Close Menu
Siyasi HaberSiyasi Haber

    Subscribe to Updates

    Get the latest creative news from FooBar about art, design and business.

    What's Hot

    İstanbul barajlarında doluluk oranı yüzde 27’ye düştü

    5 Ekim 2025

    Samandağ’ın Kurtderesi Mahallesi’nde “Topraklarımızı Savunuyoruz” mitingi: “Bu topraklardan bizi kovmalarına izin vermeyeceğiz”

    5 Ekim 2025

    Gazze Planı: Bölgesel teslimiyete giriş

    5 Ekim 2025
    Facebook X (Twitter) Instagram
    Facebook X (Twitter) Instagram
    Siyasi HaberSiyasi Haber
    • Güncel
      • Ekonomi
      • Politika
      • Dış Haberler
        • Ortadoğu
        • Dünya
      • Emek
      • Kadın
      • LGBTİ+
      • Gençlik
      • Ekoloji ve Kent
      • Haklar ve özgürlükler
        • Halklar ve İnançlar
        • Göçmen
        • Çocuk
        • Engelli Hakları
      • Yaşam
        • Eğitim
        • Sağlık
        • Kültür Sanat
        • Bilim Teknoloji
    • Yazılar

      Avrupa’da iki hayalet dolaşıyor: Faşizmin ruhu ve komünizmin hayaleti

      2 Ekim 2025

      Uçakta engelli yolcuların bitmeyen çilesi

      2 Ekim 2025

      Alevilik “tekçiliğe” sığmaz

      28 Eylül 2025

      İtiraf: Hukukun Sönümlendirilmesi Gerekir

      28 Eylül 2025

      “Bozkırın Tezenesi”: Neşet Ertaş’ın anısına

      25 Eylül 2025
    • Seçtiklerimiz

      Gazze Planı: Bölgesel teslimiyete giriş

      5 Ekim 2025

      Yapay zeka ve emek: Bir karşılaşmanın diyalektiği

      4 Ekim 2025

      McCarthycilik ve Ayşe Barım meselesi

      4 Ekim 2025

      ‘Gizli (stealth) sömürgecilik’ ve Türkiye

      3 Ekim 2025

      ‘Türkiye İçin Enternasyonal Marşı’nın bestesi gün yüzüne çıkınca

      2 Ekim 2025
    • Röportaj/Söyleşiler

      Beyza Üstün: Sadece halklar değil tüm canlılar, ekosistemler özgür olmalı

      1 Ekim 2025

      David Adler: İsrail ablukasının normalleştirilmesine direnmeliyiz

      28 Eylül 2025

      Yıldız Tar: İktidarın bekası çözümsüzlükte, toplumun bekası barışta

      25 Eylül 2025

      Elif Torun: Esas alınacak olan, işçi sınıfının ve Kürt halkının birleşik devrim mücadelesidir

      24 Eylül 2025

      Venezuela Komünist Partisi’nden Andrade: Anti-kapitalizm olmadan anti-emperyalizm olmaz

      21 Eylül 2025
    • Dosyalar
      • “Süreç” ve Sol
      • 30 Mart Kızıldere Direnişi
      • 8 Mart Dünya Kadınlar Günü 2022
      • AKP-MHP iktidar blokunun Kürt politikası
      • Cumhurbaşkanlığı Seçimleri
      • Ekim Devrimi 103 yaşında!
      • Endüstri 4.0 üzerine yazılar
      • HDK-HDP Tartışmaları
      • Kaypakkaya’nın tarihsel mirası
      • Ölümünün 69. yılında Josef Stalin
      • Mustafa Kahya’nın anısına
    • Çeviriler
    • Arşiv
    Siyasi HaberSiyasi Haber
    Anasayfa » Yapay zeka ve emek: Bir karşılaşmanın diyalektiği

    Yapay zeka ve emek: Bir karşılaşmanın diyalektiği

    ENSAR YILMAZ Kısa Dalga için yazdı: "Bu dönüşümün yönü ve toplumsal etkileri uygulanacak politikalarla şekillendirilebilir. Doğru tasarlanmış eğitim reformları, sosyal koruma ağları, aktif emek piyasası politikaları ve yeniden dağıtım mekanizmaları aracılığıyla, teknolojinin emek piyasalarında yaratabileceği olası tahribatlar yönetilebilir, kontrol altına alınabilir ve hatta bu süreç daha adil ve kapsayıcı bir ekonomik modele dönüştürülebilir."
    Ensar Yılmaz4 Ekim 2025
    Facebook Twitter Pinterest LinkedIn WhatsApp Reddit Tumblr Email
    Share
    Facebook Twitter LinkedIn Pinterest Email

    Tarihsel anlamda insanlık mekanik verimliliği artıran buluşlarla sanayi çağına geçiş yapmıştı. Günümüzde ise bilişsel verimliliği ve kapasiteyi artıran yapay zeka (YZ) teknolojileri, yeni bir bilişsel çağın eşiğinde olduğumuzu gösteriyor. Bu geçiş, ekonomiler, işgücü piyasaları ve toplumsal yapı üzerinde geniş kapsamlı etkiler yaratmaktadır. Çalışmanın doğası ve üretimde insanın özgünlüğü hakkındaki uzun süredir kabul gören inançları sorgulatmaktadır. Zeka-benzeri sistemler daha yetkin hale geldikçe, insan ile YZ arasındaki sınırlar giderek bulanıklaşıyor, hem fırsatlar hem de sarsıntılar yaratıyor.

