RÖPORTAJ – Turgutlu halkının, Çal Dağı’nın ve bölgenin siyanürlü madencilik nedeniyle tahrip olması tehlikesine karşı yürüttüğü mücadeleyi, EGE-ÇEP Yürütme Kurulu üyesi Hayri Bökü ile konuştuk.
Manisa-Turgutlu’da Çal Dağı’ndan çıkarılmak istenen maden, başta nikel olmak üzere altın dahil 12 önemli madeni içeriyor. Açık veya kapalı liç sistemiyle çıkarılacak madenler siyanür kullanılarak çökertme yöntemiyle ayrıştırılacak. Kullanılacak siyanür, Çal Dağı’ndan, İzmir Menemen’e kadar geniş bir alanda yer altı, yer üstü sularını kirleteceği gibi bölgedeki bütün insanların sağlığını bozma ve doğadaki yeşil örtüyü kurutma tehlikesi yaratıyor. Turgutlu halkının nikel madeni şirketlerine karşı yürüttüğü mücadeleyi EGE-ÇEP Yürütme Kurulu ve Turgutlu İşçi Hakları Derneği Yürütme Kurulu üyeliğini sürdüren Hayri Bökü ile konuştuk.
Röportaj: Mustafa Pekdoğru
Çal Dağı’nda nikel madeni çıkarılmasına karşı mücadele nasıl başladı?
Çal Dağı’ndaki nikel madenine karşı mücadelenin başlangıcı yaklaşık on yılı buluyor. Uluslararası tekel olan European Nikel Şirketi, Bosphorus isimli paravan bir şirket kurarak 2006 yılında halktan habersiz bir şekilde Orman ve Su İşleri Bakanlığı’ndan ÇED iznini alıyor.
Buna karşı ne yaptınız?
Turgutlu’daki sosyalist, devrimci, demokrat, arkadaşlarla arka arkaya yapılan toplantılar sonrası var olan dağınıklığı ortadan kaldırmak, birlikte bir süreci örmek için dernek kuruldu. Derneğin ismi “Turgutlu Toplumsal Dayanışma ve Kültür Merkezi” idi.
Daha sonra ne oldu?
Madenin çıkarıldığı yere yakın bir köyden, ilgili bir köylü gelişmeler hakkında bilgi verdi. O yıllarda ekoloji mücadelesinin ne olduğunu bilmiyoruz. Ekoloji mücadelesinin kapitalizme karşı mücadelenin bir parçası olduğundan habersiziz. Sosyalistler olarak kafamız sınıf örgütlenmesinden, işçilerin örgütlenmesinden, sendikal örgütlenmeden yana çalışıyor. İlk önce işçileri sendikalarda örgütleriz, tarafından bakıyoruz sorunlara.
İşçileri sendikada örgütlemediniz mi?
Ne sendikası, ne örgütlenmesi kardeşim! Neler oldu neler, sırasıyla anlatacağım. Başladık sırasıyla bilgilenmeye. Şirket madeni işletmek için bakanlıktan ÇED iznini almış. İlk defa duyuyoruz, ne lan bu ÇED? Bu kelime bize yabancı. “Çevre Etki Değerlendirme” imiş açılımı. Halkın katılımı olmadan şirket çeşitli rüşvetlerle bu işi bitirmiş. Bizim haberimiz olduğunda deneme üretimi sürüyor. Deneme üretimi madenin kapasitesinin iki yüzde biri (1/200). Maden 15 yıl çalışmayı hedefliyor.
Sosyalistler olarak bize yabancı bir alan, ne yapmalıyız, diye kafa yoruyoruz. Bergama köylülerinin mücadelesinden, derin olmasa da yüzeysel bilgimiz var. Bu arada, İzmir’de altın madenine karşı mücadele eden “Elele” hareketi ile bağ kuruyoruz. Süreci anlatıyoruz. Turgutlu Toplumsal Dayanışma ve Kültür Merkezi’nden yaklaşık on arkadaşın katılımı ile İzmir-Çeşme’de, Ege Çevre ve Kültür Platformu’nun (EGE-ÇEP) kuruluş çalışmalarına katılıyoruz. EGE-ÇEP kuruluyor. Biz de dernek olarak önce gözlemci, daha sonra da bileşen olarak çalışmalara katılıyoruz. O günden bugüne kadar bileşen olarak çalışmaları sürdürüyoruz. 26 Şubat 2017 günü EGE-ÇEP’in 11. Bileşenler Kurultayı’na katıldık.
[resim2]
Çal Dağı’ndaki nikel madenine karşı bir yandan öğrenirken, bir yandan da mücadele mi yürütüyordunuz?
