Ahmet Güneş
Türkiye’de ‘80’lerin ortalarında kendini var etmeye çalışan ve gittikçe kitleselleşmeye başlayan kimlik mücadelelerinden biri de LGBTİ hareketidir. Günümüze dek LGBTİ Hareketi kapsamlı bir şekilde incelenmediği için kamuoyu oluşum ve gelişim aşamalarına yabancı kaldı. Bu çalışmanın amacı, LGBTİ hareketinin günümüze kadar ürettiği siyasetten mücadele alanlarının büyümesine ve nihayetinde dernekleşme sürecine girmesine kadar gündemleşmeyen çeşitli konuları bir dizi söyleşiyle ön plana çıkarmak ve bir arşiv oluşturmak.
Yazı dizisinin bu ilk bölümünde Türkiye’de LGBTİ hareketinin kamusal alandaki ilk sokak eylemlerinden olan 1987’de Gezi Parkı’nda gerçekleştirilen açlık grevini hatırlayacağız. Ayrıca LGBTİ hareketi açısından önemli yer teşkil eden Lambdaistanbul LGBT Dayanışma Derneği, Kaos GL, İzmir Siyah Pembe Üçgen Derneği’nin yanı sıra 2011’de kurulmuş olup daha çok LGBTİ hareketinin siyasal alan çalışmalarına yoğunluk veren SPoD üyeleri ve Diyarbakır’da yaptıkları eylemsellikleri ile dikkat çeken KeSKeSoR Diyarbakır LGBTİ Oluşumu ile yapılan görüşmeler de bu bölümde yer alıyor.
Kamusal alandaki ilk LGBTİ eylemi
Türkiye’de LGBTİ bireylerin yapmış oldukları eylemler çoğunlukla medya tarafından ya çarpıtılıyor ya da görmezden geliniyor. 27 Nisan 1987, bu eylemlerin tarihinde bir dönüm noktasıdır. O tarihte LGBTİ bireylere yönelik zulmün akıl almaz bir vahşet boyutuna ulaştığını gören dört kişi açlık grevi gerçekleştirmek ister. Bu eylem LGBTİ hareketinin kamusal alanda yapılan ilk eylemidir. İlk eylemdir ama Türkiye medyası görmezden gelme veya alaya almaktan öteye geçmezken dünya kamuoyunda büyük etki yaratır.
Diğer taraftan 12 Eylül askerî darbesinin sindirdiği solun suskunluğu ve o dönem sol hareketlerin bakışı nedeniyle dışarıda kalmış olan LGBTİ bireyler, ateistler, antimilitaristler, çevreciler, feministler gibi politik özneleri bir çatı altında toplamak için parti kurma arayışında olan Radikal Sol Yeşil Parti Girişimi’ni de hatırlamalıyız. Radikal Sol Yeşil Parti Girişimi LGBTİ hareketine kendi içinde otonomi sağlayan ilk parti girişimiydi.
Birçok zorluktan ve yapılan tartışmalardan sonra da bir girişim olarak kaldı ve Yeşil Barış dergisini üreterek devamını sağlamaya çalıştı. O dönemde parti girişimi içinde ve yapılan açlık grevinde yer alan Ali Kemal Yılmaz, şimdiki adıyla Sevda Yılmaz, açlık grevi ve parti girişim sürecini ve LGBT hareketinin doğuşunu ve sonrasında yaşananları bize anlattı.
Sevda Yılmaz gazeteci-yazar. Erkek ve Kadında Eşcinsellik adında bir araştırma kitabının yanı sıra Uzaydan Gelen Eroinman (Park Kadınları) adında bir de öykü kitabı var.
‘Eşcinselleri bir çuvalın içine kediyle atıp dövüyorlardı’
– LGBTİ hareketinin ilk nüveleri atıldığında sen de vardın. Hatta kamusal alanda yapılan ilk eylemin sözcülerindensin. 1987’de Gezi Parkı’nda yapılan açlık grevi… O dönemi anlatabilir misin?
LGBTİ hareketi su yüzüne çıkmadan önce İzmir Ege Çevre Sağlık Derneği’nde bir grup lezbiyen ve gey burada ilk beraberliklerini, toplantılarını sağlıyorlar. İbrahim Eren ve arkadaşları olarak biliniyor o dönemde. 12 Eylül askerî darbesinden sonra bütün derneklerin kapatılmasıyla bu dernek de kapatılıyor. İbrahim Eren de yurt dışına çıkıyor. 1985 yılında İstanbul’a dönmesiyle Radikal Demokrat Yeşil Parti Girişimi başlatılıyor. Parti girişimi içinde LGBT’lere yer veriliyor. Otonom bir yapı oluşturuluyor. Ben de orada yer aldım. Sonra da LGBT bireyler katılmaya başladı. İlk başlarda La Martin Caddesi’nde, İbrahim Eren’in evinde toplanıyorduk. Sayımız arttığı için 100 aydının bir araya gelmesiyle oluşturulmuş olan BİLSAK vardı, haftanın iki günü orada toplanıyorduk. Frapan (efemine) gey ve travestilere yoğun baskılar vardı o dönemde. Örneğin, bir çuvalın içine seni kediyle beraber atıp kediyle beraber seni dövüyorlar ve kedi de canı acıdığından sana saldırıyor. Tabutluk normal bir şeydi, falakaya da yatırılıyordu. Saçlarının kesilmesi ise çok doğal bir durumdu. Böyle yoğun baskıların olduğu dönemler yaşanıyordu.
Ramazan ayında daha çok baskı oluyordu. Bir Ramazan günü baskınlar oluyor, evleri basıp seni evden atıyorlar ve evi mühürlüyorlardı. O dönemde kimlik bilgi sorgulama sistemi vardı. Günümüzde olduğu gibi GBT sistemi yoktu. Kimlik tarama sistemi beş gün sürüyordu. Beş günün sonrasında tekrar seni yoldan alıp yine bırakıyorlardı. Sonra da bir haftalığına Zührevi Hastalıklar Hastanesi’ne yatırıyorlardı yalan yere. Yani hayatın hastane ile karakol arasında geçiyordu. Biz arkadaşlar olarak bu baskıları nasıl sonlandıracağımıza dair konuşuyorduk.
‘İHD de bize uzak duruyordu’
O dönemin İnsan Hakları Derneği (İHD) yönetimi çok ahlakçı ve katıydı. İHD’ye gidiyoruz ama kapıdan dönüyoruz. Bize karşı uzak duruyorlardı. Mesela bir basın açıklaması yapıyoruz ama kimse bizi duymuyor. Sadece o dönemde Tuğrul Eryılmaz’ın çıkardığı Yeni Gündem dergisi vardı. Sadece orada bizim basın açıklamamız yayınlanıyordu. Yeni Gündem dergisini de pek kimse bilmiyordu. Onun haricinde hiçbir gazete veya dergi bize yer vermiyordu. Bu nedenlerden dolayı sesimiz çıkmıyordu. Ses getirecek bir şeyler yapalım derken açlık grevine girme kararı aldık.
– Evet?
Açlık greviyle sesimizi duyururuz derken umduğumuzdan fazlası oldu ve yurt dışında manşet olduk. Dünya çapında duyulan bir eylem oldu. 27 Nisan 1987 tarihinde Gezi Parkı’nda eylemi başlattık. Eylem 10 gün sürdü. İlk önce dört kişiydik. Basın açıklamasını dört kişi yaptık yani. Sonra bu duyulunca Gezi Parkı’na geyler ve translar akın akın gelmeye başladı. Polis bizi uyarınca biz de La Martin Caddesi’ndeki eve geçtik. Bu arada yurt dışından destekler geliyordu. İnsanlar gelip gidiyordu. İşte orada Türkiye’deki LGBT bireyler su yüzüne çıktı ve bir hareket oluştu diyebiliriz.
‘Cumhuriyet’in bizi alaya alma tavrı vardı’
– Türkiye’deki medyanın tavrı nasıldı?
Türkiye medyasıysa çok az sahip çıktı bize. İşin tuhaf tarafı bizimle dalga geçen ve alaya alan Cumhuriyet gazetesiydi. Tan gazetesi de öyleydi, ama sonuçta Tan gazetesi çıplak kadın fotoğrafları basan bir gazeteydi. Ama Cumhuriyet gazetesi bizi hayal kırıklığına uğrattı. Cumhuriyet gazetesinin entelektüel düzeyde alaya alma, ti’ye alma tavrı vardı. Bunların dışında sol kesimden destek başladı. O zamanlar sosyalist gruplar lağvedilmişti, onlardan kalıntılar vardı. Mesela anarşistlerin Kara diye bir dergisi vardı, onlar bize çok destek verdi. Şahıs olarak senarist Barış Pirhasan bize çok destek verdi. Açlık grevinin finalinde, basın toplantısında bize destek oldu. Ayrıca Barış Pirhasan, Aydınlar Dilekçesi’nin oluşmasında önayak oldu. Aydınlara ve yazar-çizerlere sesimizi duyurmamızda yardımcı oldu Barış Pirhasan. O dönemin yazar ve aydınları da destek verdi. Mesela enteresan olan gey yazarlar-şairler yoktu ama gey olmayanlar vardı. Ama bunların yanı sıra Rıfat Ilgaz hasta olmasına rağmen binanın en üst katında devam eden açlık grevine destek için oraya kadar geldi, hem de birilerinin yardımıyla. Türkan Şoray da bize destek verdi. Hale Soygazi ve Barış Pirhasan ikilisi hep vardı zaten. İsmini hatırlayamadığım birçok insan daha vardı.