    YZ’nin hızla ilerlemesi yalnızca sanayileri dönüştürmekle kalmıyor, aynı zamanda muazzam finansal sermayeye ve seçkin teknik uzmanlığa halihazırda hükmeden küçük bir grup firmanın elinde güç yoğunlaşmasını da hızlandırıyor. Bu baskın aktörler —başta Alphabet, Amazon, Microsoft, Apple ve Meta gibi teknoloji devleri— muazzam veri rezervlerini, özel algoritmalarını ve en üst düzey yeteneklerini kullanarak piyasa liderliklerini pekiştiriyorlar. Birkaç yenilikçi girişimin bu hiyerarşiyi sarsması ve bazı mevcut devlerin tökezlemesi ya da el değiştirmesi hâlâ mümkün olsa da teknoloji dünyasının zirvesi olağanüstü biçimde yalıtılmış durumdadır. Bu seçkin grup kendi içinde kapalı bir döngü halinde işlemektedir. YZ teknolojileri hayatın daha fazla alanında merkezi hale geldikçe, bu yoğunlaşma, demokratik hesap verebilirlik, ekonomik adalet ve toplumsal kontrol hakkında derin sorular gündeme getiriyor.

    Dahası, eşi görülmemiş mali imkânlarla donanmış bu şirketler, yalnızca dijital alanı hâkimiyetleri altına almakla yetinmiyor. Sağlık, finans, medya, lojistik ve eğitim gibi bir zamanlar Silikon Vadisi’nin erişimine kapalı olduğu düşünülen geleneksel sektörlere agresif biçimde genişliyorlar. Aynı zamanda otonom araçlar, drone lojistiği, biyoteknoloji, uzay altyapısı ve yeni nesil bilişim gibi öncü alanlarda da erkenden pay kapmaya çalışıyorlar. Sonuç olarak geleceğin mimarisi üzerinde giderek sıkılaşan bir hâkimiyet kurulmakta; bu da eşitsizliklerin derinleşmesinde ve dijital çağın şekillenmesinde demokratik alternatiflerin daralması riskini beraberinde getirmektedir. Ancak ben bu yazıda, tartışmayı yapay zekanın emek piyasaları üzerindeki etkisiyle sınırlandıracağım.

    Teknolojik işsizlik: Yeni düzenin eski kabusu

    Teknolojinin emek üzerindeki yıkıcı etkisine dair tartışma yüzyıllardır süregelmektedir. K. Marx, kendisinden önceki işçi kökenli insanların uyarılarını temel alarak, kapitalizm altında verimliliği artırmak için geliştirilen teknolojik ilerlemelerin doğası gereği işgücüne zarar vereceğini savundu. Das Kapital’de, makinelerin işçileri zanaatlarından kopardığını ve ücretleri bastırmak için kullanılan “yedek işgücü ordusu”nu yarattığını belirtti. Ona göre otomasyon yalnızca işçileri geçici olarak yerinden etmiyor, emeği üretim sürecinde sistematik olarak değersizleştiriyordu. Bu kaygı, Büyük Bunalım döneminde J. M. Keynes’in (1930) “Economic Possibilities for Our Grandchildren” adlı yazısında “teknolojik işsizlik” kavramını ortaya atmasıyla yeniden canlandı. Keynes makinaların, insan emeğine duyulan ihtiyacın önüne geçebileceğini belirtti. Ancak Marx’ın yapısal eleştirisinin aksine Keynes bunu yalnızca geçici bir uyum sorunu olarak nitelendirdi; üretkenlik artışlarının nihayetinde insanlığı aşırı çalışmaktan kurtaracağı bir gelecek hayal etti. Onun iyimser öngörüsü haftada 15 saatlik iş süresi ve bir “boş zaman çağı”ydı; fakat bu, şu ana kadar gerçekleşmeyen köklü bir servet dağılımı dönüşümünü varsayıyordu.

    Keynes’in boş zamanla dolu geleceğe dair iyimser öngörüsü Büyük Bunalım’ın ardından gerçekleşmese de, onun temel içgörüsü—kısa vadeli teknolojik sarsıntıların uzun vadeli toplumsal faydalar doğurabileceği—Joseph Schumpeter’in yaratıcı yıkım teorisiyle uyumluydu. Özellikle II. Dünya Savaşı sonrası ekonomik patlama döneminde (1950–1960’lar), istihdam oranlarının ve reel ücretlerin benzeri görülmemiş artışı, teknolojik ilerlemenin nihayetinde işgücü fırsatlarını daraltmak yerine genişletebileceğini kanıtlar nitelikteydi. Bu refah dönemi, hem Keynes’in geçici uyum inancına hem de Schumpeter’in yenilik temelli sarsıntıların ekonomik yenilenme için elzem olduğu argümanına dayanak sağladı.