Evet. Ben süreci hızla anlatayım. Artık mücadeleyi bileşeni olduğumuz EGE-ÇEP ile birlikte götürüyoruz. Mücadelede başarıya ulaşmak için öncelikle doğru bilgi önemli, doğru bilgi olmazsa başarıya ulaşamazsınız. Bilgi aynı dümen gibi, dümensiz nasıl gidemezsen, bilgisiz de gidemezsin kardeşim. EGE-ÇEP bünyesindeki kendisini sermayeye satmamış onurlu bilim insanlarıyla Turgutlu Endüstri Meslek Lisesi konferans salonunda bilgilendirme toplantısı yaptık. ÇED’in insanlardan nasıl kaçırıldığını, Turgutlu’yu ve halkı nasıl bir tehlikenin beklediğini, ayrıca Manisa ve İzmir hattında 120 km’lik alanın nasıl bir tehlike altında olduğunu anlattılar bilim insanları.
Daha sonra da Manisa Bölge İdare Mahkemesi’nde Bakanlığın ÇED iznine karşı iptal davası açtık. Böylelikle, bilgilenme, hukuk ve eylemsel bir süreç yavaş yavaş başlamış oldu.
Madeni çıkarmak isteyen şirket telaşlandı. ÇED’in mükemmel olduğunu söyleyen şirket, bilim insanlarının sıkıştırmasıyla hızlı bir şekilde ÇED’de revizyonlara gitmeye başladı. ÇED’deki büyük revizyonlar insanlarda kuşkular yarattı. Yapılan bilgilendirme toplantılarına çağrıldıkları halde gelmemeleri insanların kuşkularını artırdı. Bu arada Bölge İdare Mahkemesi’nde, Bakanlığın verdiği ağaç kesim izni için de iptal davası açıldı. Bir yandan davalar, bir yandan küçükten büyüğe doğru eylemler. Mahkeme salonundaki eylemlerden köylerdeki, mahallelerdeki eylemlere, imza kampanyalarından, yaklaşık beş bin kişinin katıldığı yürüyüş ve mitinglere kadar eylemler sürüyor. Artık Çal Dağı’ndaki mücadele Türkiye gündemine oturuyor.
Mücadeleniz sonucunda NTV canlı yayınında dönemin Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe’nin samimi itirafları vardı, ne gibi siyasi gelişmeler oldu anlatır mısınız?
Mücadelenizi doğru bilgi temelinde, sürekli, kararlı ve sabırlı biçimde yürütürseniz, mücadeleyi yavaş yavaş kazanmaya başlıyorsunuz. Madenin çıkarılması için bir milyona yakın ağacın kesilmesi gerekiyor. Madenin bulunduğu alan genç çam ormanı. Bölge erozyon bölgesi, ağaçlar onun için dikilmiş. Ağaçların kesilmesi için, şirket Bakanlığa başvuruyor. O dönemin bakanı Osman Pepe ağaçların kesim iznini vermiyor. Bunun bir felaket olduğunu NTV’de canlı yayında konuşuyor. AKP Osman Pepe’yi görevden alıyor. Yerine Veysel Eroğlu’nu getiriyor. Ağaçların kesim iznini Veysel Eroğlu veriyor. O dönemde Turgutlu Belediye Başkanı AKP’li Serhat Orhan, madenin çıkarılması için yoğun bir çalışma gösteriyor. Veysel Eroğlu, Belediye Başkanı Serhat Orhan’a, “Ağaçların kesim iznini vermek zorundaydım. İngiliz Hükümeti’nin, İngiliz Konsolosluğu’nun ve maden şirketinin baskılarına dayanamadım. Gücüm yetmediği için ağaçların kesim iznini verdim” diyor. Turgutlu Belediye Başkanı Serhat Orhan da, Bakan’ın bu sözlerini Sanayi Ticaret Odası’nın bir toplantısında söylüyor (Sanayi Ticaret Odası toplantı kayıtlarında var). Bunun üzerine, Turgutlulu olan CHP Manisa Milletvekili Hasan Ören kayıtları da delil göstererek Meclis’te tartışma açıyor. Bakan böyle bir şey söylemediğini belirterek Belediye Başkanı Serhat Orhan’ı yalancılıkla suçluyor. İşte gördüğünüz gibi, ne söyledikleri değil, bunlara bu açıklamaları kim yaptırıyor, o önemli. Onlara bu konuşmaları bu mücadelenin başında bulunan akıllı, bilgili, sabırlı, disiplinli, inançlı insanlar yaptırıyor.
Şirketin sürekli el değiştirmesinden bahsediliyor. Doğru mu?
Doğru, şirket devamlı el değiştirdi. Çünkü mücadele yığınları sardı. Şirketin el değiştirmesinden başka yolları yoktu. El değiştirerek, yeniden yeni yalanlarla ortaya çıktılar. Yenilen pehlivan güreşe doyar mı kardeşim? Örgütlü ve bilinçli halk karşısında her defasında yenildiler. İlk şirketin ismi Bosphorus, sonra Sardes, daha sonra VTG (Fethullahçı şirket), şimdi de Çal Dağı Nikel.
[resim3]
Süreç nasıl gelişti, şimdi ne durumdasınız?
