler; beceriler, çaba, sorumluluk seviyesi, çalışma koşulları ve yeterlilikler gibi işle ilgili özellikleri kapsama eğilimindedir. “Eşit değerde işe eşit ücret”in sağlanması, kadınların baskın olduğu işlerde geçmişten beri süregelen düşük değerleme sorununu ele almaya yardımcı olur: Kadınların ve erkeklerin baskın olduğu çoğu sektör, benzer iş özelliklerine ve karşılaştırılabilir değere sahip olduğu halde erkekler yüksek ücretli sektörlerde ve kadınlar ise düşük ücretli sektörlerde daha fazla temsil edilmeye devam ediyor.” https://www.etuc.org/sites/default/files/page/file/2023-04/New-Frontiers-for-Collective-Bargaining-Equal-pay-TR_V1.pdf
fotoğraf: evrensel