    Tarihsel olarak, hızlı otomasyona rağmen uzun vadede istihdam düzeyleri ve emeğin ekonomideki payı sabit kalabildi. İkinci Sanayi Devrimi (1850-1914) bunun güçlü bir tarihsel örneğidir. Bu dönem yalnızca aşamalı bir emek ikamesi çağı değildi —at arabalarının trenlerle, yelkenlilerin buharlı gemilerle, liman işçilerinin vinçlerle yer değiştirdiği bir dönem— aynı zamanda ilave emek yaratımının da yaşandığı bir çağdı. Yeni teknolojiler, mühendisler, makinistler, kondüktörler, ofis çalışanları ve yöneticiler gerektirdi. Dvid Landes (1969), Alfred Chandler (1977) ve Joel Mokyr (1990) gibi akademisyenler bu süreci ayrıntılı biçimde incelediler. Bu gelişmeler, ekonomideki iş miktarının sabit olduğu görüşünü çürüttü. Eğer gerçekten iş miktarı sabit olsaydı, günümüzde işsizlik çok daha yüksek olurdu. Birkaç kuşak önce nüfusun büyük çoğunluğu tarımda çalışıyordu; bugün gelişmiş ekonomilerde yalnızca %2–3’ü bu alandadır. Gerçekte yerinden edilen işçiler çoğu zaman zamanla yeni sektörlere geçiş yaptı.

    Bununla birlikte, Malthusçu fikirlerden etkilenen bazı düşünürler insan emeğini hayvan emeğiyle eş tutma eğilimindeydi. Fakat buna karşı, Henry George, şunu belirtir: “Hayvanla insan arasında bir fark vardır. Hem atmaca hem insan tavuk yer, ancak daha fazla atmaca daha az tavuk demektir; oysa daha fazla insan daha fazla tavuk demektir” (George, 1879, Bölüm III). Benzer şekilde, insanlar için gıda arzı sabit olmadığı gibi, iş sayısı da sabit değildir. İnsan yaratıcılığı, yenilik yapabilme ve yeni sektörler ile roller geliştirme kapasitesi, istihdam olanaklarının emek arzıyla birlikte artmasını sağladı. Bu uyarlanma ve yaratıcılık, teknolojik ilerlemenin etkilerine karşı işgücü piyasasını dinamik tutan ve istihdam artışını destekleyen benzersiz insani özellikleri ortaya koyar.

    Fakat buna rağmen, tarihsel olarak önemli teknolojik değişim dönemleri, yeni teknolojilerin birçok işçiyi işsiz bırakacağı korkularını sıkça tetiklemiştir. J. Mokyr, C. Vickers ve N. L. Ziebarth (2015), “The History of Technological Anxiety and the Future of Economic Growth: Is This Time Different?” adlı çalışmalarında, bu konuya dair literatürün kapsamlı bir incelemesini sunarak bu kaygıların sürekliliğini göstermektedir. Bununla birlikte, 19. ve 20. yüzyıllardaki tarihsel kanıtlar, bu korkuların çoğu zaman gerçekleşmediğini, çünkü yeni iş fırsatlarının genellikle yeni teknolojilerin emek tasarrufu sağlayan etkilerinden daha hızlı arttığını ortaya koymaktadır.

    Ancak son yıllarda teknolojik işsizlik endişeleri yeniden güçlenerek gündeme geldi. Bu yeni kaygılar, otomasyon ve dijitalleşmenin hızlı ilerlemesiyle körüklenmekte; bir zamanlar yalnızca insanlara özgü olduğu düşünülen görevlerin giderek daha fazlasına sirayet etmektedir. Karmaşık akıl yürütme, duyusal algı ve karar verme gibi faaliyetler artık hesaplama gücü, robotik ve yapay zekadaki kayda değer ilerlemeler kaydediyor. Bu yenilikler yalnızca makinelerin verimliliğini artırmıyor; makinelerin insan yetilerini taklit etme sınırlarını da temelden yeniden tanımlıyor. Bu dönüşüm şu kritik soruları gündeme getiriyor: Bu teknolojiler, tekrarlayan ve rutin işleri üstlenerek insan emeğini tamamlayacak, insanlara daha yaratıcı ve karmaşık faaliyetlere odaklanma imkânı mı verecek? Yoksa işgücünün önemli bir kısmını yerinden ederek daha yüksek işsizlik ve durağan ücretlere mi yol açacak?

    Bu tartışmanın olduğu bir ortamda, modern ekonomik sistemi kökten dönüştüren derin bir olgu önümüze çıkmaktadır: olağanüstü piyasa değerlerine ulaşan şirketlerin son derece az sayıda istihdam üretmeleri. Günümüzün girişimleri ve teknoloji firmaları, geleneksel sanayi işletmelerine kıyasla piyasa değeri başına çok daha az istihdam yaratmaktadır. Bu eğilim, iktisadi büyüme ile iş yaratmanın el ele ilerlediği 20. yüzyıl iktisadi modelinden temel bir kopuşu ortaya koymaktadır. Özellikle sosyal medya endüstrisi bu eğilimin simgesidir: muazzam piyasa değerine hükmeden, ancak görece küçük işgücüne dayanan şirketler. Örneğin, YouTube’un Google tarafından 2006’da 1,65 milyar dolara satın alındığında yalnızca altmış beş çalışanı vardı. Instagram’ın Facebook tarafından 2012’de 1 milyar dolara satın alındığında yalnızca on üç çalışanı vardı. WhatsApp da Facebook’un 2014’te 19 milyar dolara satın aldığı sırada yalnızca elli beş çalışana sahipti. Bu örnekler, olağanüstü değerli şirketlerin artık çok küçük işgücüyle faaliyet gösterebildiği köklü bir dönüşümü gözler önüne sermektedir.

