“Şiirimiz karadır abiler
Kendi kendine çalan bir davul zurna
Sesini duyunca kendi kendine güreşmeye başlayan
Taşınır mal helalarında kara kamunun
Şeye dar pantolonlu kostak delikanlıların şiiridir
Aşk örgütlenmek demektir, bir düşünün abiler”
Ece Ayhan
Bu yazı boyunca bana düşünsel olarak eşlik edecek iki referans var. İlki, Ece Ayhan’ın “Şiirimiz karadır” dizesi; ikincisi ise Frantz Fanon’un Siyah Deri, Beyaz Maskeler kitabı.
Ece Ayhan bu tartışmanın edebi akrabasıdır. Onun dili, benim derdimle aynı yerden konuşur. Şiirin renginden çok, durduğu yerin rengini tarif eder. Bunu yaparken şehrin bulvarlarındaki ağaçların rahatını kaçırır. Bu rahatsızlığı seviyorum. Çünkü beni daha iyi yapacağını biliyorum.
Zihnim ve yüreğim; gölgede kalanların, mümkünlerin kıyısında duranların, eğri yürüyenlerin, karaşınların ve arızaların sesleriyle meşgul. Hakikati steril kavramlarla değil; yarayla, deneyimle, mücadeleyle söyleyenlerin… Durumun bilgisi ve yasası dışında, bir “çatlak”tan, bir “yarık”tan konuşanların sesiyle…
Fanon’un açtığı epistemik yarık
Fanon tam da bu yarıkta durur. Siyah Deri, Beyaz Maskeler’i yalnızca bir kimlik metaforu olarak ele almaz. Bilginin kim tarafından belirlendiğine dair açık bir iktidar teşhiri yapar. Bunu “mor külhani” bir öfkeyle yapar ve neden bunun “toprak” meselesinden bile daha hayati olduğunu söyler.
Bu nedenle Fanon, yalnızca sömürgeleştirilmiş öznenin psikolojisini değil, aynı zamanda bilginin kolonyal dolaşımını da ifşa eder. Kimin konuştuğu, kimin dinlendiği, kimin bilgi üretebildiği sorusu burada merkezîdir.
Tartışmanın zemini: sosyalizm, Kürtler ve epistemik sınırlar
Uzun zamandır yazmıyordum. Bunun nedeni zihinsel bir geri çekilme değil. Aksine, “süreç” başladığından beri düşünsel hızım yazının önüne geçti.
Öcalan’ın yaz aylarında dolaşıma sokulan Perspektif metni ve DEM Parti’nin “Sosyalizm Yeniden” konferansına gönderdiği son metin, Türkiye sol/sosyalist hareketini sert bir tartışmanın içine çekti. Rüzgârlar her yönden esiyor.
Bu tartışmalara, kaçınılmaz oldukları için değil, sundukları imkânlar nedeniyle olumlu yaklaşıyorum. Belirsiz bir müzakere sürecini bir hakikate bağlama çabası ve bu hakikat etrafında öznelleşmenin diri tutulması kadar, sosyalizmin çoğul düzeyleriyle yeniden düşünülmesi açısından da bu fırtınaya ihtiyacımız var.
Öcalan’ın metinlerine katılıp katılmamaktan bağımsız olarak, bu metinlerin hem Türkiye sol/sosyalist hareketinin hem de KÖH’ün epistemik sınırlarını açığa çıkardığını düşünüyorum. Bu sınırların üzerinde yarattığı sarsıntıyı önemsiyorum.
Epistemik çatlak ve kolonyal konum sorunu
Marks’ın “metabolik çatlak” kavramı, sosyalizmi ekolojiyle birlikte düşünürken sıkça başvurduğumuz bir kavramdır. Buradan hareketle “epistemik çatlak” kavramını öneriyorum.
Kapitalizm insanla doğa arasındaki ilişkiyi nasıl bozuyorsa, kolonyalizm de toplumların hakikat rejimleri arasında benzer bir yıkım yaratır. Bu yıkım, yalnızca maddi değil; aynı zamanda bilgisel ve siyasal bir yıkımdır.
Kendi pozisyonumu, bu sarsıntının açtığı epistemik çatlağa ve oradan doğabilecek imkâna yerleştiriyorum.
Eleştiri mi, kolonyal refleks mi?
Kürtlerin sosyalizme dair kurduğu sözleri eleştirmeden önce, bu sözlerin nasıl bastırıldığını; ne söylendiğinden çok, hangi konumdan söylendiğini sorun etmek gerektiğini düşünüyorum. Çünkü burada mesele, basit bir teorik ayrımdan ibaret değildir.
Elbette eleştiri yapılmalı. Hiçbir düşünce kendini eleştirinin dışında tutamaz. Ancak hazır bir tartışma zemini doğmuşken, sosyalizmi yalnızca kendimize ait bir söylem alanı gibi görüp meseleyi “vurun abalıya”ya çevirmeden önce, hangi konumdan konuştuğumuzu sormak zorundayız.
Hakaret etmiyor olmamız, üslubumuzun düzgün ya da dilimizin akademik olması, bizi otomatik olarak kolonyal olmayan bir yere yerleştirmiyor. “Nesnel” ve “akılcı” olduğumuzu düşünürken bile, bilgi hiyerarşisinin sürekliliği içinden konuşuyor olabilir miyiz?
Kadın mücadelesi bize ne söylüyor?
Bu soru, kadın mücadelesiyle kurduğumuz ilişkiyi hatırlatmıyor mu? Kadın mücadelesi bugünkü düzeyine ulaşmadan önce, erkek olmanın sağladığı rahatlıkla konuşabiliyorduk. Bugün ise hangi konumdan konuştuğumuza daha fazla dikkat ediyoruz.
Benzer bir titizliği KÖH’e yönelttiğimiz eleştirilerde de göstermiyor muyuz? “Bunca yıllık mücadele yoldaşlarımız, stratejik ittifakımız, acaba sosyal şoven mi görünürüz?” kaygısı, aslında kendi konumumuzu sorun ettiğimiz anlara işaret etmiyor mu?
Ayrışalım
Bu yazının son sözü şudur:
Kürtlere sosyalizmi konuşmayı çok gören, onların hakikat üretme kapasitesini tanımayan, bilginin akış yönünü kendinden menkul sayan, sosyalizmin çoğulluğuna kapalı, kendini Marksizmin hakem koltuğuna oturtan “atanamamış kayyumlar”dan ve onların biricik, sarışın, mavi gözlü sosyalizmlerinden ayrışalım.
Dekolonizasyon şart abiler.
Zeki Yaş
23 Aralık 2025