– Ses getiren bir eylem oldu ve artık bir nebze de olsa sahiplenme oluştu diyebilir miyiz? Baskılar daha sonra da devam etti mi?
Eylemden sonra bir yıl kadar polis baskı uygulamadı. Ama biz örgütlenmeye devam ediyorduk. O dönemin transları çok dindardı. Halen de öyleler. Ateistlerden rahatsız oldular ve bunlarla nasıl bir araya geliriz demeye başladılar. Aslında baskı olmadığı için hareket dağıldı gibi bir şey oldu. 6-7 kişi kaldık. Bir süre sonra Hortum Süleyman (dönemin Beyoğlu Emniyet Müdürlüğü Ekipler Amiri) çıktı ortaya. Baskılar ve işkenceler tekrar başladı. Ondan sonra tekrardan örgütlenmeler başladı. Yumurta kapıya gelince, sistem sıkıştırınca bir araya gelme durumu yaşanıyordu. İbrahim Eren basın toplantısı yaptı bahanesiyle içeriye alındı ve içeride adlilerin koğuşuna alınarak dövüldü, işkenceler gördü ve kaburgaları kırıldı. Biz o zamanlar İbrahim Eren’e yapılanlar için basın açıklaması düzenledik ve dava açtık polislere. Sonra da bunun için tehdit edildim. Bir gey kulübünde, arkadaşımın işlettiği bara çağrıldım polisler tarafından. Polis orada bana “Sen kendini ne sanıyorsun? Şimdi cebine eroini koyarız, eroin satışından içeri alınırsın” dedi. Davadan vazgeçmem için baskıya maruz kaldım. Sonuçta partinin kurucuları arasındayım. Aslında baktığımızda bir İslami kesimin saldırısı yoktu o zamanlar. Heteroseksist ahlakın saldırısına maruz kaldık. Heteroseksist ahlakın temsilcileri saldırdı bize. Onlar bizi tehlikeli gördü.
– Peki, LGBT hareketinin durumunda neler değişti?
Sonra hareket bocalama içine girdi ve çevreci ağırlıklı bir hâl almaya başlayınca hareketimiz dağıldı. LGBT’ler dağıldı o zaman. Sonra partiden vazgeçilerek dernek kurma kararı alındı. Yeşil Barış Çevre Derneği’ni kurduk. İşte birtakım tarihi dokuyu koruma çalışmaları yaptık. Örneğin, Cağaloğlu’nda bulunan Bizans sarnıçlarının kapatılması gündeme gelmişti, biz buna karşı çıktık. Tarihî çeşmelerin tamir edilmesi için girişimlerde bulunduk. Tarlabaşı’nın yıkılmasına karşı çıktık. Dernek etrafında faaliyet yürüttük. Aradan bir süre geçti. Sonra biz çekilince Lambdaistanbul ve Kaos GL kuruldu. Şimdi de bir sürü dernek kurulmuş durumda. Biz o zamanlar elimizde sihirli değnek var ve dünyayı değiştirmek için yola çıktık, diyorduk. Mesela benim tuhafiye-kırtasiye dükkânım vardı ama o dönemdeki mücadelem için iş yerimi kapatmak zorunda kaldım.
‘Sol eylemlerimize şaşırıyor, bizi ajan gibi görüyordu’
– Sol hareketlerin bakışı nasıldı o dönemde?
Sol çevreler değişikti o zamanlar. Biz o zamanlar öyle eylemler yapıyorduk ki onlara uç geliyordu. Kimisi bunlar AB ajanı, MİT’in adamı, CIA ajanı diyorlardı. Çünkü sol darbe nedeniyle sindirilmişti ve eylem yapamıyorlardı. Bunlar bu cesareti nereden alıyor diyorlardı. Mesela bir sürü arkadaş olarak, ameliyat olanlara kadın kimliği verilmediği için Sıraselviler’de bulunan ANAP binası önünde kendimizi zincirledik. Cinsel kimlik mücadelesi verdik. Sonra Özal bunu Bülent Ersoy üzerinden serbest bıraktı. Bülent Ersoy zannediyor ki onun başarısı. Ama aslında yok öyle bir şey, bizim mücadelemizin sonucuydu bu kimlik mücadelesi. Partilerle bağlantıya geçmiştik biz, faaliyet yürütüyorduk. Sonra pembe kimlik mücadelesi de verdik. Cağaloğlu’ndaki kazıda Bizans bazilikası çıkmıştı o dönem. Bazilikanın üstünde bina yapacaklardı. Biz de buna karşı çıktık. Çiçek Pasajı’nda müzisyen olan Madam Anahit’le beraber karşı çıktık. LGBT’ler olarak çevre mücadelesi veriyorduk işte. Tarlabaşı, tarihi eserler konusunda. Caretta Caretta açlık grevinde biz vardık. Hep eylemler yapıyorduk. Yeşil Barış dergisini çıkardık sonra. Türkiye’de orada ilk defa LGBT bireylere otonom bir sayfa açtık ve Kürtçenin serbest bırakılması için kampanyalar başlattık. Bu eylemlerden dolayı solcular şaşırıyordu. O dönem bunu yapmak mümkün değildi. Düşün ki insanlar susuyordu ama biz Kürtçe için bile kampanyalar yapıyorduk. Kürt siyasal hareketi ise o dönemde bize tepkisiz kaldı, hiç konuşmadılar.
‘Sosyal demokratlar kapılarını kapatıp kaçtılar’
Baskılar devam ediyordu…
Polisler o dönem daha çok İbrahim Eren’le uğraşıyorlardı. İbrahim Eren’i bıçakladılar, saunasını kapattılar. Benimle fazla uğraşmadılar ama LGBT konusunda İbrahim Eren’le uğraşıyorlardı. Beni de bir gün güpegündüz ahlak polisi alıp fişledi, bir de iki gün dövdü.
– Şimdi seçimlere katılan LGBTİ adaylar var. Bu durumu nasıl görüyorsun?
O zamanlar toplumsal dönüşüme çok önem veriyorduk. Manav, kasap, terzi eşcinseller vardı. Sola sıkıştırma, entelektüel düzeye sıkıştırma yaklaşımımız yoktu o dönemlerde. Tabii siyasi partilerle görüşmeye çalışıyorduk. O dönemde sosyal demokrat partilerin kapısına dayandık ve onlar kapılarını kapatıp kaçtılar. Şimdi ise politik bakış açısından dolayı oy potansiyeline bakılarak LGBT hareketine önem veriyorlar diye düşünüyorum. Biz o dönem hiçbir siyasi parti ile görüşemiyorduk. Şimdiki durumlar ise olumlu gibi. Ama sonuçta homofobi ve transfobi devam ediyor. Yine de adayları desteklemek gerekiyor. Örneğin İstiklal Caddesi’nde yıllardır milli piyango bileti satıp hayatını devam ettiren trans bir kadın var, bu da bir mücadele yöntemi. Sol entelektüel yapıyla ilişki önemli, ama hayatın içinde mücadele vermek de o kadar gerekli.
Lammdaistanbul’un hikâyesi ve medya:
Avrupa’dan ibneler geliyor!
İzmir Ege Çevre Sağlık Derneği’yle beraber Türkiye LGBTİ hareketinin dağılma sürecini yaşamasının üzerinden az bir zaman geçtikten sonra hareketin tekrar aktivitelerde bulunması ve politika üretmesi açısından önemli bir yer edinen Lambdaistanbul LGBTT Dayanışma Derneği’nden Öner Ceylan da şimdiki Lambdaistanbul’un temellerinin atılmasını bize anlattı.
“1990’larda İstanbul ve Ankara’da birbirinden habersiz oluşumlar vardı. Bir grup eşcinsel var. Eşcinsel veya LGBT. Yurtdışındaki benzerlerinden ilham alıp Onur Haftası yapmak istiyorlar. 1993’ten bahsediyoruz. Hazırlıklar yapılıyor. Yürüyüş için izin gerekiyor. O zamanki yasalar gereği izne tabi. Valilikten izin almak gerekiyor. İzin alınıyor, valilik izin veriyor yani. O dönemin medyası çok olumsuz yaklaşıyordu. Avrupa’dan milletvekilleri, aydınlar gelecekti. İşte medyada “Avrupa’dan ibneler geliyor” , “Bizim gençliğimizi zehirleyecekler” gibi söylemler ortaya atılınca valilik “toplum hazır değil” diyerek izni geri çekiyor. Bununla da yetinmeyip başvurulan izin için oluşturulan yedi kişilik tertip komitesinde yer alanların evlerine baskınlar düzenleniyor. Yürüyüşten bir gün önce bu yedi kişinin evlerine baskın yapılıyor. Yürüyüş günü de -yürüyüş olmayacağı halde- eşcinsele ‘benzeyen’ herkesi gözaltına alıyorlar. Bunlara tepki olarak da basın açıklaması yapılıyor sonra. Basın açıklaması insanları korkutuyor, çünkü bu insanlar ailelerine açık değiller. Çıkıp kendi yüzleriyle basın açıklaması yapamıyorlar. Yürüyüşe destek vermek için oraya gelen birtakım aydın ve profesörlerden açıklamayı yapmaları için ricada bulunuyorlar ve basın açıklamasıyla bu durumu kınıyorlar. Bu nedenle insanlar çekiliyorlar.”