    Çok sayıda akademik çalışma, mevcut işlerin önemli bir bölümünün otomasyon ve dijitalleşme riski taşıdığını öne sürmektedir. Yapay zeka ve robotikteki hızlı ilerlemeler, bu teknolojilerin işleri dramatik biçimde yeniden şekillendireceği endişesini artırıyor. Frey ve Osborne (2013), ABD’deki işlerin %45 ila %57’sinin otomasyona açık olduğunu tahmin etmektedir. McKinsey ve Dünya Bankası gibi kurumların yaptığı benzer analizler OECD ülkeleri için de benzer rakamlar ortaya koymuştur. Bu genişleyen literatür, meselenin küresel önemine işaret ediyor. Benzer metodolojilerle yapılan uluslararası çalışmalar, otomasyon riskinin ülkeden ülkeye değişen bir profil çizdiğini ortaya koyuyor. Mesleklerin risk düzeyi evrensel olarak benzer kabul edilse de, her ülkenin kendine özgü meslek yapısı, nihai etkiyi belirliyor. Örneğin, Pajarinen ve Rouvinen (2014) Finlandiya’daki işlerin %35’inin, Brzeski ve Burk (2015) ise Almanya’dakilerin %59’unun yüksek düzeyde otomasyon riski altında olduğunu tahmin ediyor. Bowles (2014), Avrupa’daki otomasyona açık işlerin oranının %45 ile %60’ın üzerinde değiştiğini, özellikle Güney Avrupa ülkelerinin daha savunmasız olduğunu belirtiyor. Bu bölgesel farklılıklar, işgücü kompozisyonunun önemini ve politika çözümlerinin ülke bağlamına göre şekillendirilmesi gerektiğini gösteriyor.

    Ancak, birçok araştırma yapay zeka ve otomasyonun işgücü üzerindeki potansiyel etkilerinin abartılmaması gerektiği konusunda uyarıda bulunmaktadır. Zira yüksek risk altında görülen mesleklerin çoğu, otomasyona dirençli olan karmaşık görevleri de içermektedir. Bu tartışmaya önemli bir katkı, M. Arntz, T. Gregory ve U. Zierahn’ın (2016) “The Risk of Automation for Jobs in OECD Countries: A Comparative Analysis” başlıklı çalışmasından gelmiştir. 21 OECD ülkesinde yaptıkları ve görev bazlı bir analize dayanan araştırma, bu ülkelerdeki işlerin ortalama sadece %9’unun yüksek düzeyde otomasyona açık olduğunu ortaya koymuştur; bu oran, meslek bazlı önceki tahminlerin oldukça altındadır. Çalışma ayrıca önemli ulusal farklılıkları da gözler önüne serer: Otomasyon riski Güney Kore’de %6 iken, bu oran Avusturya’da %12’ye kadar çıkmaktadır.

    Bu anlamda, otomasyon ve YZ tartışması sıklıkla görevlerin otomasyonu ile tüm mesleklerin ortadan kalkmasını birbirine karıştırmaktadır. Ampirik kanıtlar ikincisinin nadir, ilkinin ise yaygın olduğunu göstermektedir. McKinsey & Company’nin (2017) önemli bir çalışması bunu destekliyor: mesleklerin %5’inden azı tamamen otomasyona açıkken, %60’tan fazlasının önemli bir kısmı (%30 ve üzeri) otomasyona uygun görevler içermektedir. Bu, işlerin toptan kaybolmasından çok kapsamlı dönüşümler yaşanacağını göstermektedir. Bir mesleğin tek bir otomasyona kapalı göreve sahip olması onun tamamen güvenli olduğunu garanti etmez; zira meslekler genellikle farklı sorumluluklardan/görevlerden oluşur. Örneğin hukuk, cerrahlık ve gazetecilik meslekleri kritik görevler içerir, ancak teknolojiler bu görevleri artırıp dönüştürerek işin doğasını kökten değiştirebilir. Bu nedenle, otomasyonun etkisinin düşük olduğu iddiası, yalnızca birkaç mesleğin yok olduğu gerekçesiyle yanıltıcıdır. Daha yaygın olan, işlerin içeriklerinin teknolojiyle yeniden şekillendiğidir. Dolayısıyla farklı tahmin ve sonuçlar, teknolojinin işgücü piyasaları üzerindeki çelişkili etkilerinden kaynaklanmaktadır.

