Türkiye’nin söz konusu ülkelerle ikili anlaşmalara dayanmadan, uluslararası hukuk kurallarına uymadan, BM Güvenlik Konseyi’nin kararı olmadan yaptığı askeri işgal; yeniden bölgesel denklemde yer almasına hiçbir şekilde hizmet etmeyeceği gibi, “işgalci” güç olarak görülen Türkiye’ye yönelik uluslararası-bölgesel izolasyon çok daha fazla artacaktır.
Türkiye’nin Irak ve Suriye’deki askeri konumu, uluslararası hukuk bakımından “işgal” olarak tanımlanmaktadır. Türkiye, izlemiş olduğu yanlış politikalar nedeniyle uluslararası ve bölgesel ilişkilerde önemli oranda izole olmuş durumda.
Bölgesel güç olma adına şuursuzca attığı ve atmaya devam ettiği askeri hamleler, AKP iktidarının bölgesel çöküşünü çok daha fazla derinleştiriyor. Geçmişten beri izlediği tasfiyeci politikaların çöküşünü gören devletin, bölgesel denklemin içerisinde kendisine yeniden yer açmak için başlattığı askeri saldırı hamleleri, güç olmasının çok ötesinde uluslararası ve bölgesel ilişkilerdeki “işgalci” konumunu çok daha fazla netleşmektedir.
Uluslararası ilişkilerde bir başka ülkenin topraklarında asker gönderilmesinin iki temel unsunu bulunmaktadır. Birincisi, BM Güvenlik Konseyi’nin kararıyla, BM şemsiyesi adı altında bazı ülkelere asker gönderilmesi veya askeri operasyonun yapılmasıdır. İkincisi ise ülkedeki siyasal iktidarın bir başka ülkede askeri yardım talebinden bulunmasıdır. Bu iki durum dışında bir başka ülkenin topraklarına yapılan her askeri operasyon veya saldırı meşru olmayıp işgal olarak değerlendirilir.
IŞİD’e karşı askeri operasyonları yapan “Uluslararası Koalisyon Gücü” Irak Parlamentosu’nda alınan bir karar sonucu bölgede bulunuyor. Aynı şekilde halen uluslararası ilişkilerde ülkenin resmi iktidar gücü olan Şam’ın davetiyle Rusya, Suriye’de askeri operasyonlara başladı. Bu operasyonları politik ve askeri olarak neye hizmet ettiği ve hangi amaçla gerçekleştirildiği sorunundan bağımsız olarak, askeri operasyonların meşruiyeti için bu iki koşuldan birinin olması zorunludur. Bu bakımdan Türkiye’nin Irak Başika’da askeri güç konuşlandırması ile Suriye’de Cerablus bölgesini işgal etmiş olması, uluslararası hukukun çiğnenmesidir. Ne BM Güvenlik Konseyi’nin bir kararı söz konusudur ne de ilgili iki devletin bir talebi bulunuyor. Bu bakımdan, başka bir ülkenin topraklarında askeri operasyonlara yönelmiş olması, Türkiye’nin işgalci konumunu tescil etmektedir.
Türkiye’nin hiçbir askeri ve politik gerekçesi olmadan bu iki ülkede askeri güç bulundurmasının politik arka planı nasıl açıklanabilir?
Bölgesel kaos üretim merkezi olarak önemli bir rol üstlenen AKP iktidarının uyguladığı bütün politik ve askeri stratejiler çöktü. AKP, bölgesel denklemin dışına düştü. Irak ve Suriye’yi kapsayan küresel çaptaki savaşın, rekabetin ve uzlaşının dışında bir güç olarak sadece seyretmekle kaldı. Bölgesel politik stratejisini, özellikle radikal İslamcı örgütler üzerinde yaşama geçirmek istedi. Bu iki ülkede askeri kaosun gelişmesinde ve politik istikrarsızlığın derinleşmesinde AKP iktidarının izlemiş olduğu politikaların önemli bir etkisi olduğu hemen herkesin kabul ettiği bir realitedir. Bu bakımdan küresel ve bölgesel ölçekli güçler arasındaki ilişkiler yeniden dizayn edilirken, kaos üretim merkezi olarak yer alan Türkiye sürecin dışında kaldı, dahası bölgesel denklemin dışında tutuldu. Böylelikle radikal İslamcı hareketlerle işbirliği içinde güç olma stratejisi çöktü. Musul üzerinde yapılan hesaplar, Halep’i Türkiye’nin yeni bir ili görme planı artık bütünüyle anlamsızlaştı. Türkiye’nin bölgesel politikasının çöküşü, bölgesel dengelerde hesaba katılmaması, esasen önümüzdeki süreçte Türkiye’nin politik geleceğini bütünüyle risk altına sokmuş bulunuyor. Artık istikrarlı ve gelecek vadeden bir Türkiye gerçeğinin olmayacağı net bir şekilde görülüyor.