“Daha sonra da mücadele verilmesine karar veriliyor. ‘93 yılında bir oluşum olarak kuruluyorlar. O zamanlar Lambdaistanbul Eşcinsel İnisiyatifi olarak kuruluyor. Sonraları bu değişiyor. LGBT oluyor, LGBTT oluyor, şimdide LGBTİ oldu.”
“İlk yıllar LGBT hareketini, kabaca ‘90’ları, alt yapı çalışmaları veya bir araya gelme ve birbirini bulma olarak değerlendirebiliriz. 2000’leri ise ‘kamusal görünürlük’ olarak adlandırabiliriz. 90’larda istisnalar hariç medyada yer alma, insanların fiziki olarak sokağa çıkması veya medyaya çıkması söz konusu değil. Kolektif özgüven yok, sadece örgütlenme var.”
“Haftalık toplantılar başlıyor. Toplumsal Araştırmalar Vakfı’nın bir odası kiralanıyor. Kirayı ise o toplantıya gelenlere şapka açılıp para toplanıyor ve kira ödeniyor. Çember olunup konuşuluyor. Gündemsiz toplantılar, deneyim aktarımı, eşcinsel olmak veya LGBT olmak ile ilgili deneyim aktarımı. İlk başlarda eşcinsel erkekler geliyor veya biseksüeller. Kadınlar tek tük gelip gidiyor. Yine translar tek tük gelip gidiyor. Ağırlık eşcinsel erkeklerden oluşuyor. Bunun yanı sıra çekirdek kadro oluşuyor. Sohbetlerin dışında örgütlenmek isteyenler bir araya geliyor. Başka zamanlarda bir arkadaşın evinde toplanma fikri gelişiyor. Basın bülteni hazırlanıyor. Türkiye’de internet bu kadar yaygınlaşmadığı halde web sitesi kuruluyor. AIDS konusu üzerine çok fazla çalışma var. Broşürler yapılıyor. AIDS konusu bir şekilde paravan aslında. AIDS ile Mücadele Derneği’yle çalışmalar yapılıyor. Onur Haftası’nda kapalı salonlarda söyleşiler, programlar yapılıyor. Yürüyüş yapılmıyor sadece kapalı salonda sunumlar yapılıyor. Sanatsal ve teorik paneller diyebiliriz.”
İlk Eşcinsel Buluşması: Güztanbul – Baharankara
“Ben ‘97’de hareket içinde yer almaya başladım. 98’de ilk kez Türkiye’de eşcinseller buluşması yapılıyor. Altı ayda bir tekrarlanıyor. Sonbaharda İstanbul’da yapılıyor, Ankara’da baharda yapılıyor. Düzenli olarak 2002’ye kadar sürüyor bu buluşmalar. İstanbul’daki Güztanbul, Ankara’daki Baharankara. Etkinlik programı yapılıyor. İstanbul’dakini Lambda düzenliyor. Programı ev sahibi kent organize ediyor. Tabii daha çok Kaos GL’den geliyorlar ve bir de başka şehir dışından insanlar. Harekete dair düşünmek, planlama yapmak gibi şeyler. Hamam gezisi, partiler yapılıyor. Zaman zaman da bunun sonuç bildirgeleri çıkardı. Ankara ve İstanbul arasında bağ kuruluyor o dönemde.”
“Medya bu konuda skandalvari yaklaşıyor 90’larda. Haftalık popüler dergilerden Tempo ve Aktüel iki haftada bir eşcinselliği kapak konusu yapıyordu. Bir tarafıyla eşcinsellik, “Aa, bakın neler yapıyor bu sapıklar?” dedirten şeyler. Bir taraftan da tahrik eden, içgüdüsel şeyler var. Yani ikiyüzlü bir şekilde konuya yaklaşıyorlar. Bu dergiler bizden röportaj talep ediyorlardı. Bizler genelde uzak yaklaşıyorduk. Sonra kabul ediyoruz. Bakıyoruz ki çarpıtılmış şeyler, skandalize edilmiş, birtakım resimlerle desteklenmiş şeyler. Fotoğraflarla çıkılmıyor o zaman. Fotoğraf bir tabu. Okuldakiler, aile, patronlar görür korkusu var…”
2000’ler ve yıllar sonra kamusal eylem: 1 Mayıs
“2000’lere gelindiğinde her şey değişiyor. 2001’de Kaos GL 1 Mayıs eylemlerine katılıyor. Medyanın ilgisini çekiyor, olay oluyor. İlk defa eşcinseller, eşcinsel olduklarını beyan ederek, pankart ve sloganlarıyla katılıyorlar. İstanbul’daki eşcinseller heyecanlanıyor. Toplantılarda soruyoruz kimler eylemlere katılır diye, ama bir kaç parmak kalkıyor. Ben ve bir arkadaş katılıyoruz. İki kişi olduğumuz için kortej oluşturamayız. Biz de Troçkist bir grupla, ‘Savaşa Karşı Gençlik’ adlı bir grupla beraber alana çıkıyoruz. Korkuyoruz fotoğrafımızı çekenlerden, bir yerlerde basılır diye. O grup da çok renkli, rengârenk giyinmişlerdi. Ertesi gün “Eşcinseller renkli sahnelere sebep oldu” diye haberler yapıldı.”
İlk Onur Yürüyüşü gerçekleşiyor
“2003’te maksimum 20 kişi ile birlikte Onur Yürüyüşü düzenledik. Terkoz Çıkmazı’ndan Mis Sokak’a kadar yürüyüş yapıyoruz. Ürke ürke yürüyoruz tabii. Yasalar değiştiği için izin alma şartı yok. Açıklamamızı yapıyoruz. Herhangi bir tepki olmadı. Daha sonraki senelerde sayılar arttı. 2007’de ise ilk kez uluslararası boyut kazandı. Konuklar çağırdık. Onlar için fon almak gerekirdi. Sonrada Onur Haftası’nda gerçekleşen panel ve konuşmaları kapsayan sonuç kitabı çıkarıldı.”
“2002’de ilk kez mekân kiralandı Lambdaistanbul olarak. İnisiyatif veya oluşum olarak vardık daha önce. Haftanın yedi günü kullanımımıza açık bir yer oluşmuştu artık. Etkinliklerimizi bu şekilde gerçekleştiriyorduk ve artırıyorduk. Halen nöbetçi sistemimiz var. Haftanın belirli günleri açık tutuyoruz. İnsanların gelip konuşacağı bir yer var artık. Bireylerin kendileriyle çatışma ve ikiye bölünme durumu var. Kendisiyle mücadele verenlere destek olmaya çalışıyoruz. Deneyim aktarımı yapılmaktaydı. Birbirini bulma durumu gerçekleşiyordu. Zaten Lambdaistanbul toplumdaki heteroseksist düzeni ve ikili cinsiyet yapısını çözümlemek, sorgulamak ve ortadan kaldırmak, baskı biçimleri ile bağlantısını kuran bir yaklaşımla çalışıyor.”
‘Ana akım medya her zaman saldırdı’
“2000’li yıllarda sokak eylemleri ile görünürlük kazanmaya çalışan LGBT hareketi var. Çalışma hakkı, barınma hakkı üzerine sesimizi çıkarmaya çalışıyoruz. Bir şekilde bizler de varız demeye getiriyoruz. Kaos GL 1994’ten beri bizim medyamız olarak aktif rol aldı. Ana akım medya ise her zaman skandal boyutuyla ve saldırarak yaklaşım gösterdi. 1997’de Cumhuriyet gazetesi Doğu Perinçek’in Eşcinsellik ve Yabancılık kitabını tefrika olarak yayınladı mesela. Eski solda eşcinsellik, ‘kapitalizmin artığıdır’ bakış açısı hâkimdi. ‘Dış mihrakların ve kapitalizmin getirdiği doğal süreç’ yaklaşımı vardı. Her gazete kendi meşrebine göre yaklaşmaktaydı. Şimdi ise medya bir yere kadar skandallaştırıyor ama dozu var, o da bu hareketin bilgi ve birikimi sayesinde eskisi gibi davranamıyorlar. Yayınlarımız, etkinliklerimiz ve mücadelemiz bu konuda etki ediyor.”
