Hüseyin Ali yazdı: Diktatör bozuntusu
”CHP lideri Kılıçdaroğlu gerçekten de çok doğru bir tespit yapmış. Tayyip Erdoğan’a “diktatör bozuntusu” demiş. Eğer bu sözünde samimiyse bunun önemli siyasi sonuçları olacaktır. Çünkü diktatöre karşı sadece mücadele verilir. Diktatörle uzlaşılmaz. Diktatör ya ezer ya da mücadele ile alt edilir.”
CHP lideri Kılıçdaroğlu gerçekten de çok doğru bir tespit yapmış. Tayyip Erdoğan’a "diktatör bozuntusu" demiş. Eğer bu sözünde samimiyse bunun önemli siyasi sonuçları olacaktır. Çünkü diktatöre karşı sadece mücadele verilir. Diktatörle uzlaşılmaz. Diktatör ya ezer ya da mücadele ile alt edilir.
Eğer Erdoğan diktatör bozuntusuysa bu, tüm AKP için geçerlidir. Çünkü AKP'yi yöneten Kılıçdaroğlu’nun diktatör bozuntusu dediği Tayyip Erdoğan’dır. AKP de şu anda Türkiye'de bir diktatörlük rejimi kurmuştur. Eğer Erdoğan başarılı olursa yeni anayasa ve başkanlık sistemiyle bu diktatörlüğüne hukuki bir çerçeve kazandıracaktır. Böylece de kendi zihniyetinin hegemonyasında otoriter kurumsal faşist rejimi kuracaktır. Bu, 12 Eylül’ün yeni koşullarda restore edilmesi olacaktır. Yapılacak anayasa da 12 Eylül anayasasının günümüzdeki versiyonu olacaktır.
Şu anda Tayyip Erdoğan’ın üslubu ve konuşmaları da, Ahmet Davutoğlu’un konuşmaları ve üslubu da faşist diktatörlerin konuşmalarının aynısıdır. Davutoğlu’nun her gün akademisyenleri susturmak için bağırması, çağırması ve tehdit etmesi, bu faşizmin mührüdür, belgesidir. Çünkü tüm faşistler kendisi gibi düşünmeyen akademisyenler için aynısını yapmışlardır.
Davutoğlu ve Tayyip Erdoğan’ın tezleri şudur; ben devletim, benim uyguladığım şiddet, zulüm, şehirleri yakıp yıkma ve öldürme meşrudur. Bu nedenle meşru güç kullanan devletin yaptığı zulüm ve katliamların yanında olacaksınız! Bu zihniyette olan diktatörlerin yaptığı katliam ve zulme dış dünyadan tepki geldiğinde de "bizim egemenlik hakkımıza müdahale edemezsiniz, biz ülkemizde istediğimizi yaparız" cevabını verirlerdi. Şimdi dış dünyaya böyle diyemedikleri için de içeride imkanlarını, baskı araçlarını kullanarak akademisyenlere ve demokratlara bu yönlü baskı yapıyorlar.
Akademisyenler Türkiye'nin onurudur. Geleceğin Türkiye tarihinde akademisyenler onurlu biçimde yer alacak, Tayyip Erdoğan, Davutoğlu ve yalakaları ise Türkiye tarihinin en kirli döneminin faşist yöneticileri olarak tarihe geçeceklerdir. Tüm ülkelerin tarihine bakılırsa akademisyenlerin tutumu gibi tutum içinde olanlar o ülkelerin moral kaynağı olmuşlardır. Türkiye'de de böyle olacaktır.
AKP ve yandaşları tarihin karanlık sayfalarında yerini alacaktır. Bu kesindir. Ama en kötü yeri ise Aydın Doğan’ın gazete ve televizyonları alacaktır. Hürriyet’in dünkü manşeti "Başbakan imzaların geri çekilmesinde ısrarlı" biçimindeydi. Hükümet ve yandaşı basının akademisyenler üzerindeki baskısına onlar da kendi cephelerinden böyle katılmışlardır. Aydın Doğan belki de bizi anlayın, bu baskı ortamında yapacağımız başka bir şey yoktur, diyordur. Öyle ya burjuvazi için en büyük baskı sermayelerini kaybetme korkusudur. AKP de bunu en ağır biçimde uygulamaktadır. Bu gerçeklik bir daha gösteriyor ki, burjuvanın ahlakı, ilkesi ve değerlerinin sınırı sermayeleridir.
Türkiye'de hükümetin ve devletin meşruiyetinin kaynağı devletin askeri, polisi ve sınırları olarak görülemez; dolayısıyla hükümete ve devlete artık demokratikleşme dışında ve toplulukların özgür ve demokratik yaşamı dışında bir meşruiyet yoktur denilmeden ilkeli ve tutarlı bir tutum takınılamaz.
