“O günü hatırlıyor musun?”
Hatırlamak ne kelime.
Unutmadım, aklımda.
Çünkü bazı günler geçmiyor. Tarih olmuyor.
2 Temmuz 1993 onlardan biri.
Sivas’ta bir otel…
Madımak.
İçeride saz çalanlar, şiir okuyanlar, yazı yazanlar…
Dışarıda “yakın!” diyenler.
Otelin penceresinden dışarı bakan gözleri unutmak mümkün mü?
İçeride yan yana durmuş, dumana rağmen birbirinin elini bırakmayan kadınları…
O gün orada toplanan kalabalık öfkeli değildi sadece, örgütlüydü.
Ellerinde benzin, dillerinde tekbir.
Kimi sakal bıraktı, kimi üniversite okudu, kimi sonra devlette işe girdi.
Yani?
O gün Madımak’ı yakanlar, bugün Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetiyor.
Danışman olanı, bakanlığa gireni, protokolde yer tutanı.
Devlet dediğiniz şey, bazen geçmişi sadece aklamaz, “yakar.”
Sonra yıllar geçti.
Mahkeme salonları açıldı, kapandı.
Failler kaçtı, aranmadı, yakalanmadı, yakalanmak istenmedi.
Bazı davalar zaman aşımına uğradı.
Ve bir gün bir başbakan çıktı, “Hayırlı olsun” dedi.
Sanki yakılan insanlar değilmiş gibi, sanki kül olan bir halkın belleği değilmiş gibi.
Bense yıllar sonra başka bir ülkede, başka bir şehirdeyim.
Ama ne zaman bir ateş görsem,
Madımak’ı hatırlarım.
İçimde bir yer yanmaya başlar.
Kalbim sıkışır.
Biliyor musunuz, unutanlar var.
Bilerek, isteyerek unutanlar.
Sistemli bir unutuş bu.
Kitaplardan silinen, derslerden çıkarılan, resmî törensizlikle gömülen.
Ama her yıl temmuz yaklaşınca, yeniden alevlenir içimde.
Çünkü ben her 2 Temmuz’da yalnızca geçmişi değil, bugünü de görürüm.
Aynı yüzleri, aynı fikirleri, aynı nefreti.
Sadece insanlar değil, akıl da yakıldı o gün.
Ve şimdi o akıl, devlette koltuk sahibi.
Ama ben buradayım.
Bir mülteci, bir gazeteci, bir Alevi dostu, bir hatırlayan olarak…
Ve sadece yangını değil, yangını çıkartan aklı da yazıyorum.
Unutmadım, aklımda.