    Dijital proletarya: Yapay zeka çağının yeni işçi sınıfı

    Daniel Susskind, “A World without Work” (2020) adlı kitabında, YZ’nin istihdamı üç temel yolla şekillendirdiği yenilikçi bir sınıflandırma sunar: (i) verimlilik etkisi, (ii) büyüyen-pasta etkisi ve (iii) değişen pasta etkisi. Bu çerçeveyi genişleterek, ben de dördüncü bir etki olarak (iv) sanal emek mobilitesi etkisini önermek istiyorum.

    (i) Verimlilik etkisi: Bu, teknolojinin emek verimliliği ve görev dağılımı üzerindeki etkisini ifade eder. Teknoloji yalnızca işçilerin yerini almakla kalmaz, aynı zamanda insan emeğini otomasyona uygun görevlerden uzaklaştırarak makinelerin daha az etkili olduğu alanlarda verimliliğini artırır. Bu yeniden görev dağılımı, işçilerin daha karmaşık, yargı- yoğun veya kişiler arası işlevlere odaklanmasına olanak tanır ve toplam çıktıyı artırır. Üretkenlik arttıkça tüketiciler daha düşük fiyatlar veya daha yüksek kalite ile fayda sağlar ve bu da talebi artırarak insan emeğinin gerekli olduğu tamamlayıcı işlerde istihdamını artırabilir.

    Ancak bu etkinin sürdürülebilirliği kritik bir koşula bağlıdır: İnsanların ilgili alanlarda otomasyon ve YZ’dan daha iyi performans göstermeye devam etmesi gerekir. Eğer YZ karmaşık bilişsel veya fiziksel görevlerde bile insanların yerine geçerse, bu alanlardaki emek talebi düşer. Örneğin, günümüz navigasyon teknolojileri taksi şoförlerinin trafik ve yabancı sokaklarda daha verimli çalışmasını sağlar; burada teknoloji insan becerisini tamamlar. Ancak bu tamamlayıcılık geçici olabilir. Otonom sürüş sistemleri (sürücüsüz araba gibi) insanlardan daha güvenli ve güvenilir hale geldiğinde, insan sürücülüğünün karşılaştırmalı üstünlüğü ortadan kalkar. Bu noktada sürücülerin emeğinin değeri büyük ölçüde azalacaktır; tıpkı elektrikli aydınlatma ve endüstriyel dokumayla birlikte mum ustalarının ve dokumacıların ekonomik öneminin ortadan kalkması gibi. Verimlilik etkisi bu nedenle kritik bir geçişi gösterir: teknoloji insan emeğini önce destekler, sonra ise teknolojik ilerlemenin kapsamına bağlı olarak onu işlevsiz hale getirebilir.

    (ii) Büyüyen-pasta etkisi: Ekonomi bir “pasta” gibi düşünüldüğünde, teknolojik yenilik bu pastayı büyütür. Bu büyüme, bir sektörde yerinden edilenlerin başka bir büyüyen sektörde iş bulmasına imkân tanır; artan gelirler, farklı sektörlerde emeğe olan talebi artırır. Örneğin, otomasyon nedeniyle kaybolan üretim işleri genellikle hizmetler, bilgi teknolojileri, sağlık ve bilgiye dayalı diğer alanlarda istihdam artışıyla dengelenmiştir. Bu kayma, tüketici harcamalarını artıran ve daha geniş mal ve hizmet ihtiyacını doğuran yenilik kaynaklı ekonomik büyümeyle beslenmiştir.

    Ancak, tarihte olduğunun aksine, insan emeğine olan talebi sürdürmek veya artırmak için “büyüyen-pasta etkisine” bel bağlamak giderek daha belirsiz hale gelmektedir. Bu belirsizlik, verimlilik etkisinde görülen benzer bir sorundan kaynaklanır: büyüyen-pasta etkisi yalnızca ekonomik büyümenin talep ettiği mal ve hizmetlerin üretiminde insanlar YZ’dan daha iyi performans göstermeye devam ettiği sürece işçilere fayda sağlar. Teknoloji ilerledikçe makineler ve yapay zeka sistemleri, giderek daha geniş bir yelpazedeki görevleri insanlardan daha verimli ve etkili biçimde yerine getirebilmektedir. Veri işleme, örüntü tanıma (pattern recongnition), lojistik ve hatta içerik üretimi gibi yaratıcı alanlarda dahi yapay zeka insan performansını aşmaya başlamaktadır. Ekonomik büyüme ve teknolojik yenilik ekonomik pastayı genişletmeye devam edecek olsa da, bunun insan emeğine daha fazla talep olarak yansıması, insanların makineler karşısında benzersiz üstünlüklerini koruyup korumadıklarına bağlıdır.