LİSTAG ve eşcinseller Meclis’te
“2002’de birkaç LGBT’li bireyin aileleri bir araya geldi ama kalıcı bir şey oluşmadı. 2008’de birkaç ebeveynin bir araya gelmesiyle LİSTAG oluştu. Lambdaistanbul Aile Grubu’ydu adı, sonra LİSTAG oldu. Bağımsız olarak çalışma yürüttüler. Daha sonra ayrı bir grup olarak faaliyet yürüttüler. Tabii Lambdaistanbul alan oluşturdu, destekler verdi.”
“2004’de YCK (yeni Ceza Kanunu) değişimi gündeme geldikten sonra biz de konuya eğildik. Kadın hareketi bu konuda çok aktifti. Taslak ve metinler hazırlıyorlar, kazanımlar elde ediliyor. Biz de Lambdaistanbul olarak birkaç grup ile bir araya gelerek platform şeklinde çalıştık. İstanbul Toplumsal Ekoloji Platformu ile bir araya geldik. AMARGİ ile dirsek temasımız oldu o dönemde. AMARGİ ‘den arkadaşlarla çalıştık. Ayrımcılıkla ilgili bir suç yoktu. Kadın hareketinin LGBT hareketi ile ilgili talepleri vardı. Taleplerinden biri de ayrımcılıktı. Bu bizim için yeni bir şey. Bu yasaya din dil, ırk vs. yanı sıra cinsel yönelim ve cinsel kimlik eklenmesi için talepleri vardı, bize de bu konuda mücadele edin dediler. Biz bu konulara yabancıydık, hazırlığımız yoktu. Hukuk komisyonu içerisinde 12 maddelik yasa taslağı hazırladık. Kaos GL ile de birlikte çalışıp 2004 yılında meclise gittik. Randevu aldık. TCK komisyonu ile görüştük. Değişik partilerden beş milletvekili vardı. Medyaya da konu oldu ‘eşcinseller mecliste’ diye. Komisyon içinde beş vekilin yanı sıra üç danışman vardı. Danışmanlardan sadece Prof. Adem Sözüer (halen İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı/T24) ile biz temas halindeydik. Milletvekilleri bizi ekti zaten. CHP’den bir vekil bizi kabul etti sadece. Görüştük ve maddelerimizi sunduk. Değişecek 12 madde hakkında önerilerimizi sunduk. Stratejik olarak yanlış oldu. Bir maddeye yüklenmek daha iyi olurdu aslında. Ama tecrübemiz yoktu ve bizler de değişecek yasa taslağı hakkında önerilerimizi hazırladık.”
‘Türkiye’deki tavır görmezden gelme, atlatma’
“Cinsel yönelim ilk etapta taslağa girdi. Cemil Çiçek Adalet Bakanı’ydı o dönemde. Adem Sözüer bir hikâye anlatıyor cinsel yönelim maddeye girsin diye. Bir grup trans hakkında bir hikâye anlatıyor. Ayrımcılık maddesinin girmesi için. Bu insanlara ayrımcılık uygulanıyor diyor ve ekleniyor taslağa. Bu sefer Adalet Üst Komisyonu’nda oylanıyor ama Cemil Çiçek bu maddede işte dil, din vs. birtakım şeyler eklenmiş, bu ibarelere gerek yok diyor. Anayasa’daki eşitlik maddesi var, buna gerek yok, diyor. Bunlara ne gerek var demiyor, ama bu şekilde kabul ediliyor. Bu bizim için ilk denemeydi. Bir yerden başladık biz.”
“Lambdaistanbul bu konularda yer aldı. Kartpostal kampanyası yürüttük 2007’de. Erdoğan’ın 2002’de eşcinseller hakkında söylemi ile ilgili bir kartpostal kampanyası yapıldı. 2002’de bizim bir talep metnimiz oldu. ‘Türkiye’de eşcinseller ne istiyor? ‘ sloganıyla dört sayfalık bir talep metnini basın ile paylaştık. Anayasa tartışmaları yürütülürken de yine oldu böyle bir çalışmamız. Nefret suçları yasası yapıldığı zaman da taleplerimiz sessiz sedasız taslağa eklendi ve çıkartıldı. Doğu Bloğuna bakıldığında LGBT’ler hakkında olumsuz söylemler söylüyor devlet başkanları. Ama Türkiye’de tuhaf olan görmezden gelinmesi. Atlatılıyor daha çok. Bu konu gündeme gelinmesin tavrı hakim. Sonuç olarak hareket olarak ilk yıllarda Lambdaistanbul ve Kaos GL olarak her konuya el atmak durumunda hissettik kendimizi. Dışarıdan bakıldığında ciddiyetle bakılmıyor. Hep bu şekilde bakılmakta. Aslında yapılması gereken çok çalışma var. Her konuya girdik. Tıbba da, politikaya da. “
Danışma Hattı: İlk defa açılmak isteyenler için
“Lambdaistanbul olarak danışma hattımız var. İnsanlar bize telefonla ulaşıp sorular soruyorlar. 2004’ten bu yana aktif olarak açık. Danışma Hattı bu anlamda birbirini bulma ve deneyim aktarmadan sonra kendini bulma ve kendisiyle barışma anlamında önemli. Birçok insanın başından geçmiştir ilk defa açılmaya çalışmak. Danışma Hattı’nda bile sesi titreyen bireyler var. Belirli gün ve saatlerde Danışma Hattı açık. Nöbetleşe olarak çalışıyoruz. Ücretli çalışan yok. Gönüllü nöbet listesine göre nöbetleşiyoruz. Kendimizi yerel olarak görüyoruz ama ulusal boyut kazandı Lambdaistanbul.”
“2000’lerin ortalarından sonra çeşitlenme başladı. Örgütlenme ve çoğalma. Eskişehir’de Morel oluştu. Bir dönem Antalya’da da örgütlenme oluştu. İzmir’de Siyah Pembe Üçgen halen var. Ankara’da Pembe Hayat oluştu. İstanbul’da İstanbul LGBTT, Diyarbakır’da iki örgüt kuruldu. Gezi sürecinden sonra ise Mersin’de, Adana’da, Dersim’de örgütlenmeler başlandı. Üniversitelerde örgütlenmeler başladı. Şimdi liseliler bir araya geliyor, örgütlenmeye gidiyor. Lambdaistanbul’da ‘97 doğumlu gönüllümüz var mesela. Bir şeylerin değiştiğini görüyoruz.”
SPoD kuruldu bir de. Birçok eksikliği kapatıyor. Ahmet Yıldız, Roşin Çiçek davasını gündemleştirmeye çalışıyoruz. Ahmet Yıldız ilk başlarda gündemde tutuldu ama kaldı öyle. Eski hakem Halil İbrahim Dinçdağ davası var. Çalışmalarımız bu yönde devam etmekte.
Kaos GL Türkiye’de cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği alanında kurulan ilk dernek. Kaos GL dernek olmanın yanı sıra Kaos GL dergisini de çıkarmakta. Kaos GL hakkında oluşumun resmî sitesinde yer alan tarihçeden aktarıyoruz.”
“Kaos GL ‘neler yapabiliriz?’ diye başlayan ev sohbetlerinin duvarlarını yıkarak gerçeğe dönüşmesidir. 1990’lı yılların başında evlerde sohbet ediyorduk. Bazen gazetelerden okuduğumuz haberlerin etkisiyle ‘gay pride’lar düzenlemek istiyorduk. Bazen moralimiz bozuluyordu, ‘bu memlekette bir şey olmaz’ diye ayrılıyorduk hayallerimizden…
Bir gün işi inada bindirdik: Yapılacak bir şey mutlaka vardı. Biz birbirimizi bulduk; ama daha çok insan var ulaşmamız gereken, ulaşılmayı bekleyen. Onları da bulmamız lazım. Onlara ulaşabilmek için neler yapmamız gerektiğini tartışmaya başladık…
LGBT’ler hayatın hiçbir alanında sözlerini söyleyemiyorken, kendi seslerini duymaya ve duyurmaya ihtiyaçları vardı. Her bir bireyin eline değmeli, evine girmeliydik. Bunu da ancak bir dergi çıkararak yapabilirdik.”
‘Heteroseksizm kimlik dayatsa da hep vardık’
“1993 yılına geldiğimizde, aklımızda binlerce fikir ve bir o kadar da deneyimle dergiyi şekillendirmeye başladık. Ev sohbetlerimizde artık sadece ‘nasıl bir dergi istediğimizi’ konuşuyorduk. Sonra bu sohbetleri Türkiye’nin her yerinden LGBT’lerin katılabileceği bir tartışmaya dönüştürmeye karar verdik. Sokak afişlerimiz Ankara’daki bütün otobüs duraklarından İstanbul’a Express dergisine kadar taşındı.
‘16-23 Nisan 1994, sayı 12, Express:
Gey, Lezbiyen, ve Anti-heteroseksistlere çağrı. Yalnız olduğunuzu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Toplumun her kesiminde ve her alanında daima vardık ve varız. Ama kendi kimliğimizle değil, heteroseksizmin bize sunduğu ve dayattığı; bizi tanımlamayan bir kimlikle. Bu kimlikleri değiştirme zamanı gelmedi mi?
