Ülke ormanları, tarım alanları, köyleri yanarken üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmeyip izleyen, hatta kimi yangınlara göz yuman siyasi iktidar, söz konusu sınıf mücadelesinin çoban ateşleri olunca var gücüyle ve tüm imkanlarıyla bu kıvılcımların büyük bir sınıfsal yangına dönüşmemesi için çabalıyor. Öyleyse bize düşen orman yangınlarını durdurmak için sınıf mücadelesi yangınını büyütmek olmalı!
Türkiye’nin gündemi savaş, diplomasi ve seçim hesaplarıyla boğulmuş görünse de ülkenin dört bir yanında, farklı sektörlerde, çaplarda ve biçimlerde işçi sınıfı sessiz ama kararlı bir mücadele yürütüyor. 2025 boyunca süren grevler ve direnişler hem sermayenin hem de siyasal iktidarın baskılarına karşı emek cephesinin demokratik dönüşümün ana güçlerinden olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.
Kesintisiz direniş
Türkiye’de sınıf mücadelesi çoğu zaman güncel siyasi gelişmelerin gölgesinde kaldığı halde bu durum işçi sınıfının mücadele temposunu düşürmüyor. 2025 yılı, farklı sektörlerde, farklı biçimlerde ama birbirine benzer taleplerle süren direnişlerle geçti. İzmir’de Temel Conta işçilerinin aylara yayılan grevi, Toros Tarım’da üretim hatlarının durması, TPI Kompozit’teki ücret ve çalışma koşulları mücadelesi bu yılın en çarpıcı örneklerinden yalnızca birkaçı.
Bu direnişlerin en dikkat çeken yanlarından biri de aynı dönemde birden fazla sektörde gerçekleşiyor olmaları. Bu durum, sendikal bürokrasinin ve sermaye yanlısı siyasi yönetimlerin baskılarına rağmen tabandan gelen tepkinin güçlendiğini gösteriyor.
Sadece bu örnekler bile, Türkiye’de sınıf mücadelesinin sürekliliğini, yerel ölçekte başlayıp ulusal ve uluslararası ölçekte etkiler yaratabilen bir potansiyele sahip olduğunu gösteriyor.
Direnişlerin ortak paydası: Tabandan örgütlenme
TPI Kompozit’ten Toros Tarım’a, Temel Conta’dan Accell Bisiklet’e kadar farklı sektörlerdeki grevler, yer yer sendikal bürokrasiyi aşan taban inisiyatifleriyle sürdürülüyor. Fabrika önlerinde ailelerin katılımıyla tutulan nöbetler, dayanışma ziyaretleri ve sosyal medya kampanyaları direnişin moralini yükseltiyor.
Sermayenin sürekli konsantrasyonu
Bölgesel savaşlar, ekonomik krizler, deprem sonrası yıkım… Hiçbiri Türkiye sermayesinin odağını dağıtmıyor. Kâr marjlarını artırma, yeni pazarlar kapma ve rant alanlarını genişletme hedefleri kesintisiz biçimde sürüyor. Enerji şirketleri yüksek faturalarla rekor kârlar açıklarken, inşaat sermayesi deprem bölgesini bir yatırım sahası gibi görüyor. Gıda, turizm ve lojistikte tekelleşme eğilimleri derinleşiyor.
Bu süreklilik, yalnızca ekonomik bir tercih değil; siyasal iktidarın aktif desteğiyle beslenen bir strateji.
Cumhur İttifakı ile sermaye arasındaki uyum
Cumhur ittifakı sermayenin bu konsantrasyonuyla tam etkileşim ve uyum içerisinde politikalar üretiyor. İşçilerin kazanılmış haklarının geriletilmesi (son olarak turizm sektöründe haftalık izin hakkının kaldırılması), asgari ücret ve emekli maaşlarının açlık sınırına yakın seviyede tutulması… Ucuz göçmen emeğinin hem ücretleri baskılamak hem de sınıf içi bölünmeyi derinleştirmek için bir enstrüman olarak piyasada tutulması gibi sermaye rejimini regüle edici politikalar siyasal iktidarın gücüyle devreye sokuluyor.
Grevlerin ertelenmesi: Erdoğan’ın sermaye koruma kalkanı
AKP-MHP iktidarı, her kritik grev dalgasında devreye soktuğu “milli güvenlik” gerekçeli grev erteleme kararlarıyla patronların çıkarlarını korumaya devam ediyor. Daha önce metal, cam ve enerji sektörlerinde gördüğümüz bu uygulama, bugün de işçi sınıfının anayasal grev hakkını fiilen ortadan kaldırıyor. Grev yasakları, fiili-meşru mücadele çizgisinin önemini bir kez daha ortaya koyuyor.
Sarı sendikalar: Mücadeleyi pazarlık masasında boğanlar
Türk-İş ve Hak-İş başta olmak üzere birçok büyük konfederasyon, patronlarla ve hükümetle kapalı kapılar ardında yaptıkları pazarlıklarla işçilerin taleplerini törpülüyor. Kamu sözleşmelerinde tabanın beklentilerini yok sayan, işçilerin onayı alınmadan imzalanan anlaşmalar tepkiyi büyütüyor. Öz Büro-İş’in kamuda aldığı göstermelik grev kararları da bu tablonun bir parçası.
CHP’li belediyelerde de tablo farklı değil
AKP’li belediyelerin işçi düşmanı politikaları biliniyor, ancak kimi CHP’li belediyelerde de eşit işe eşit ücret talebinin bastırılması, düşük zam dayatmaları ve işten çıkarmalar sürüyor. İzmir’de İZELMAN ve İZENERJİ grevleri, Belediye-İş üyesi işçilerin “sosyal demokrat” yönetimlere karşı da mücadele etmek zorunda olduklarını gösteriyor. Şişli Belediyesi’nde maaş ve hak gasplarına karşı direniş, CHP yönetiminin emekten yana söylemleriyle pratiği arasındaki uçurumu gözler önüne seriyor.
Sınıf mücadelesinin belirleyiciliği
Türkiye işçi sınıfı, sermayenin, siyasal iktidarın ve sarı sendikaların baskısına rağmen mücadele alanlarını genişletiyor. Önümüzdeki dönemde bu direnişlerin birleşik bir hatta buluşması hem iktidarın grev yasaklarını hem de sendikal bürokrasinin engellerini aşmanın anahtarı olacak.
Doğru politikalar geliştirildiğinde, doğru bağlantılar kurulduğunda barış sürecinin, demokrasi mücadelesinin, doğa savunusunun en tutarlı bileşeni örgütlü işçi hareketi olacaktır.
Mesele bu direnişler arasındaki bağı ve bütünlüğü kurmak, yangını büyütmektir.