    (iii) Değişen pasta etkisi: Bu etki, teknolojik yeniliğin ekonomik faaliyetleri sektörler arasında nasıl yeniden dağıttığını, bazı endüstrilerin gerilemesine yol açarken yenilerinin ortaya çıkmasına nasıl zemin hazırladığını açıklar. Bu dönüşüm, işçilerin hızla evrilen işgücü piyasasında ayakta kalabilmek için yeni beceriler edinmesini veya farklı rollere geçiş yapmasını gerektirir. Tarihsel olarak bu etki, yalnızca ekonomik “pastayı” büyütmekle kalmamış, aynı zamanda pastayı şekillendiren yeni “malzemeler” —yeni ürünler, hizmetler ve endüstriler— katmıştır. Teknolojik ilerlemeler insanların yaşam biçimlerini, tüketim alışkanlıklarını ve üretim yöntemlerini değiştirmiştir. Yenilikler ekonomik büyümeyi tetikledikçe artan gelirler tüketicilerin yalnızca mevcut ürünlerden daha fazla satın almalarını değil, aynı zamanda daha önce olmayan ya da lüks sayılan ürün ve hizmetleri talep etmelerini sağlamaktadır.

    Buna açık bir örnek, 1990’lardan önce neredeyse hayal edilemez olan web geliştirme, dijital pazarlama, içerik üretimi ve sosyal medya yönetimi gibi yepyeni alanların doğmasına yol açan internetin yükselişidir. Bu hizmetler günlük yaşamın ve iş dünyasının vazgeçilmez parçaları haline geldikçe, geleneksel sektörlerden yerinden olan işçiler hızla büyüyen dijital alanlarda iş bulmuştur. Benzer şekilde, tıbbi teknolojideki ilerlemeler tele-tıp, takılabilir sağlık cihazları ve kişiselleştirilmiş tıp gibi yenilikler ortaya çıkarmıştır. Bu gelişmeler, sağlık çalışanları, mühendisler ve teknisyenler için daha önce mevcut olmayan iş fırsatları yaratmıştır. Ekonomideki bu sürekli yeniden yapılanma, teknolojik ilerlemenin dinamik doğasını ve çalışma biçimlerini, tüketim kalıplarını ve yeni fırsatların doğduğu alanları sürekli dönüştürdüğünü göstermektedir.

    Ekonomistler geleceği değerlendirirken değişen pasta etkisi sıkça önemli bir iyimserlik kaynağı olarak öne çıkar. Bu etki, teknolojik ve ekonomik değişimlerin yeni ürünler ve hizmetler doğurarak ekonomiyi yeniden şekillendireceğini, yeni istihdam ve büyüme fırsatları yaratacağını ifade eder. Mokyr, Vickers ve Ziebarth (2015), bu iyimserliği, “gelecek kesinlikle bugün hayal bile edilemeyen, ancak 2050 veya 2080’in vatandaşları tarafından vazgeçilmez olarak görülecek yeni ürünler getirecektir” diyerek ifade eder. Bu bakış açısı, yeniliklerin tüketici davranışlarını ve taleplerini beklenmedik biçimde değiştirerek ekonomik manzarayı kökten dönüştürdüğü tarihsel modele uygundur. Benzer şekilde, D. Autor ve D. Dorn (2013), teknolojik ilerlemenin tarihsel olarak ulusal geliri artıran ve toplam işgücü talebini yükselten yeni ürünlerin ve hizmetlerin ortaya çıkmasında katalizör olduğunu vurgulamaktadır. D. Autor (2014) ise, 20. yüzyılın başındaki çiftçilerin, yüz yıl sonra sağlık, finans, bilişim, tüketici elektroniği, turizm, eğlence gibi sektörlerin tarımdan çok daha fazla işçi çalıştıracağını öngörmelerinin ne kadar düşük ihtimal olacağını hatırlatarak, ekonomik evrimin öngörülemezliğini vurgulamaktadır. Bu yanıyla, yazarlar ekonomilerin uyum sağlama ve dönüşme yeteneğine dikkat çekmekte, yeni sektörlerin yerinden edilen işçileri emebileceğini ve bol miktarda istihdam yaratabileceğini belirtmektedirler.

    Acemoglu ve Restrepo (2018), değişen pasta etkisinin bu yönünü Wassily Leontief’in ünlü karamsar işgücü geleceği görüşlerine karşı bir argüman olarak öne sürer. Leontief (1952), “atların başına gelen insanların başına gelecek” demişti: traktör ve arabaların atları gereksiz kılması gibi, yeni teknolojiler de eninde sonunda insan emeğini gereksiz kılacaktır. Ancak Acemoglu ve Restrepo, bu benzetmenin insan işgücü piyasalarının dinamik ve uyarlanabilir doğasını göz ardı ettiğini savunmaktadır. Atların aksine insanlar öğrenme, uyum sağlama ve teknolojik ilerlemelerle yaratılan yeni rollere geçme yeteneğine sahiptir. Örneğin, üretimdeki endüstriyel otomasyon birçok manuel montaj hattı işini ortadan kaldırmış, ancak makine işletimi, bakım, programlama ve kalite kontrol gibi yeni fırsatlar yaratmıştır. Benzer şekilde, dijital devrim bazı manuel ofis işlerini azaltırken bilgi teknolojileri, dijital pazarlama ve veri analizi alanlarında yeni işler doğurmuştur.