Bölgesel güç olmak için oluşturulan tasfiye politikalarının devletin kendisini tasfiye sürecine sokması, esasen güçlü görünen AKP iktidarı için çok daha fazla tehlike oluşturmaya başladı denebilir. İçte bütünüyle tasfiye politikalarını uygulamaya koyan AKP iktidarının güvende olmadığını söylemek abartılı bir durum değil, tersine çok daha objektif bir gerçeğin altının çizilmesidir.
AKP iktidarının, Irak ve Suriye topraklarını askeri olarak işgal etmesinin iki temel nedeni bulunuyor.
Birincisi, çok yönlü uygulamaya koyduğu tasfiyeci politikalarla kalıcı bir iktidar gücü oluşturamayacağını görüyor. Bütün muhalif güçlere yönelik olarak artan çok yönlü saldırılar, iç dinamiklerdeki istikrarsızlığın çok daha fazla derinleşeceğinin bir yansımasıdır. Toplumsal ve ekonomik olarak ortaya çıkacak krizlerin “yeni” bir Gezi sürecine dönüşmesini engelleme hamlesidir. Özellikle Cerablus işgali ile toplumda milliyetçi-şovenist eğilimlerin pekiştirilmesini sağlayarak toplumsal tabanını ayakta tutmaya çabasıdır. “Lozan bir zafer değildir” çıkışı da bu sürecin bir parçası olarak okumak gerek.
İkincisi, Ortadoğu’da konum kaybına uğrayan, bölgesel denklemin dışında kalan devlet, Irak ve Suriye’de yeniden ama bu kez doğrudan askeri ve politik kaos yaratarak, kendisine yeni bir alan açmaya ve bölgesel ilişkilerde yeniden hesaba katılır bir güç haline gelmeye çalışıyor. Çünkü burnunun dibinde meydana gelen askeri ve politik gelişmeleri ve özellikle Ortadoğu’nun en az 20 yıllık geleceğini dizayn eden küresel-bölgesel sürecin dışında kalması, AKP merkezli devletin tasfiyesinin önemli bir halkası haline gelecektir. Önümüzdeki birkaç yılın netleşmesi ile Türkiye’nin iç ve bölgesel dinamiklerdeki çözülüş sürecini hızlandıracağı biliniyor. Bu bakımdan çözülmenin engellenmesinin en önemli faktörü yeniden bölgesel dengeler içerisinde yer almaktır. Güç dengelerini değiştirmeye yönelik hamlelere yönelmektir. Güç olma stratejisini de geçmişte uygulamaya konulan politikaların terk edilmesi ve bölgesel gerçekliğe uygun yeni stratejilerin devreye konulması yerine geçmişin başarısız olmuş politikaları üzerinde yeni kaos süreçleri yaratarak ilerlemek istiyor. Peki, bu tarz askeri ve politik stratejinin başarılı olması şansı bulunuyor mu? Bulunmayacağı çok açıktır.
Türkiye’nin Musul yakınındaki Başika’da askeri güç bulundurmasının uluslararası bir dayanağı ve desteği var mı? Olmadığı çok açıktır. Aynı şekilde Cerablus’ta böyle bir durum söz konusu mu? Değil. Türkiye’nin bu iki bölgede askeri güç bulundurmasını Güney Kürdistan Yönetimi’nin davetine bağlamasının uluslararası ilişkilerde bir etkisi olmaz. Bir başka ülkenin askerlerinin Irak’a davet edilmesinin doğrudan merkezi hükümetin kararıyla olması, herkesin bildiği sıradan bir bilgidir. AKP iktidarının, Güney Kürdistan Yönetimi üzerinde uyguladığı baskının hükümsüz olduğu ve sanıldığı gibi etkili olmayacağı da çok açıktır. Güney Kürdistan Yönetimi’nin bu konuda tutum belirlemesi, kendi geleceği bakımından da gerekli ve zorunludur. Çünkü Irak’taki dengelerde etkili olmanın koşullarından biri de, Ankara-Bağdat denkleminde politik tutumun netleşmesidir.
Irak Başbakanı Haydar İbadi, “Türkiye ile askeri mücadeleye girmek istemiyoruz. Ancak Türk yetkililerinin davranışları kabul edilebilir değil. IŞİD sonrası Musul’da oluşacak boşluğun Türk güçleri tarafından suistimal edilmemesi için tedbirler aldık” dedi. Bu açıklama ne anlama geliyor? “Türkiye, Irak’ta işgalci bir güçtür ve çekilmelidir” diyor. Ayrıca Türk askeri güçlerinin Musul’da kışkırtıcı bir rol üstlenebileceklerine dikkat çekiyor. Irak Parlamentosu Güvenlik Komisyonu Başkanı Hakim el-Zamili, Türkiye’yi “işgalci” olarak değerlendirmesinin çok ötesinde “Irak Hava Kuvvetleri’ne bağlı savaş uçaklarının, Türk askerlerini vurmak için Irak Başbakanı Haydar El-İbadi’den talimat beklediğini” açıklaması, Türkiye’ye yönelik olası bir askeri operasyonun gündeme alınmasıdır.
