Göç, Türkiye’nin en önemli gündemlerinden biri. Suriye’de 2011’de başlayan savaşla birlikte milyonlarca sığınmacı Türkiye’ye geldi. Bir bölümü Türkiye üzerinden Avrupa’ya geçti. HTŞ ve SMO’nun iki koldan gerçekleştirdiği son harekâtla birlikte yeni çatışma alanları doğdu. Suriye’de yerinden edilenler zorunlu olarak bir kez daha göçle karşılaştı. Şu an ciddi bir dram ve iç göç söz konusu. Son gelişmelerle birlikte yerinden edilenlerin en büyük nüfusunu ise Batı Suriye Kürtleri oluşturuyor.
Rejim güçleri ya da Rusya uçaklarının İdlip’e olası müdahalesi, Türkiye’ye doğru yeni bir göç hareketlenmesine neden olabilir. Ek olarak, İran destekli silahlı Haşdi Şabi güçlerinin sahaya inmesi mevcut göç hareketini başka boyuta taşıyabilir. Türkiye’de yaşayan mültecilerin Halep, Tel Rıfat ve diğer yerlere gönderilmesi de bir başka tartışma konusu.
Peki, Suriyeliler ya da Halepliler Halep’e döner mi?
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın açıklamasına göre; Türkiye’de geçici koruma kapsamında 2 milyon 938 binSuriyeli yaşıyor. Toplamın içinde 1 milyon 247 bin 432 kişi Halepli. Bakan Yerlikaya, Tel Rıfat ve Halep’te gerekli koşulların sağlanması durumunda Haleplilerin evlerine döneceğini ifade etti. Akabinde birçok gazetede ve televizyon kanalında “dönüş akını” temalı haberler yayınlanmaya başladı.
Türkiye’de yaşayan Suriyeli mülteci aktivistlerle konuştum. Dinlediklerim, görünenden/gösterilenden çok farklı şeyler söylüyor. Notlar halinde aktarayım:
* Türkiye’de yaşayan Halepli mülteciler Sünni Arap ağırlıklı. Fakat bu nüfus sanıldığı gibi radikal İslamı esas alan bir yönetim anlayışına sıcak bakmıyor. “HTŞ yönetime gelirse radikal kurallar getirir” diyorlar. Taliban, IŞİD türevi yönetim anlayışını istemiyorlar. Büyük çoğunluk böyle düşünüyor.
* Halepli sivil mülteciler HTŞ ile ÖSO’yu aynı görmüyor. HTŞ onlar için El Nusra’nın, El Kaidenin devamı demek. Zaten çoğu insan 2013-14 Halep muharebesi olarak anılan çatışmalardan kaçmış. Vahşi cinayetleri, toplu katliamları görmüşler. Rejim güçleri kadar HTŞ’ninönceli olan Nusra güçleri de sivillere karşı savaş suçlarına imza atmış. HTŞ’nin varlığı yaşadıkları travmanın yeniden canlanması demek. “HTŞ’nin hâkimiyetindeki bölgelere gitmeyiz” düşüncesi oldukça yaygın.
* Türkiye basınında HTŞ’ye tebrik ya da destek beyanlarına içerliyorlar. “Hani HTŞ terör örgütüydü, neden Halep’i HTŞ’ye veriyorsunuz” diye soruyorlar. “Bizleri, kesenlere ya da kaçtığımız güçlere nasıl teslim edersiniz” diyorlar. Sahadan HTŞ ve ÖSO (SMO) çatışmasına dair haberler alıyorlar. Bu çatışmanın, Halep’e kim üstün olacak şeklinde büyüyeceğini düşünüyorlar. Bu yüzden geri dönüşü güvenli bulmuyorlar.
* Çeşitli kaynaklara göre; bugüne kadar Suriye’nin kuzeyine, “güvenli bölge” olarak adlandırılan yerlere 600 bin civarında Suriyeli gönderildi. Afrin, Cerablus, Azez gibi yerlerdi bunlar. Görüştüğüm aktivistler çoğu mülteciye baskı eşliğinde “geri dönüş formu”imzalatıldığını belirtiyor. Halepli mülteciler ÖSO yönetimindeki bölgelerin de başarısız olduğunu dile getiriyor. ÖSO hâkimiyetine rağmen bu bölgelerde açlık, yoksulluk ve işsizlik kol geziyor. Altyapı hala çok yetersiz. Gasp, hırsızlık, çete baskısı da buna eklenmiş. On yıllık bir başarısızlıktan söz ediyorlar.