    (iv) Sanal işgücü hareketliliği etkisi: Yeni teknoloji aynı zamanda işlerin başka ülkelere taşınmasını (offshoring) veya geri getirilmesini (reshoring) tetikleyen dinamikleri harekete geçiriyor. Rutin işler otomasyona geçtikçe ucuz emek önemini yitiriyor ve bu türden işlerin ülkeye geri dönmesi kolaylaşıyor. Fakat daha yüksek beceri gerektiren profesyonel işler ise dış ülkelere taşınıyor. Bu kaymada yapay zeka ve büyük veri devrimi önemli bir katalizör rolü oynuyor, çünkü bu araçları kullanan zeki bir offshore işçisi, kısa sürede gelişmiş ülkelerdeki yüksek maaşlı profesyonellerle rekabet edebilecek düzeye geliyor.

    Son yıllarda ABD’de fabrika işleri, otomasyon destekli ülkeye geri getirme (reshoring) sayesinde mütevazı bir canlanma yaşıyor. Örneğin, tekstil sektörü 1990-2012 arasında 1,2 milyon iş kaybetmişti; ancak 2009-2012’de ihracat %37 artışla 23 milyar dolara ulaştı. Bu toparlanma, ucuz yabancı işgücüne bağımlılığı azaltan ileri otomasyona dayanıyor. Otomatik fabrikalar daha az imalat işi yaratsa da lojistik ve tedarik sektörlerinde istihdamı destekliyor. Ayrıca, Çin’deki yükselen işçi maliyetleri de üretimi ABD’ye çekiyor. Ancak istihdam potansiyeli sınırlı kalıyor. Buna karşılık, Çin 1995-2002 arasında 16 milyon fabrika işi kaybetti. Foxconn gibi şirketlerin hızlı otomasyonu, küresel imalatta emeğin geleceğini yeniden şekillendiriyor.

    Gelişmiş yapay zeka araçları, yüksek vasıflı işlerde çalışan offshore işçilerin yetkinliklerini önemli ölçüde artırarak, gelişmiş ülkelerdeki meslektaşlarıyla doğrudan rekabet etmelerine olanak tanıyor. Bu durum, hangi işlerin offshore edilebileceğine dair geleneksel sınırları temelden sarsıyor. Örneğin, Bangalore’deki bir programcı, GitHub Copilot gibi araçlarla Silikon Vadisi’ndeki bir mühendisle aynı kalitede kod yazabilirken, Manila’daki bir hukuk asistanı, YZ destekli araştırma araçlarıyla New York’taki bir stajyerin performansına ulaşabiliyor. Bu “sanal işgücü hareketliliği”, işçiler fiziken hareket etmese de işin kendisinin küresel olarak taşınabilir hale gelmesi anlamına geliyor. Ancak emeğin bu entegrasyon vaadi paradoksal bir sonuç doğuruyor: Fırsat eşitliği sağlarken, küresel ücretleri aşağıya doğru yakınlaştırıyor. Bir Alman muhasebecinin işi, YZ sayesinde Polonya’daki biri tarafından yapılabildiğinde, ücretler Almanya seviyesine çıkmak yerine Polonya seviyesine çekilme eğiliminde oluyor. Bu, teknolojiyi sadece bir kolaylaştırıcı değil, aynı zamanda etkin bir ücret baskılama aracı haline getiriyor.

    Yüz yüze etkileşim ihtiyacı, genellikle bir işi yerel olarak konumlandıran bir faktör olarak görülür. Ancak tele-varlık (telepresence) robotları bu sınırları zorlamaktadır ve Kore okullarındaki İngilizce öğretiminin Filipinler’e kaymasını şimdiden mümkün kılmıştır. Yakın gelecekte gelişmiş sanal gerçeklik ortamları, işçilerin müşterilerle uzaktan doğrudan etkileşim kurmalarını daha da kolaylaştıracaktır. Yurt dışına iş verme hızlandıkça, gelişmiş ülkelerdeki üniversite mezunları, sadece ücretlerde değil, aynı zamanda bilişsel yetenekte de zorlu bir rekabetle karşı karşıya kalabilir. Hindistan ve Çin’in toplam nüfusu yaklaşık 2,6 milyar olup ABD nüfusunun sekiz katından fazladır. Bu ülkelerdeki en zeki %5’lik kesim yaklaşık 130 milyon kişiye denk gelmektedir ki bu, ABD nüfusunun %40’ından fazladır. Bu istatistiksel gerçeklik, Hindistan ve Çin’de ABD’den çok daha fazla yüksek zekaya sahip birey bulunduğunu göstermektedir.

    Özetle, teknolojik ilerleme, çağdaş ekonomileri birbiriyle bağlantılı dört temel mekanizma aracılığıyla dönüştürmektedir: verimlilik etkisi (maliyetleri düşürerek hizmet kalitesini artıran verimlilik artışları), büyüyen pasta etkisi (ekonomik kapasitenin genişlemesi), değişen pasta etkisi (sektörlerin yeniden yapılandırılması) ve sanal emek hareketliliği. Bu mekanizmalar birbirinden bağımsız işlemek yerine, dinamik bir sinerji içinde birbirini güçlendirir.