Davutoğlu şehirleri tankla, topla yıkıyor, her gün çocuk ve kadın öldürüyor hala biz meşru güç kullanıyoruz; hukuk sınırları içinde savaşıyoruz diyor. Halkın Türk devletinin soykırımcı sömürgeciliğine direnişi meşru olmuyor ama bu direnişe tankla, topla saldırmak, sivilleri katletmek meşru oluyor! İnsanlık dışı bu vahşi saldırılar hukuk içindeymiş gibi gösteriliyor. İşte bu ters mantığı her gün başbakanın, Tayyip Erdoğan’ın ve yandaşlarının yüzüne vurmak gerekiyor.
Türk devleti Kürdistan'da gayri meşru bir güçtür. Kürt halkı 90 yıldır Türk devletinin Kürdistan'daki politikaları ve uygulamalarına itiraz ediyor. Mevcut politikaları kabul etmiyor; rıza göstermiyor. Son kırk yıldır ise her gün direniş içinde Türk devletinin Kürdistan'daki politikalarına karşı koyuyor. Mevcut zihniyet ve uygulamalarını meşru görmüyor. Türk devleti ise sürekli asker ve polisiyle Kürt halkının bu direnişini bastırmaya çalışıyor. Kürt halkı Türk devletinin politikalarına karşı her türlü direniş biçimini göstermiştir. Neredeyse onlarca yıldır oturmuyor, meydanlarda, sokaklarda direniyor. Eğer seçim halkın iradesini ortaya koyuyorsa, Kürt halkı bugünkü direniş alanlarında yüzde 90’la Türk devletinin politikalarını defalarca reddetmiştir. Tüm bu gerçekler Türk devletinin Kürdistan üzerinde hiçbir meşruiyeti kalmadığını göstermektedir. Ancak yerel demokrasi temelinde yeni bir anayasa gerçekleşirse o zaman Türk devleti açısından demokratik yönetimin meşruiyeti ortaya çıkabilir.
Türk devleti, Kürt halkının taleplerini kabul edip Demokratik Özerklik ve öz yönetimini tanımadığı müddetçe Kürtlerin her direnişi meşrudur. Türk devleti her gün insanları tutukluyor, her gösteriye, yürüyüşe saldırıyor, Kürtlerin hiçbir talebini tanımıyorsa, Kürtlerin barikat kurması da, polis ve askeri mahallesine ve sokağına sokmaması da en meşru hakkıdır. Buna saldırmak gayri meşrudur. Bu açıdan biz meşru gücüz ve buna dayanarak saldırıyoruz demek, hem suçlu, hem güçlü olmaktır.
Şehirleri, mahalleleri kuşatmanın ve tankla, topla saldırmanın hiçbir yerde meşruiyeti olamaz. Hele barikat ve hendek arkasında kalan, savunmada olan bir yere tankla, topla saldırmanın hiçbir meşruiyeti olamaz. Bu saldırılar, yıkma ve yakmalar, öldürmeler hiçbir hukukla açıklanamaz. Hele hele Kürt halkı gibi farklı bir toplumun kendi yurdunu, özgür ve demokratik yaşamını korumasına karşı saldırı hiçbir biçimde meşru gösterilemez. Kürt halkının savaş kuralları çerçevesinde yürüttüğü direnişe hiçbir biçimde hiçbir kimse karşı çıkamaz. Özcesi, herkes ilk önce Türk devletinin saldırdığı yerin Kürtlerin vatanı olduğunu, Kürtlerin de bu vatanda kendi kendilerini yönetme hakkına sahip olduğunu kabul etmek durumundadır.
Şu gerçektir; kazanmak meşruiyetle olur. Türk devletinin Kürdistan'da hiçbir biçimde meşruiyeti kalmamıştır. Şu andaki uygulamaları, işgalci bir gücün uygulamalarıdır. Kürt halkının direnişi de 40 yıllık meşru direnişin devamıdır. Sonuçta kazanan, meşru direniş gösteren Kürt halkı, kaybeden ise gayri meşru uygulamalar içinde olan AKP hükümeti olacaktır. Kılıçdaroğlu’nun diktatör bozuntusu olarak tanımladığı Tayyip Erdoğan ve AKP hükümetinin sonunu da Kürt halkının ve demokrasi güçlerinin direnişi getirecektir. Kaldı ki şimdiden kazanan öz yönetim direnişi, kaybeden ise Nemrut Tayyip ve AKP’dir.
(Bu yazı Yeni Özgür Politika'dan alınmıştır.)