Biz ilk adımı attık ve ciddi bir posta kutusu kiraladık. Amacımız hem bir iletişim ağı oluşturmak, hem de ileride birlikte yürümek isteyenlerle buluşmak.
Sıkıntılarınızı, duygularınızı, sorunlarınızı ve kişisel olarak ne yapabileceğinizi yazın. Birbirimize güvenmeyip kime güveneceğiz?’
Hayallerimiz 20 Eylül 1994’te gerçek oldu. İlk dergimizi çıkardık. Kendi tabirimizle ‘Şanlandık…’ Kısık bir sesle çıkmadık ama. Çığlıklarla ilan ettik ilk sayımızı. Çığlık manifestomuza ve dergimize her yerden yanıt geldi. Dergiyi ellerimizle yoğurduk. Paramız yoktu, borç aldık. Bilgisayarımız yoktu iş yerlerimizde ‘gizli gizli’ yaptık. Yani sözün kısası, eşcinselliğimizi açık açık yaşamaya, dergimizi gizli gizli ortaya çıkarmaya başladık. İlk dergimizi çıkarttıktan sonra on dergi çıkartacak kadar yazı, umut ve heyecanımız birikti…
‘Yalnızca yatak odasında değil her yerde ve her zaman gey’iz’
“İlk dergide kendimizi kendimize anlatmakla işe başladık; işte Çıkış Manifestomuz:
‘Yalnızca seksist değil aynı zamanda heteroseksist bir toplumda yaşıyoruz. Kadınların köleleştirilmeleri üzerine kurulan; zaman içinde dönüşüp yeniden biçimlenerek kapitalist sömürü sistemine kadar gelen içinde yaşadığımız bu toplum, yalnızca erkek egemen değil aynı zamanda heteroseksist erkek bir egemenlik sistemidir içinde yaşadığımız. Bu toplumda zaman zaman eşcinsel oluverme sendromları ve lezbiyenlik modaları görülse de yapılan her şey heteroseksist politik ve toplumsal diktatörlüğün sürekliliği için yapılıyor. Kadınlar salt kadın oldukları için eziliyor ve kadınlık konumundan dolayı sömürülüyorlarsa gey’ler de salt gey oldukları için heteroseksist zihniyet ve bu zihniyetin kurumsal örgütlenişi olan erkek egemen düzen tarafından yok edilmek isteniyor.
Yok etme… Bütün Kızılderilileri, Yahudileri ve Kürtleri yok edebilirsiniz. Bütün eşcinselleri Hitler’in yaptığı gibi pembe üçgenlerle işaretleyip toplayabilirsiniz. Hastaneler, hapishaneler, toplu eşcinsel idamları, faili meçhul eşcinsel ve travesti cinayetleri; hepsi tarih boyunca denendi. Tekil olarak eşcinselleri ortadan kaldırdılar ama eşcinselliği asla yok edemediler. İnsan insan olarak kalmayı başarabilirse kişi kendi cinsini sevmeye devam edecektir.
Trans’ın bacakları arasında bir vajen ya da penis olmuş hiç fark etmez. Onun kafası erkek egemen ideoloji tarafından esir alındığında heteroseksist erkek egemen diktatörlük açısından sorun yaratmaz. Yaratmadı. ‘Cinsel sevi nesnesi’ olarak kendi cinsini seçmekle birlikte yatak dışında geyliğini unutan bir gey de aynı şekilde heteroseksist diktatörlük için sorun yaratmaz.
Bizler yalnızca yatak odasında değil her yerde ve her zaman gey’iz. Toplumsal latentliği reddediyoruz. Nicel anlamda heteroseksüeller karşısında azınlık olabiliriz ama nitel anlamda azınlık olmayı reddediyoruz. Salt heteroseksüellerle bir sorunumuz yok; asıl düşmanımız bizlere yaşam hakkı tanımayan heteroseksistlerdir. Aşağı ya da üstün olmayı reddediyoruz. Biliyoruz ki iktidar egemenliği dışında her şeyden vazgeçebilir. İçinde yaşadığımız toplumun egemeni burjuvazi, demokrasi adı altında, aynı şekilde kendi iktidarı dışında her şeyden vazgeçebilir. Belki “demokrasi” o kadar gelişir, o kadar gelişir ki (!) geyler de özgür olabilirler! Ama bizler özgürlüğü bütünsel bir varolma olarak algıladığımızdan heteroseksist diktatörlüğün politik ve toplumsal olarak bütünüyle naşlamasını hedefliyoruz, bunun için çıkıyoruz…’
Kültür Merkezi ve kütüphane
“Biriken heyecanımızla kendimiz gibi eşcinsellere ulaşmanın olanaklarını yaratmaya çalışıyorduk. Aşklarımızdan, heyecanlarımızdan, hayatımızdan bir şeyleri çalmadan her şeyi ortaya koyarak Kaos GL dergisini çıkartıyorduk. 15 yıl öncesinin eşcinselliğe ilişkin birçok hayalini gerçekleştiren ve LGBT bireylerin hayatında birçok ilke imza atan Kaos GL 1999’un sonbaharında, Kültür Merkezi’ni de yarattı. Belki inanması zor gelecek ama ilk bir ay sadece Kültür Merkezi’ne hayallerimizi yerleştirebildik. Kültür Merkezi, derginin inadının ve aşkının bir meyvesiydi. Kültür Merkezi kendi meyvelerini vermeye hemencecik başladı. İlk önce kütüphane fikri doğdu, sonra film gösterimleri başladı ve halen etkinliklerimize tüm hızımızla ve enerjimizle devam ediyoruz. LGBT bireylerin sosyalleşmeleri, araştırmaları, üretmeleri ve paylaşımları için Kaos GL Kültür Merkezi tüm imkanlarıyla hafta sonları yoğun olmak üzere her gün 14:00 -18:00 arası kapılarını açmakta…”
2000’lerden bu yana Kaos GL çalışmaları
“Kaos Kültür Merkezi, 2000 yılının eylül ayından beri kültürel etkinlikler, toplantılar, seminerler ve film gösterimlerini içeren programlarla etkinliklerini sürdürmektedir. Kültür Merkezi bünyesinde oluşturulan kütüphane, Türkiye’nin ‘ilk eşcinsel kütüphanesi’ dir.
Kaos GL grubu 12 yıldır yürüttüğü eşcinsellere yönelik bilinç yükseltme faaliyetlerine paralel olarak gönüllü hukukçular ve psikolog-psikiyatrlar aracılığıyla hukuksal ve psikolojik destek hizmetleri de sunmaktadır. Kaos GL çatısı altında psikolog ve psikiyatrlar, ruh sağlığı alanında eşcinsellere yönelik homofobik uygulamaları deşifre etmek ve bunlara son vermek için mücadele etmektedirler. Hukuk, çalışma yaşamı, eğitim gibi toplumsal yaşamın her alanında, eşcinsellere yönelik baskı ve önyargıların sebep olduğu hak ihlalleriyle mücadele etmek ve eşcinsellerin “görünür” olması için çaba göstermek de Kaos GL’ nin öncelikleri arasındadır.”
“Toplumun eşcinsellere dair önyargılarıyla yüzleşmesi için, pek çok panel, konferans, seminer ve benzeri organizasyonlara katılarak stant açan Kaos GL, 2001 yılındaki 1 Mayıs eylemine katılarak eşcinsellerin özgürlük mücadelesini alanlara taşımakla kalmamış, aynı zamanda, Türkiye’de ilk ‘kamusal eyleme katılan eşcinsel örgütü’ olmuştur.
Kaos GL 15 Temmuz 2005’te, insan hakları hareketi açısından önemli bir adıma daha imza atarak ‘Türkiye’nin ilk cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği’ alanında kurulan derneği olarak resmen kuruldu.”
Siyah Pembe Üçgen Derneği
2009 yılında İzmir’de kurulan Siyah Pembe Üçgen derneğinden Erdem Gürsu ile LGBTİ hareketinin mücadelesi ve dernek olarak yapılan çalışmalar hakkında söyleşi yaptık.
– Siyah Pembe Üçgen ne zaman ve nasıl kuruldu?
Siyah Pembe Üçgen adını almamız ve kurucu üyelerle birlikte dernek olarak faaliyete başlamamız Şubat 2009 tarihine denk geliyor. Tabii, bunun öncesi de var. Biz dernek olmadan önce de hiç ara vermeden ve bir örgüt olarak çalışmalarımıza Eylül 2006 tarihinde başladık. O zaman ismimiz farklı idi ama sonrasında aynı kişilerle birlikte dernek olmaya karar verdik. Daha da öncesine gitmek istersek aslında 90’lı yıllara kadar bile geriye gidebiliriz. Ama işte o örgütlenmeler hep ara vermişler, biz 2006 yılından beri hiç ara vermeden devam ediyoruz. Aramızda bu tarihten önceki dönemlerde de LGBTİ alanındaki İzmir örgütlenmelerinde bulunmuş kişiler var. Onların deneyimleri bizim şimdiki kurumsal kimliğimize ve istikrarlı duruşumuza temel oluşturdu. Dernek olarak resmi anlamda kayıtlı bir örgüt olmamızın motivasyonu ise aslında büyümek ve politik etki alanlarımızı daha çok artırabilmekti.