    YZ’nin radyoloji alanına entegrasyonu bu etkileşimi somutlaştıran iyi bir örnektir. Verimlilik etkisi, YZ’nin rutin görüntü analizlerini otomatikleştirerek tanı süreçlerini hızlandırması ve maliyetleri düşürmesiyle kendini gösterir. Bu durum, radyologların insani muhakeme, karmaşık vakaların değerlendirilmesi ve hasta ilişkileri gibi daha üst düzey görevlere odaklanmasına olanak tanır. Aynı zamanda, maliyetlerin düşmesi tıbbi görüntüleme hizmetlerine erişimi artırarak büyüyen pasta etkisini tetikler. Daha ucuz ve hızlı taramalar, sağlık sistemlerinin daha geniş bir hasta kitlesine ulaşmasını sağlarken, koruyucu hekimlik ve kişiselleştirilmiş tıp gibi tamamlayıcı alanlara olan talebi de artırarak ekonomik pastayı büyütür. Öte yandan, değişen pasta etkisi mesleki yapıları dönüştürür: Bazı geleneksel radyoloji görevleri azalırken, YZ-tıp entegrasyonu uzmanlığı, veri analisti ve dijital tanı sistemleri yöneticiliği gibi yeni mesleki alanlar ortaya çıkar. Bu üç mekanizmanın etkileşimi, sanal emek hareketliliği ile küresel bir boyut kazanır. Tele-tıp platformları aracılığıyla Hindistan’daki bir radyolog, ABD’deki bir hastanın görüntülerini analiz edebilir. Bu durum, düşük maliyetli bölgelerdeki uzmanlar için yeni fırsatlar yaratırken, gelişmiş ülkelerdeki yüksek vasıflı işgücü için ücret baskısı oluşturarak işin coğrafi sınırlarını belirsizleştirir.

    Ancak burada kritik bir noktanın altını çizmek gerekir: Bahsedilen bu etkiler, kaçınılmaz veya otomatik olarak gerçekleşen süreçler değildir. Aksine, bu dönüşümün yönü ve toplumsal etkileri uygulanacak politikalarla şekillendirilebilir. Doğru tasarlanmış eğitim reformları, sosyal koruma ağları, aktif emek piyasası politikaları ve yeniden dağıtım mekanizmaları aracılığıyla, teknolojinin emek piyasalarında yaratabileceği olası tahribatlar yönetilebilir, kontrol altına alınabilir ve hatta bu süreç daha adil ve kapsayıcı bir ekonomik modele dönüştürülebilir.


    SH’nin notu: Prof. Dr. Ensar Yılmaz halen Yıldız Teknik Üniversitesi İktisat Bölümü’nde görev yapmaktadır.

    Share. Facebook Twitter Pinterest LinkedIn Tumblr Telegram Email

    İlgili İçerikler

    Gazze Planı: Bölgesel teslimiyete giriş

    5 Ekim 2025

    McCarthycilik ve Ayşe Barım meselesi

    4 Ekim 2025

    ‘Gizli (stealth) sömürgecilik’ ve Türkiye

    3 Ekim 2025
    Destek Ol
    Yazılar
    Tuncay Yılmaz

    Avrupa’da iki hayalet dolaşıyor: Faşizmin ruhu ve komünizmin hayaleti

    Elif Gamze Bozo

    Uçakta engelli yolcuların bitmeyen çilesi

    Ceren Ataş

    Alevilik “tekçiliğe” sığmaz

    Gökay Işık

    İtiraf: Hukukun Sönümlendirilmesi Gerekir

    Bağlantıda Kalın
    • Facebook
    • Twitter
    Seçtiklerimiz
    Fehim Taştekin

    Gazze Planı: Bölgesel teslimiyete giriş

    Ensar Yılmaz

    Yapay zeka ve emek: Bir karşılaşmanın diyalektiği

    Doğan Durgun

    McCarthycilik ve Ayşe Barım meselesi

    Ergin Yıldızoğlu

    ‘Gizli (stealth) sömürgecilik’ ve Türkiye

    Güncel Kalın

    E Bültene üye olun gündemden ilk siz haberdar olun.

    Siyasi Haber, “tarafsız” değil “nesnel” olmayı esas alır. Siyasi Haber, işçi ve emekçiler, kadınlar, LGBTİ+’lar, gençler, doğa ve yaşam savunucuları, ezilen etnik ve inançsal topluluklardan yanadır.

    Devletten ve sermayeden bağımsızdır.

    Facebook X (Twitter) YouTube
    EMEK

    DİSK-AR: Geniş tanımlı işsizlik yüzde 29,7, işsiz sayısı 12 milyonu aştı

    30 Eylül 2025

    Antakya’da inşaat işçileri gasp edilen ücretleri için kule vince çıktı

    30 Eylül 2025

    Hatay’da deprem konutları şantiyesinde işçiler maaşlarını alamayınca vince çıktı

    29 Eylül 2025
    KADIN

    Eskişehir’de kadınlardan Rojin Kabaiş için “adalet zinciri”

    28 Eylül 2025

    Aile yılı ilan edilen 2025’te 200’den fazla kadın öldürüldü

    25 Eylül 2025

    Kadın avukata komşu tacizi: “Evimde yalnız kalmaya korkuyorum”

    14 Eylül 2025
    © 2025 Siyasi Haber. Designed by Fikir Meclisi.
    • Home
    • Buy Now

    Type above and press Enter to search. Press Esc to cancel.