* Halepli mülteciler arasında merkezi kaynakların önemine de vurgu yapılıyor. Yani Şam yönetimiyle bağı kesilmiş bir ekonomi, Halep için çöküş demek.
* Türkiye’deki mülteci toplumun en büyük korkusu geriye zorla deport edilmek. Şu ana kadar 200 bin kişinin geçici koruma kimlik belgelerinin yenilenmediğini aktarıyorlar. Daha önce yapılmış bir hazırlık mı var? Kafalarda bu sorular dolaşıyor. Önümüzdeki üç dört ay içinde zorla ve kitlesel bir geri gönderme olacağından kaygı duyuyorlar. Oysa bu durum BM Mülteciler sözleşmesine aykırı. Çünkü geri dönüş için mültecinin rızası şart. Ama yakın dönemdeki geri gönderme pratiklerine uluslararası kurumlar ses çıkarmamış. Endişe dorukta.
* Geri gönderme korkusunu sadece Halepliler taşımıyor. Halepli olmayan Suriyeliler de benzer endişeyi taşıyor. Halepli olmayan birinin Halep’e gönderilmesi ise ne ekonomik ne de sosyolojik olarak kabul gören bir şey.
* Aktarımlara göre; “Halep 83’üncü İlimiz olacak” söylemi Türkiye’deki mülteci toplumunu üzüyor. “Madem Halep vatandır, madem Halepliler vatandaştır o zaman niye 13 yıldır vatandaşlık vermediniz” diye soruyorlar. Türkiye doğumlu çocuklarına dahi vatandaşlık verilmediğini hatırlatıyorlar. Ki, bu durum geri dönmekten çok, çoğunlukla Türkiye’de kalmayı, bir arada yaşamanyı arzu eden bir yaklaşıma işaret ediyor.
* Notlarıma göre; Türkiye’deki Halepliler, kadim Halep kültürüyle yaşamak istiyor. Yani geri dönüşler koşulları oluşursa; demografisi değiştirilmiş, tümüyle Sünni Araplardan oluşan bir şehirde yaşamayı doğru bulmuyorlar. Onlara göre, Kürt, Çerkes, Ermeni, Alevi ya da başka halklardan komşular Halep kültürünün vazgeçilmez parçaları demek. Komşuluk olmadan ticaretin de olacağını düşünmüyorlar. Bu nedenle bin yıllık kadim şehrin ve çoklu yapının korunmasından yanalar.
* Sosyal medyaya yansıyan bir çağrıyı soruyorum; eli silah tutan erkeklerin Suriye’ye gitme çağrısını. Sosyal medya paylaşımlarını doğruluyorlar. Fakat bunlara sıcak bakmıyorlar. Çünkü Türkiye’de sivil mültecilere olan önyargının daha da büyümesinden korkuyorlar. Kalanların Kayseri benzeri şiddet olaylarına maruz kalabileceğini söylüyorlar. Hükümetin bu tip çağrıların önüne geçmesi gerektiğini belirtiyorlar. Ayrıca kimin kime kurşun sıktığı belli olmayan bir savaştan kaçtıkları için, aynı kaosu bir daha yaşamak istemiyorlar.
* İlginçtir, Halepli mültecilerin bir korkusu da İdlip’e dair. Askeri ve siyasi bakımdan İdlip’i kale yapan HTŞ’nin gücünü işaret ediyorlar. Rusya’nın İdlip’i vurması ya da ezmesi durumunda büyük göçün yaşanacağını ve kendilerinin de sorun yaşayabileceğini söylüyorlar.
* Peki, çözüm ne? Konuştuğum aktivistler barış, diplomasi, diyalog ve uluslararası çözüm istiyor. BM öncülüğünde, uluslararası toplumun gözetiminde ve yönetiminde bir durum olursa dönüş yolunun açılabileceğini belirtiyorlar. Sadece Halep’te değil bütün Suriye’de çözümün ele alınması gerektiğine işaret ediyorlar.
Sonuç olarak, “dönüş akını” diye bir söylem bugünkü gerçekliği yansıtmıyor. 2011 sonrası “göç akını” diye yerli toplumda oluşturulan korku ve önyargı duvarı, bu kez “dönüş akını” söylemiyle deportasyonu ve yine ön yargıyı kışkırtıyor. Bu söylem ayrıca yerli toplumu başından beri çarpık olan maceracı Suriye dış politikasına bir kez daha yedeklemeyi amaç ediniyor. Mülteciler siyasi, demografik dizaynın enstrümanı olarak görülmemeli. Saha denen şey sadece savaşanlardan ibaret değil. Sosyoloji ve onun öznesi olan insan gerçeğini atlamayalım.