Şu an birçok alt çalışma komisyonlarımız ve programlarımız var. Tüm bunlar için çalışmak gerçekten yorucu çünkü az insan gücü ve çok iş var. Ama yine de insan örgütlenirken en temelde kendini özgürleştiriyor. Bu da en büyük motivasyonunuz oluyor. Biz örgüt olarak her türlü yeni fikre açığız, insanlar bizimle birlikte çalışma yürütebilirler. Politikalarımızı genel anlamda heteroseksizm karşıtlığı ve cinsel haklar ve özgürlük üzerinden temellendiriyoruz.
‘Faillere ‘kadın sandım erkek çıktı de’ diye öğüt veriliyor’
– Giderek artan nefret cinayetlerine karşı Siyah Pembe Üçgen’in yürüttüğü çalışmalar hakkında bilgi verebilir misin?
İnsanların içindeki nefret duygusu aslında bir tanışamama birbirini bilmeme durumundan kaynaklanıyor. Nefreti oluşturan şeylerin başında ise kalıplaşmış düşünceler, yani önyargılar ve genellemeler geliyor. Toplumsal olarak kafalarda dönüşüm yaratmak kesinlikle en mühimi ama biraz uzun ve çetrefilli bir yol, o yüzden de yasal haklar ve güvenceler daha kısa vadede en azından insanların birine nefretini açıkça dile getirmesini ve eyleme geçmesini engellemeye yarayabilir. Her iki durum da, yani hem yasal mücadele, hem de toplumsal dönüşüm için mücadele birbiriyle paralel olarak devam etmeli. Biz cinsel kimlik hakları için çalışan bir örgütüz, ama en nihayetinde bir insan hakları örgütüyüz, kendimiz için istediğimiz bir şeyi başka bir grup adına önemsiz ya da ikincil görmek mümkün değil, o nedenle de biz her anlamda nefret suçları alanında yapılacak düzenlemelerin bütüncül olarak ele alınması gerektiğini düşünüyoruz. Ama haklar alanında çalışırken “hak temelli yaklaşım” diye bir esas vardır. Bu nedenle bu ülkede insanlar cinsel kimlikleri nedeniyle çok fazla sayıda mağduriyet yaşıyor, demek ki bu alana acil bir müdahale gerekiyor.
Hükümetler ya da sorumlu kişiler tüm bireylerin eşit olması için çalışmalıdır. Bu ayıp değil, korkulacak bir şey değil, toplumsal dejenerasyon yaratacak bir şey değildir. Tüm bunlar sadece çıkarcı düşünceye sahip olanların asılsız korkularıdır. Daha güncel olarak ifade edecek olursam, nefret suçları alanında yapılacak olan yasal düzenlemelerde mutlaka cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli nefret suçları mutlaka yer almalıdır. Bir suç nefret saikiyle işlenmişse bu işlenen suç, ağırlaştırıcı ceza sebebi olarak kabul edilmelidir. Bugün içinde bulunduğumuz durumda ise LGBTİ bireylere yönelik işlenen suçlar için “haksız tahrik” adı altında ceza indirimi uygulanıyor. Bu durum bu suçu işleyen failler için toplum adına yararlı bir şey yaptığı yanılsaması yaratıyor; nasıl olsa çoğunluk arkamda diye düşünüyor.
Gerçekte de yaşanılan durum da bu düşünceden farksız zaten. Neredeyse faillerin sırtı sıvazlanıyor çoğu kez. Bazen bir tek “iyi ki yapmışsın” denilmemiş oluyor direkt ama zaten o da dolaylı olarak hissettiriliyor. Bu tahakküm ise mağdurda hak arama alanında daha en başında bir yılgınlık yaratıyor, zaten sonunda kaybedeceğim bir de düşman edineceğim, tehdit edileceğim, bana ya da sevdiklerime zarar gelecek duygusunun yoğun olarak yaşanmasına sebep oluyor. Bu “haksız tahrik” olgusu hâkimler ve savcılar tarafından hukuki anlamda muhafazakâr bir biçimde yorumlanıyor, mağdurun korunması gerekirken failin ekmeğine yağ sürülüyor. Daha karakollardayken akıl veriyorlar faillere “bana ters ilişki teklif etti” de, “kadın sandım erkek çıktı” de, diye öğütler veriliyor faillere. Bunlar hep bizim hukuki raporlarımızda yer alıyor.
Siyah Pembe Üçgen İzmir Derneği olarak bu alanda hem yasal bir mücadele verirken hem de toplumsal farkındalık çalışmaları yapıyoruz. En temelde cinsel kimlik nedeniyle yaşanılan nefret suçları ile ilgili raporlama çalışmaları yürütüyoruz, 7 gün 24 saat acil müdahale ve avukatlık desteği veriyoruz. Nefret suçları alanında hem Türkiye’deki LGBT örgütlerinin bir arada yürüttüğü lobi ve savunuculuk faaliyetlerini hem de daha geniş platformların nefret suçları yasası için yaptıkları çalışmaları izliyor ve ortak baskı grupları oluşturarak dayanışma kültürü içerisinde ilerliyoruz.
Hukuki yönden cinsel kimlik nedeniyle işlenen nefret suçları için ağırlaştırıcı ceza kararı çıkan davalar şu an için az sayıda ama hiç yok değil, amacımız bunu yasal olarak tanımlı olan bir nefret suçları yasası ile güvence altına alabilmek ve LGBTİ bireylerin de bu yasadan yararlanabilmesinin ve buna erişimlerinin sağlanabilmesidir.
Hukuki açıdan bu alanda yürütülen iki tartışma mevcut, biri nefret suçlarının tanımlandığı tamamen ayrı bir yasa, diğeri de nefret suçu tanımının ceza hukuku içinde tanımlanması yönünde. Bu konuda tartışmalar devam etmekte, bunları tartışırken nefret suçları tanımının belkemiğinin nasıl özgürlükçü bir temel üzerinden tanımlanacağını da tartışmalıyız bir taraftan. Çünkü örneğin benim bu konuda şahsi bir kaygım var, eminin benimle bu kaygıyı paylaşan insanlar da vardır; kaygım da şu: Eğer bu yasanın içeriği ve uygulanmasının izlenmesi süreci iyi bir şekilde ve bağımsız özgür mekanizmalarla tasarlanamazsa yarın bir gün mağduru korumak yerine yine özgürlükleri kısıtlayıcı veya mağdurun aleyhine kullanıldığı bir durumda bulabiliriz kendimizi diye düşünüyorum.
– Yasal ve anayasal düzenlemelere cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ibarelerinin girmesi yönünde ortaya konulan politikalar nelerdir?
Az önce nefret suçları için konuştuğumuz her şeyi genel anlamda tüm mevzuata ayrımcılık ve nefret suçları yasağı ve eşitliğin sağlanması amacıyla yerleştirmek gerek aslında. Yani mevzuatta ne dolaylı ne doğrudan ne de başka hiçbir şekilde ayrımcı muameleye maruz kalmayı önleyecek düzenlemeler gerekmektedir. Göz önünde bulundurulacak çok fazla hak ve özgürlük alanı var, sağlık hakkına erişimden evlenme ve evlat edinmeye kadar ya da istihdamdan barınmaya veyahut ifade ve örgütlenme özgürlüğüne kadar geniş bir çerçevede düşünmek gerek. Anayasa bunun en önde gelen kısmı; Anayasa’nın eşitliği düzenleyen maddesinde mutlaka cinsel yönelim, cinsiyet kimliği açıkça belirtilmelidir. Tabii iş bununla bitmiyor, bunun ceza kanunu var, medeni kanunu var, iş kanunu var, devlet memurları kanunu var, basın kanunu var, askerlikle ilgili kanunlar; ne bileyim onlarca yönetmeliği düzenlemesi var işte. Var da var yani anlayacağınız. Ama tüm bunlar yeni keşfedilmedi ve aslında bu yasal düzenlemelerin hepsi için çalışmalarımız bulunmakta, önerilerimiz de var ve yasa yapıcılarla birlikte çalışmaya hazırız, bunları raporlarla ya da başka yollarla öneriyoruz, politik baskı oluşturuyoruz. Bu noktada çağdaşlık, yasa yapıcılarla sivil toplumun bir arada çalışarak bu tasarıları iyileştirmeleri ve yasa haline getirmeleridir.
‘Heteroseksist düzene karşı cinsel kimliklerimizden bağımsız olarak dayanışabiliriz…’
– Siyah Pembe Üçgen’in güncel politikalarla alakalı olarak yürüttüğü politikalara örnekler verebilir misin? Ayrıca politikaların hayata geçirilmesi konusunda yaşananlar nelerdir?
