GİRİŞ
Anayasalar, yalnızca birer hukuk metni değil; aynı zamanda bir toplum sözleşmesi, bir rejim mimarisi ve siyasal meşruiyetin temel belgesidir. Bu nedenle anayasa yapım süreçlerinin meşruiyeti, içerikten önce yönteme bağlıdır. Türkiye’de özellikle son yıllarda artan anayasa değişikliği tartışmaları, siyasal baskıların yoğunlaştığı, muhalefete yönelik soruşturmaların yaygınlaştığı ve medya özgürlüğünün daraltıldığı bir bağlamda gündeme gelmektedir. Bu da haklı olarak şu soruyu doğurmaktadır: Demokratikleşme gerçekleşmeden yapılan bir anayasa değişikliği, ne kadar meşru ve geçerlidir?
Bu yazıda, bu soruya hem kuramsal hem de Türkiye özelinde tarihsel ve güncel bağlamlar içinde cevap verilecektir.
I. ANAYASA YAPIMI VE DEMOKRASİ: KURAMSAL ÇERÇEVE
1.1. Demokratik Meşruiyetin Temel Şartları
Anayasa hukukunun temel kurallarından biri şudur: Anayasalar halkın katılımıyla ve çoğulcu bir süreçle yapılırsa meşru olur. Bu şu üç ilkeye dayanır:
- Katılımcılık: Toplumun farklı kesimleri, etnik-dinsel grupları, siyasi partileri sürece dahil olmalıdır.
- Şeffaflık: Süreç kamuoyuna açık olmalı; kararlar kapalı kapılar ardında değil, müzakereyle alınmalıdır.
- Evrensel hak güvenceleri: Yeni anayasa mevcut özgürlükleri genişletmeli, daraltmamalıdır.
Juan Linz ve Alfred Stepan gibi demokratikleşme kuramcıları, anayasa yapımını demokratik konsolidasyonun bir sonucu olarak görür; bir ön koşul değil.
1.2. Otoriter Rejimlerde Anayasa Değişiklikleri
Otoriter rejimlerde ise anayasa değişiklikleri çoğunlukla:
- Gücü kurumsallaştırmak,
- Muhalefeti etkisizleştirmek,
- Yargı-yasama denetimini kaldırmak amacıyla yapılır. Bu tür değişiklikler, görünüşte “hukuki” ama özünde otoriterleştirici olur.
II. TÜRKİYE BAĞLAMINDA ANAYASA TARTIŞMALARI
2.1. 1982 Anayasası ve Tartışmalı Geçmişi
Türkiye’de yürürlükteki 1982 Anayasası bir darbe sonrası metindir. Bu nedenle demokratik açıdan her zaman tartışmalı olmuştur. Ancak bu anayasa zamanla 20’den fazla kez değişikliğe uğramış özellikle 2001 ve 2010 reformlarıyla Avrupa Birliği normlarına kısmen uyarlanmıştır.
Dolayısıyla mesele anayasanın kökeninden çok, bugün anayasa değişikliğinin hangi siyasal bağlamda yapıldığıdır.
2.2. Güncel Siyasal Ortam ve Hukuk Krizi
2023-2025 arasında yaşanan gelişmeler, anayasa değişikliğini meşruiyetsiz kılan ciddi sorunlara işaret etmektedir:
- CHP’li ve DEP’li belediye başkanlarına açılan davalar, görevden almalar ve tutuklamalar.
- Basın mensuplarına yönelik gözaltılar ve medya kurumlarının kapatılması.
- Anayasa Mahkemesi kararlarının bile uygulanmaması (örneğin Gezi davası, Kavala ve Demirtaş kararları).
- TBMM’de çoğulculuğun zayıflaması ve muhalefetin karar alma süreçlerinden dışlanması.
Bu koşullar altında anayasa değişikliği, demokratikleşmenin değil, otoriterliğin yeniden mühendisliği olarak görülmektedir.
2.3. “Sivil Anayasa” İddiasının Çelişkisi
İktidar çevreleri “darbe anayasasını sivil anayasa ile değiştirme” söylemiyle süreci meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Ancak:
- Sivil anayasa halkın katılımıyla, özgür tartışmayla ve seçim yoluyla olur.
- Mevcut ortamda basın susturulmuş, sivil toplum bastırılmış ve muhalefet kriminalize edilmiştir.
Dolayısıyla önerilen metin “sivil” değil, olsa olsa “tek merkezli” bir siyasi mühendislik projesidir.
III. ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNİN MEŞRUİYETİNİ DEĞERLENDİRME
3.1. Siyasal Meşruiyet Olmadan Hukuki Meşruiyet Anlamsızdır
Hukuki açıdan anayasa değişikliği teknik olarak mümkün olsa da, siyasal meşruiyet olmadan bunun anlamı kalmaz. Halkın büyük bölümünün dışlandığı, fikir beyan edenlerin cezalandırıldığı bir ortamda, yapılan anayasa ancak iktidarın kendine diktiği yeni bir elbise olur.
3.2. Referandum Çözüm Değil
Bazı kesimler referandumu “halka danışma” aracı olarak savunmaktadır. Ancak:
- Referandumların eşit propaganda ortamında yapılması gerekir.
- Yargı ve medya iktidar denetimindeyken yapılacak oylama, gerçek halk iradesini yansıtmaz.
Bu nedenle referandum tek başına meşruiyet üretmez, aksine sürecin otoriter niteliğini perdeleme aracına dönüşebilir.
SONUÇ: ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ DEĞİL, ÖNCE DEMOKRATİKLEŞME
Demokratikleşme gerçekleşmeden yapılan anayasa değişikliği, halk iradesine değil, iktidar ihtiyacına dayanır. Bu tür girişimler kısa vadede “hukuki başarı” gibi görünse de uzun vadede siyasal krizleri derinleştirir, toplumsal kutuplaşmayı artırır ve rejim meşruiyetini zedeler.
Bu nedenle öncelik anayasa değişikliği değil, yargı bağımsızlığının sağlanması, medya özgürlüğünün iadesi, muhalefetin bastırılmasına son verilmesi ve toplumsal diyalogun güçlendirilmesi olmalıdır.