Irak Başbakanı ve Meclis Başkanı’nın bu açıklamalarının ABD ve İran’dan bağımsız olması mümkün müdür? Olmayacağı çok açıktır. Irak’taki Uluslararası Koalisyon Gücü sözcüsü Yarbay John Dorrian, “Irak topraklarında bulunan Türk ordusu, Irak hükümeti tarafından ve resmi izinle gelmemiştir ve illegaldir. Bilindiği üzere Uluslararası Koalisyon gücü içinde, bazı ülkeler Irak hükümetinin izniyle burada bulunmaktadır. Bu güçler IŞİD ile mücadelede Irak ordusuna havadan ve karadan destek vermektedir” dedi. Dorrian’ın bu açıklaması, başta ABD, İngiltere, Fransa, Almanya olmak üzere koalisyona dahil olan ülkelerin bakış açısını yansıtmaktadır. Türk ordusunun resmi bir izinle gelmemesi ve illegal olarak görülmesi esasen Irak topraklarında “işgalci” olarak değerlendirilmesidir.
Suriye’deki askeri dengeler bakımından Türk ordusunun Cerablus’a girilmesine yönelik ciddi bir tepki oluşmamasına rağmen, bu sürecin Türkiye için önemli sorunlara yol açacağı açıktır. Irak’taki gibi Türkiye’nin işgalci güç olarak görülmesine yönelik hazırlıkların yapıldığı biliniyor. ABD-Rusya rekabeti Türkiye’nin işgalinin sessizce izlenmesine yol açsa da bunun çok uzun sürmeyeceği çok açıktır.
Türkiye’nin söz konusu ülkelerle ikili anlaşmalara dayanmadan, uluslararası hukuk kurallarına uymadan, BM Güvenlik Konseyi’nin kararı olmadan yaptığı askeri işgal; yeniden bölgesel denklem içinde yer almasına hiçbir şekilde hizmet etmeyeceği gibi, “işgalci” güç olarak görülen Türkiye’ye yönelik uluslararası ve bölgesel izolasyon çok daha fazla artacaktır.
Türkiye’nin her iki bölgede işgale yönelmesinin, IŞİD ve diğer radikal İslamcı hareketlere yönelik operasyonlara katılma isteğiyle hiçbir ilgisi bulunmuyor. Türkiye, bölgesel kaosu derinleştirmek için İslamcı güçleri müttefik olarak seçti. 4-5 yıldan bu yana, bu grupların lideri olarak askeri, ekonomik ve politik desteğini kesintisizce devam ettiriyor.
Ankara’nın sorunu ne IŞİD ne El Nusra ne de Şam yönetimidir. Kendi geleceğinin varlık-yokluk meselesi olarak gördüğü temel konu, PYD’nin artan politik gücüdür. Başlattığı askeri operasyonların esas hedefi YPG/YPJ’nin askeri olarak hareket alanını daraltmak, Kobanê-Afrin hattının birleşmesini engellemektir. Türkiye’nin Irak ve Suriye’nin bir bölümünü askeri olarak işgal etmesi, PKK ve PYD’ye yönelik politikasında başarıya yol açabilir mi? Bu soruya olumlu yanıt vermek mümkün değil. Bağdat yönetimi ve Uluslararası Koalisyon Gücü sözcüsü Yarbay Dorrian, Türk askeri gücünü Irak’ta “işgalci” olarak değerlendirirken, PKK’ye bağlı HPG askeri güçlerinin Kerkük-Musul hattında operasyonuna katılmasını tartışıyor. Uluslararası ilişkilerde, Türkiye’nin Cerablus’a yönelik gerçekleştirdiği askeri operasyon “işgal” olarak değerlendirilirken, tersine PYD’nin ve YPG/YPJ’nin Suriye’nin geleceğini belirlemede önemli bir güç olduğu kabul ediliyor. Rusya, Halep’te; ABD, Rakka operasyonu için YPG ile yakın ilişki içinde bulunuyor.
Türkiye’nin “terörist” gördüğü HPG ve YPG, Musul ve Rakka savaşında rol üstlenebilecek iki önemli güç olarak değerlendirilirken, Türkiye tersine “işgalci” olarak tanımlanıyor.
AKP iktidar gücünün uluslararası ve bölgesel ilişkileri hesaplamadan, histerik politikaları terk etmeden, bölgesel güç ilişkilerindeki yeni politik dengeleri hesaba katmadan attığı her askeri ve politik adım, kendi iç krizini derinleştirecektir.
Bölgesel krize sürüklenen Ankara’nın tasfiye merkezli idari kararlarla iç krizi aşması şansı bulunmuyor. Çözülme kaçınılmazdır.
(Bu yazı Sendika.Org sitesinden alınmıştır.)