Öncelikle şunu belirteyim, bir sivil toplum örgütü iç ve dış bileşenleriyle durmadan politik olarak gelişir. Sivil toplum örgütü cansız bir şey değildir, onu var eden insandır ve insanlar durmadan gelişir. Bunu neden söylüyorum? Çünkü bu yapılar bazen sabit katı ve değişmez olarak görülüyor kafalarda. Mesela biz Siyah Pembe Üçgen İzmir örgütü olarak cinsel politikaya daha geniş bir çerçeveden bakılması gerektiğini düşünüyoruz. Sadece cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığı değil aslında artık konuşulması gereken, homofobinin, transfobinin, bifobinin yanı sıra başka cümleler de kurabilmeliyiz bunları destekleyen ve geliştiren. Yani en genelde heteroseksist baskıcı düzene karşı tüm cinselliklerimizden, cinsel kimliklerimizden bağımsız olarak birlikte dayanışabiliriz demek istiyorum.
Güncel politika anlamında bir sivil toplum örgütü olarak ve de bir insan hakları örgütlenmesi olarak takip etmeniz gereken çok şey var gerçekten. Nefret cinayetleri, barınma sorunları, hizmet alamama, iş hayatındaki ayrımcılıklar ve istihdam, eğitim, medyada nefret söylemi aklıma ilk gelenler. Zaten bizim tüm bu sorunlara ilk kademe destek için geliştirdiğimiz bir genel danışmanlık sistemimiz var. Onun haricinde ülkedeki ve yurtdışındaki siyasi değişimler… Avrupa Konseyi, Birleşmiş Milletler ve bunlara bağlı insan hakları araçlarındaki gelişmeler ve bu gelişmelerin içerisinde cinsel haklar ne kadar yer bulmuş? Tüm bunları takip etmek gerek. Buralarda ortak baskı mekanizmaları oluşturmak, talep etmek ve elde edilmiş kazanımlar varsa eğer bunların erişilebilirliğini göz önünde bulundurmak da görevlerimiz arasında. Birincil alanımız cinsel kimlikler ama biz genel anlamda bir insan hakları izlemesini de gücümüz yettiğince yapmaya çalışıyoruz.
Volkan Yılmaz anlatıyor: SPoD’un kuruluşu
LGBTİ hareketinin hak mücadelesine, 2011 yılında kuruluşunu ilan edip SPoD adını alarak katılan bir diğer dernek . Özellikle 2014 yerel seçimleri öncesi öncü bir yer alarak LGBTİ dernek, örgüt ve inisiyatifleri bir araya getirip LGBT adaylar ortaya çıkarmada önemli bir rol aldı. Derneğin kuruluşu ve yapılan çalışmalarla ilgili olarak Volkan Yılmaz’la söyleşi yaptık.
– SPoD ne zaman ve hangi amaçlarla kuruldu?
Sosyal Politikalar, Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği’ni (SPoD) 2011 yılında kurduk. SPoD’un kurucu ekibinin önemli bir bölümü yıllardır LGBTİ hakları hareketinde yer alan aktivistler. SPoD LGBTİ (lezbiyen, gey, biseksüel, trans ve interseks) hakları savunusu yapan bir dernek. Diğer LGBTİ hakları savunusu yapan dernek ve oluşumların oluşturduğu LGBTİ hakları hareketinin bir parçası. Dolayısıyla hareketin cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelinde her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına ve LGBTİ bireylerin toplumsal görünürlüğünün ve kabulünün arttırılmasına yönelik hedeflerini paylaşıyor.
Bu hedeflere ek olarak, SPoD’un kuruluşundan bugüne iki temel amacı daha var. Birincisi hareket içerisinde sosyal haklar yaklaşımını sağlamlaştırmak. İkincisi ise sosyal hak taleplerini diğer sosyal haklar savunusu yapan hareketlerle birlikte LGBTİ bireyler için de yükseltmek. Çünkü bizler, yani LGBTİ bireyler de bu toplumun bir parçasıyız. Bir yandan bizler de toplumun çoğunluğu gibi gelir yoksulluğu riski ile karşı karşıyayız ve yaşamlarımızı idame ettirebilmek için çalışmak zorundayız. Diğer yandan, bizlerin yaşadığı ve sosyal haklar alanına denk düşen farklı taleplerimiz de mevcut. Örneğin bir aile çocuğunun eşcinsel ya da trans olduğunu öğrendiğinde, çocuğunu sokağa atabiliyor ve onu ailenin tüm imkanlarından mahrum bırakabiliyor. Böyle bir durumda kalan LGBTİ bireylerin örneğin güvenle barınabilecekleri sığınma evlerine ihtiyaçları var. Garantili bir meslek edindirme desteğine ihtiyaçları var. İşte SPoD bunları kendisine dert ediniyor.
‘Faşizmin kökenini bazen eşcinsel çocukla ebeveyn arasında görebiliyoruz’
– Giderek artan nefret cinayetlerine karşı nefret suçları yasasının çıkması yönünde yürütülen çalışmalar nelerdir ve kazanımlar oldu mu?
LGBTİ bireylere yönelik nefret cinayetleri toplumuzda homofobi ve transfobinin en görünür biçimi. Hani Avusturyalı yazar Ingeborg Bachmann der ya, faşizmin kökenini kadın ve erkek arasındaki ilişkide bulabiliriz. Onun söylediğini biraz daha geniş düşünebiliriz. Faşizmin kökenini bazen eşcinsel bir çocukla ebeveynleri arasında, bazen seks işçisi trans bir kadınla müşterisi arasında görüyoruz ne yazık ki. LGBTİ hakları hareketinin ortak talebi bir kişinin cinsel yönelim ve/veya cinsiyet kimliği nedeniyle hedef alınması ve öldürüldüğü durumlar nefret cinayeti kapsamında değerlendirilsin. Çünkü böyle cinayetler yalnızca öldürülen kişiye yönelik bir fiil olarak anlaşılamazlar, onun var oluşuna benzeyen herkese de bir tehdit mesajı içerirler. LGBTİ hakları aktivistlerinin nefret cinayeti davalarında yüzlerine çöken karanlık bunun en basit kanıtıdır sanıyorum.
Hareket yıllardır LGBTİ bireylerin nefret cinayetlerine kurban gitmesini durdurmanın bir yolu olarak cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğini içeren bir Nefret Suçları Yasası’nın çıkarılmasını savundu. 2012 yılından itibaren SPoD ve diğer LGBTİ hakları dernekleri, Sosyal Değişim Derneği öncülüğünde kurulan Nefret Suçları Yasa Kampanyası Platformu’nda yer aldılar. 2013 yılının aralık ayında Demokratikleşme Paketi içerisinde Türk Ceza Kanunu’na bir nefret suçu maddesi ekleneceği duyuruldu. Ancak bu maddede cinsel yönelim, cinsiyet kimliği ve etnik kimlik nefret suçu kapsamında tanımlanmadı. Yasa meclisten geçti. Tabii ki bu sonucun mimarı bu meclisin büyük çoğunluğunu elinde bulunduran Adalet ve Kalkınma Partisi. Bu üç unsurun nefret suçu kapsamında tanımlanmamasını ne mantık ne duygu çerçevesinde anlamak mümkün. İnsanın yalnızca aklına “Ölümlerde dahi ortaklaşamıyorsak, nasıl bir arada yaşayacağız Allah aşkına?” diye sormak geliyor.
Nefret suçları kapsamının cinsel yönelimi, cinsiyet kimliğini ve tabii etnik kimliği de kapsayacak şekilde genişletilmesini savunmaya devam edeceğiz. Bunun yanı sıra SPoD mücadeleyi mahkemelerde sürdürüyor. Gönüllü Avukat Ağı’mızda yer alan avukat arkadaşlarımız nefret cinayeti davalarını takip ediyorlar. Roşin’in davasında olduğu gibi dernek olarak müdahillik talebinde bulunuyoruz. Oralarda bulunmaya çalışıyoruz. Birhan Keskin der ya, “Aslında korkuyorum, bütün bunlar kıyamet, bütün bunlar cinnet, bütün bunlar cinayet demeye, bir daha düzeltilemeyecek sözler söylemeye korkuyorum.” Herhalde en iyi bu sözler anlatır arkadaşlarımızın ya da bize benzeyenlerin ardından o mahkeme salonlarındaki halimizi.
– Anayasaya cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ibarelerinin girmesi yönünde yürütülen çalışmalardan örnekler ve kazanımların yanı sıra karşılaşılan sorunlar nelerdir?
LGBTİ hakları hareketi yirmi yılı aşkın süredir eşitlik ve özgürlük talebini bu topraklarda seslendiriyor. Hareket yıllardır anayasada cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğinin tanınmasını ve bu temelde her türlü ayrımcılığın yasaklanmasını talep ediyor. Bu toplumun temsilcilerinin başlarına silah dayalı olmadan yapacakları ilk anayasada LGBTİ bireylerin de bu memleketin eşit yurttaşları olacağı iddiasının yer bulmasını istemek hakkımızdı ve bunu ısrarla istedik.