Kalbura dönmüş, delik deşik olmuş ÇED’i Manisa Bölge İdare Mahkemesi bizim aleyhimizde karar vererek onayladı. Ağaç kesim izni konusunda da bizim lehimize karar verdi. Böylece bir lehimizde, bir de aleyhimizde olan dava Danıştay’a gitti. Danıştay davaların ikisinde de aleyhimize karar verdi. Böylelikle yargı sürecini kaybetmiştik. Ama halk çözülmedi. Turgutlu’nun geniş çoğunluğunu temsil eden Turgutlu Çevre Platformu’nu (TUR-ÇEP) dağıtıp parçalayamamışlardı. Kısaca halktan korkuyorlardı. Artık hukuksal olarak madenin çalışması için bir engel yoktu. VTG şirketi bu onaylanmış ÇED ile madeni çalıştırmaktan korktu. Maden bu arada tekrar el değiştirdi. Madenin yeni sahibi Çal Dağı Nikel şirketiydi. Şirket tehlikeyi gördü. Eski ÇED ile ve örgütlü Turgutlu halkı ile mücadele etmek zordu. Riski yüksek bir kumardı. En küçük bir tehlikeyle, şirket para kaybeder ve Turgutlu halkı ayaklanırdı. Parasının batması ve halkın ayaklanma tehlikesi şirketi korkuttu.
O zaman ne yaptı, ilk başta tehlikesiz ÇED diye savundukları elle tutulamayacak ÇED yerine yeni bir ÇED süreci başlattılar. Ayrıca tehlikesiz dedikleri açık liç sistemini iptal ederek, kapalı tank liçi sistemini savunan biraz daha masumane, ama yine de tehlikeli bir ÇED hazırladılar. Amaçları TUR-ÇEP içinde yarılma yaratıp, yıllardan beri yorulan Turgutlu halkını bölmekti. Bilim insanlarının katkısı, hukuk mücadelesi ve akılcı eylemlerle bu da başarısızlıkla sonuçlandı. Manisa Bölge İdare Mahkemesi bilirkişilerin de görüşlerini dikkate alarak ÇED’i Turgutlu halkı lehinde bozdu. Böylelikle mahkeme süreci de kazanılmış oldu. Maden şirketi elinde kalan son mermisini de karavana atmış, mücadeleyi önemli ölçüde kaybetmiş oldu.
Önemli gördüğünüz başka konular var mı?
Buradaki başarı, sosyalistlerin önderliğiyle yakından bağlantılıdır. Sosyalistler slogancı davranmadılar, siyasal örgütlerini yığınlara dayatmadılar. Lenin’in dediği gibi “yığınları bildiler, yığınlar içinde yaşadılar, yığınları kazandılar, yığınlara yaltaklanmadılar.” AKP dışındaki tüm burjuva partilerini, meslek odalarını, demokratik örgütleri, tüm STK’ları, Turgutlu Çevre Platformu’nda (TUR-ÇEP) örgütlediler. Bu kurumları akıllıca yönlendirdiler. Açık tartışma, eleştiri ve özeleştiriyi çok iyi işlettiler. Örgütlenme modellerini her gelişen süreci iyi bir şekilde takip ederek sürece göre geliştirdiler. Sonuçta kazandılar.
Türkiye ve dünyadaki ekolojik süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben bu soruya direkt cevap vererek başlıyayım. Doğa insanlığı sosyalizme çağırıyor. Sosyalistler olarak önceleri anlamakta zorlandığımız ekolojik mücadelenin kapitalizme karşı önemli bir mücadele alanı olduğunu zaman içerisinde kavrayıp, içerisinde yer almaya başladık. Bu önemli, Gezi Direnişi Taksim Meydanı’ndaki sınıf öfkesi ile birleşince, doğanın ne kadar birleştirici bir güç olduğunu gösterdi.
Kapitalizmin, sömürme politikalar��ndan kaynaklanan ve insanlığın yaşam alanlarını tehdit eden saldırıları (madenler, HES, RES, nükleer, fosil yakıtlar, balık çiftlikleri, baz istasyonları, sera gazları) yığınları birleştiriyor ve kapitalizme karşı isyanı örgütlüyor. Cerattepe, Yırca, Yuvarlak Çay, Fatsa, Çal Dağı, Gezi Direnişi bunun örnekleri. Ayrıca sosyalistler olarak, kapitalizme karşı mücadelenin birleştirici yönü olan ekolojik alanın, faşizmin ayak seslerinin yaklaştığı bir dönemde önemli bir direnme odağı olduğunu görmemiz gerekiyor.
Aşırı kâr hırsıyla halklara saldıran burjuvazi aynı kâr hırsıyla doğaya da farklı kesimlere de acımasızca saldırıyor. Çal Dağında da doğaya, insanlığa aşırı kâr hırsıyla, 18 milyon ton sülfürik asitle saldırmayı hedefledi. Burjuvazi kendini yırtsa da insanlık doğayı da yanına alarak, doğanın öfkesini burjuvaziye yönelterek sosyalist toplumu kuracaktır. İnsanlık burjuvazinin gereksizliğini uygulamaları ile görüyor. Doğa da, burjuvaziyi doğaya saldırıları ile görüyor ve isyan ediyor. Son olarak Marx’ın sözünü hatırlatayım: “Kapitalizm gölgesini satamayacağı ağacı keser.”