SPoD yeni anayasa sürecinin içine doğdu. Kurulduğumuz günden itibaren Anayasa’da LGBTİ bireylere eşitlik ve ayrımcılığın yasaklanması talebinin peşine düştük. Meclisin kapılarını aşındırdık. Bütün siyasi partilerin temsilcileriyle ısrarla görüştük. Derdimizi anlatmaya çalıştık. Yalnız gittik, LGBTT İstanbul Aile Grubu’ndan anne babalarla gittik. Dernek olarak yeni anayasa yapım süreci ve içeriğine ilişkin görüşlerimizi milletvekilleri ve kamuoyu ile paylaştık. Meclis’in yeni anayasa sürecinde sivil toplumdan görüş toplamak üzere oluşturduğu internet sitesine görüşlerimizin yansımasını sağladık. Ardından diğer LGBTİ hakları derneklerinden de görüşler geldi. Sadece internet sitesine bakıldığında bile toplumdan en örgütlü talebin LGBTİ bireylerin derneklerinden geldiği ortadaydı. Sonra ne oldu? Sivil toplumun görüşleri internet sitesinden tamamen kaldırıldı. Nedenini bilmiyorum. Biz üzerimize alındık açıkçası.
‘Genel ahlak, gibi muğlak ifadeler Anayasa’da olmamalı’
Madem LGBTİ bireylerin eşit yurttaşlığını savunuyoruz, o zaman LGBTİ bireylerin anayasanın geneline ilişkin görüşlerini öğrenelim dedik. Anayasa üzerine forumlar düzenledik. LGBTİ bireylerden görüş ve talepler topladık. Bunları rapor haline getirdik, LGBT Yurttaşların Yeni Anayasaya Yönelik Talepleri başlığıyla milletvekilleri ve kamuoyu ile paylaştık. Bakın bu rapordaki talepler arasında neler vardı? Ayrımcı uygulamalara temel oluşturan “genel ahlak” gibi muğlak ifadelere anayasada yer verilmemesi, sosyal hakların birey temelli olarak tanınması; mülteciler, sığınmacılar ve tüm göçmenlerin yurttaşlarla eşit haklara sahip olması; yargı bağımsızlığının garanti altına alınması; anayasanın hiçbir etnik kimliği temel almaması; seçim barajının kaldırılması.
Sürecin en önemli kazanımı sanıyorum LGBTİ hakları tartışmasının öncelikle Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun ardından da Meclis’in gündemine oturması oldu. Sanıyorum artık herkes biliyor, ancak yine de tekrar etmekte fayda var. Bu süreçte LGBTİ hakları derneklerinin taleplerine Barış ve Demokrasi Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisi sahip çıktı. Komisyon üyeleri Sırrı Süreyya Önder ve Rıza Türmen’in isimlerini özellikle anmak isterim. Kişisel görüşüm, her iki siyasi parti grubunun da bu süreçte LGBTİ hakları hareketi ile olumlu bir işbirliği geliştirdikleri yönünde. Son gelinen noktada cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelinde ayrımcılığın yasaklanmasına anayasanın gerekçesinde yer verileceği kararı çıkmıştı. Bunun bizim için yeterli olmadığını bütün LGBTİ hakları dernek ve oluşumları olarak ortak bir basın açıklamasıyla duyurduk. LGBTİ bireylerin eşit yurttaşlar olması gerektiğini kimden, neden gizleyeceğiz? Eşitlik ayıp mı? Geldiğimiz noktada toplum olarak gerçek ayıplara boğulduk ve yeni anayasa meselesini rafa kaldırdık zaten.
– Bunların dışında SPoD’un gündeminde başka neler var?
Memleketimiz sağ olsun, SPoD’un gündemi de yoğun. İhtiyaç duyan LGBTİ bireylere yönelik homofobik ve transfobik olmayan psikolojik destek sunulmasını kolaylaştırmaya yönelik çalışmalar, ayrımcılığa uğrayanların homofobik ve transfobik olmayan avukatlık hizmetlerine erişimlerini kolaylaştırmaya yönelik çalışmalar, yerel yönetimlerden LGBTİ bireylerin taleplerinin belediye başkan adaylarına aktarılmasına yönelik çalışmalar SPoD’un çalışmalarından bir kaçı. Bütün bu çalışmaların yanında, Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politika Forumu ile birlikte Türkiye’de LGBTİ Bireylerin Sosyal ve Ekonomik Sorunları Araştırması başlıklı bir araştırmaya başladık. Araştırmada niceliksel ve niteliksel sosyal bilimler araştırma yöntemleri kullanarak, LGBTİ bireylerin eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, barınma, ulaşım ve çalışma hayatına ilişkin yaşadıkları sorunlara dair bilgi toplamayı hedefliyoruz. Araştırma kapsamında Türkiye’nin 10 ilinde LGBTİ bireylerle odak grup görüşmeleri yapıyoruz ve önümüzdeki aylarda LGBTİ bireylere yönelik internet üzerinden bir anket uygulayacağız. Araştırma tamamlandığında ülkemizde LGBTİ bireylerin sosyal haklar alanındaki sorunlarını ve çözüm önerilerimizi daha net bir biçimde ortaya koyabileceğimizi umuyorum.
Diyarbakır’daki KeSKeSoR Oluşumu
Ve Diyarbakır.. Kentte kurulmuş ve halen aktif olan Diyarbakır LGBTİ KeSKeSoR Oluşumu yerel bir örgütlenmenin yanı sıra genel siyasetle alakalı eylemler de yapıyor. KeSKeSoR kendisini şöyle anlatıyor:
Not: Bu bölüm, Diyarbakır LGBTİ KeSKeSoR Oluşumu’nun tanıtım metninden alınmıştır.
“KeSKeSoR, Diyarbakır’da cinsiyet özgürlükçü, homofobi ve transfobi karşıtı bir inisiyatif olarak Nisan 2012’de kurulmuştur. Grup olarak amacımız; Diyarbakır ve çevre illerde başta LGBTİ bireyler olmak üzere heteronormativite ve hegemonik erkeklikten muzdarip herkesin bir araya gelmesini ve bireylerin kendilerini geliştirmelerine yönelik çalışmalar yürütüp topluma etkin ve sorumlu katılımlarını sağlamaktır. Hayatın her alanına nüfuz etmiş ayrımcı, hiyerarşik ve otoriter yapılardan kaynaklanan ahlaki, dini ve bilimsel önyargıları tartışmaya ve toplumda yapısal bir dönüşüm sağlamaya yönelik önüne koyduğu etkinlikleri gönüllülük, şeffaflık ve etkin katılım ilkeleri ile hayata geçirmeyi hedeflemektedir. Bu amaç ve hedefler doğrultusunda bölgedeki ilgili kurum, kuruluş ve toplum örgütleriyle işbirliği içerisinde çalışmayı ve politika üretmeyi savunmaktadır.”
“KeSKeSoR olarak öncelikle Diyarbakır ve çevre illerdeki LGBTİ bireylerin sorunlarına odaklandık. Bölgenin sosyo-politik durumundan dolayı ekoloji, militarizm ve din meseleleri de çalışma alanlarımızı kapsamaktadır. Bu minvalde yürüttüğümüz çalışmalar bölgenin dinamiklerinden etkilenmekte ve bölgede yaşayan LGBTİ’lerin ihtiyaçlarını gözetmektedir.”
“KeSKeSoR olarak kendimizi antimilitarist, ekolojist, cinsiyet özgürlükçü, homofobi ve transfobi karşıtı bir örgütlenme olarak tanımlıyoruz. Faaliyetlerimizi de bu alanlarda yürütüyoruz. KeSKeSoR içinde herkes eşit söz hakkına sahip. Antiotoriteriz bu anlamda. Yaptığımız toplantılarda karar alma süreçlerine herkes katılıyor. Konsensüs ilkesine göre hareket ediyoruz. Görev paylaşımı ve inisiyatifler üzerinden çalışmalarımızı yürütüyoruz.”
“Öncelikli hedeflerimiz arasında yapmış/yapacak olduğumuz faaliyetlerle başta Türkiye Kürdistanı olmak üzere Kürdistan’ın diğer parçalarıyla ve Türkiye halklarıyla yakın ilişkiler kurmak ve sistem karşıtı hareketlerin bir ayağı olarak homofobi ve transfobi karşıtı ilkeselliği görünür ve güçlü kılmak adına iletişim ağları oluşturmak, farklı toplum örgütleri ve siyasi oluşumlarla işbirliği geliştirmek yer alıyor. Bu anlamda kabaca diyebiliriz ki, bir LGBTİ örgütünden daha çok, homofobi ve transfobi karşıtlığını öncelikli ilkesi olarak benimsemiş sistem karşıtı bir örgütlenmeyiz.”
“Amacımız, toplumsal muhalefetin bir bileşeni olarak özgür bir dünya yaratma yolunda saf tutmaktır. Bu konuda çeşitli aktivitelerde bulunuyoruz. Üniversitelerin ve toplum örgütlerinin işbirliği ile gerçekleştirdiğimiz toplumsal cinsiyet, LGBTİ, vicdani ret ve antimilitarizm konulu panel ve atölyelerin, nefret suçlarına yönelik basın açıklamaları ve eylemliliklerin yanı sıra göç, din, kent hakkı, ekoloji, emek ve militarizm konularında farkındalık yaratmaya ve mücadele yöntemleri geliştirmeye yönelik politika üretmeye çalıştık ve halen de devam etmekteyiz.”